Yazar: Michal Kranz
Çeviri: M. Hulusi Cengiz
Lübnan'daki ateşkes Tahran'ın müttefiklerini sıkıştırıyor
Elbette hiçbir şey kesin değil: İsrail-Hizbullah anlaşması henüz bocalayabilir ve her iki taraf da 60 günlük sürenin bitimine saatler kala anlaşmanın bazı şartlarını ihlal etti. Yine de ateşkes devam ediyor ve bu önemli bir gelişme.
Çekirdeğine kadar sarsılmış, liderleri ölmüş ve altyapısı paramparça olmuş Hizbullah artık Lübnan'ın leviathan'ı değil. Aksine, ABD tarafından sağlanan anlaşma, Beyrut'taki hükümeti Hizbullah'ın geride bıraktığı boşluğu doldurmakla görevlendiriyor.
Bu sadece milislerin kendisi ya da şiddet nedeniyle yerlerinden olan 1,4 milyon sivil için önemli değil. Lübnanlılar ve yabancılar 35 yıldır gerçek bir Lübnan devleti kurmak için mücadele ediyor. Her seferinde Hizbullah ve müttefikleri tarafından engellenerek başarısız oldular.
Ancak bu kez, kendi geleceği sivil siyasi düzenin güçlendirilmesine bağlı olsa da Hizbullah'ın bu konuda söyleyecek çok az şeyi olabilir. Lübnan'ın talihsiz siyasetçilerinin henüz plan yapmaları gerekmiyor. Zira Hizbullah kesinlikle zayıflamış olsa da Lübnan demokrasisini engellemeye hevesli güçler hâlâ var. Bu güçler hem ülkenin çekişen mezhepleri arasında hem de İran İslam Cumhuriyeti'nde bulunuyor.
Lübnanlı siyasetçiler ateşkesin sonuçlarını kavramakta gecikmedi.
Anlaşmanın imzalanmasından birkaç saat sonra Başbakan Necip Mikati, “vatanın her karış toprağı üzerinde devlet otoritesini tesis etme” sözü verdi ve Lübnan ordusunun böyle bir harekette “ön saflarda” yer alması gerektiğini ekledi. Mikati'nin egemenlik için atağa geçen ilk Lübnan başbakanı olmadığı kesin. Fuat Sinyora, 2008 yılında Hizbullah'ın etkisini kırmak için harekete geçtikten sonra Hizbullah'ın geniş çaplı bir isyanıyla karşı karşıya kalmıştı. Üç yıl önce de benzer bir girişimde bulunduğu için Refik Hariri'ye suikast düzenlenmişti.
Ancak Hariri'nin öldürülmesinin üzerinden neredeyse yirmi yıl geçmiş olmasına rağmen Hizbullah çok daha zayıf durumda. Amerika'nın ateşkes şartlarını kabul etmek zorunda kalması çok şey anlatıyor. Özellikle de anlaşma, bir zamanlar imkânsız görünen hükümler içeriyorsa bu durum daha da dikkat çekici.
Özellikle de 2006'da İsrail'le yapılan savaşın sonunda kabul edilen ve Hizbullah'ın güçlerini Litani Nehri'nin kuzeyine çekmesini öngören 1701 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararının uzun zamandır beklenen uygulaması.
Aslında anlaşma daha da geniş kapsamlı olup Hizbullah'ın İsrail'in kuzeyine bakan bir dağın tepesinden de çekilmesini öngörmektedir. Bölgenin stratejik değeri yüzyıllardır biliniyor. Haçlılar, 12. yüzyılda zirveye bir kale inşa etmişlerdi ve kalıntıları bugün bile turistlerin ilgisini çekiyor.
Hizbullah'ın yerine Lübnan Silahlı Kuvvetleri (LAF), ülkenin güneyine konuşlandırılacak. Güvenlikten ve ateşkes ihlallerini önlemekten sorumlu olacaklar. Bu görevlere, Hizbullah'ın ülkeye silah sokma girişimlerini engellemek de dahil olabilir.
Bu arada anlaşmanın bir parçası olarak ABD, Fransa ve diğer ülkeler, LAF'ı eğitmek ve yeni görevini yerine getirmesine yardımcı olmak için fon sağlayacak. Böyle bir anlaşmaya şüpheyle yaklaşmak için nedenler var. 2006'da olağanüstü bir şekilde başarısız olmuştu. Ancak bu kez ateşkes, güney Lübnan'daki durumu izlemek ve ateşkesin sürmesini sağlamak üzere ABD ve Fransa'nın öncülüğünde yeni bir komite kurulmasını da içeriyor.
Bu sadece teorik bir plan değil.
Şu ana kadar LAF'ın konuşlanması açısından işler çoğunlukla sorunsuz ilerliyor gibi görünüyor. Lübnan askeri araçlarından oluşan kolonlar güneye doğru ilerlemeye başlarken, LAF birlikleri de yorgun yerel halkı rahatlatacak şekilde birkaç kasabaya girmiş durumda.
Her şey kolay olmadı. İsrail, Hizbullah'ın bazı yerlerde ateşkese uymadığını iddia etti. Bu da sınır boyunca birçok noktada grupla sınırlı ama ölümcül çatışmalara yol açtı. Hizbullah da İsrail'i evlerine dönen sivillere ateş açmakla suçladı. Ancak aynı zamanda Hizbullah'a ait füze rampalarının kuzeye doğru ilerlediği görüldü. Örgüt, güneyde kontrolü ele geçirirken LAF ile iş birliği yaptığını söyledi.
Tüm bunlar pratikte ne anlama geliyor?
En azından Hizbullah'ın güneydeki şiddet tekeli kesin olarak sona erdi. Bu, başlı başına muazzam bir değişim. Örgüt, bir nesil boyunca kendisini Lübnan'da İsrail'e karşı “direniş” olarak hareket edebilecek tek örgüt olarak tanımlamış ve bu unvanı geniş cephaneliğini ve güney Beyrut, güney Lübnan ve Bekaa Vadisi'nin büyük bölümündeki hakimiyetini meşrulaştırmak için kullanmıştı.
Hizbullah destekçileri, kuzeye doğru çekilmelerinin hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini iddia etseler de gerçek şu ki örgütün imajı artık lekelenmiş durumda. Başka bir deyişle, Hizbullah düşmanının sınırından neredeyse 30 kilometre geri çekilmişken nasıl İsrail'e karşı “direniş” olarak hareket edebilir? Hasan Nasrallah ve diğer Hizbullah liderlerinin küçük düşürücü ölümü de pek iyi bir izlenim bırakmıyor.
Lübnan'ın kendisine gelince, Hizbullah'ın zayıflık anı bir fırsat sunuyor.
On yıllardır ilk kez Lübnan hükümeti ve ordusu, savaş yorgunu halkı arasında kendilerini savunmak için yeterli siyasi sermayeye sahip olabilir. Böylece nihayet ülkelerini topyekûn devlet iflası ihtimalinden geri çekebilirler.
Özellikle de Batı'dan gerçek bir destek alabilirlerse Lübnanlı liderler mevcut ivmelerini tam anlamıyla işleyen bir devletin temellerini oluşturmak için kullanabilirler. Dün, ateşkesin başlamasından bir gün sonra, ülkenin zayıf hükümeti nihayet ocak ayında cumhurbaşkanlığı seçimlerini yapmayı kabul ettiğini açıkladı. İki yıldan fazla bir süredir kaçtığı bir hedefti bu.
Doğal olarak Hizbullah ve müttefikleri hakimiyetlerini sürdürmeye devam edecek. Ancak İsrail silahlarının sopası ve Amerikan diplomatik ve mali desteğinin havucuyla, ateşkesten çıkacak hükümet Hizbullah'tan en azından bir miktar gücü geri almak zorunda kalacak. Varsayılan olarak da eskisinden daha Batı yanlısı olacaktır.
Lübnan'ın meşhur yolsuzlukları ve mezhep çatışmaları şüphesiz devam edecektir.
Ancak giderek daha somut bir ortakla Lübnan'ın uluslararası dostları nihayet ülkede sadece yeni bir güvenlik gerçekliğine değil, aynı zamanda yeni bir ekonomik gerçekliğe doğru ilerlemek için bir yol açıldığını görebilirler.
Lübnan'ın zor durumdaki sivil siyasetçilerinin hiç beklenmedik bir kaynaktan geçici bir destek almaları elbette iyiye işaret. Hizbullah'ın kendisi bu kaynaktır. Milislerin daha şimdiden kamuoyuna yaptıkları nispeten pasif açıklamalar, takım elbiselilerle birlikte çalışma isteğini yansıtıyor.
Belki de meşruiyetlerinin zedelendiğini bildiklerinin bir işaretidir bu. Hizbullah'ın milletvekilleri, “direnişin” devam edeceğini söylemekte hızlı davransalar da “insanların [evlerine] dönmelerine ve yeniden inşa edilmelerine” yardımcı olacaklarını da belirttiler.
Hizbullah'ın yeni Genel Sekreteri, örgütünün Taif Anlaşması çerçevesinde çalışacağını iddia etti. Lübnan İç Savaşı'nı 1990 yılında sona erdiren bu anlaşmalar ülkedeki milislerin dağıtılması çağrısında bulunuyordu. Hizbullah'ın bu maddeyi görmezden geldiği uzun zamandır biliniyor.
Kaynak: UnHerd
*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Makalede temsil edilen görüşlerin sorumluluğu yazara aittir, söz konusu yazı ve görüşler Hamaset'in editoryal politikasını yansıtmayabilir.