DÜNYAYI SÖMÜRGECİ KURUMLARDAN KURTARMAK

System.Web.UI.WebControls.Label / DÜNYAYI SÖMÜRGECİ KURUMLARDAN KURTARMAK   / DÜNYAYI SÖMÜRGECİ KURUMLARDAN KURTARMAK   / hamaset.com.tr

22 Ekim 2024 Salı

135 Görüntüleme

DÜNYA
Çeviren:Haber Merkezi |

İsrail'in geçtiğimiz yıl Gazze'deki Filistinlilere karşı gerçekleştirdiği soykırım, “uluslararası toplum” hakkında birçok soruyu yeniden gündeme getirdi. Örneğin, bu soykırım nasıl gerçekleşebildi? BM neden bunu durduramadı? Uluslararası mahkemeler neden etkisiz kaldı?

DÜNYAYI SÖMÜRGECİ KURUMLARDAN KURTARMAK   / hamaset.com.tr

Yazar: Alain Alameddine

Çeviri: M. Hulusi cengiz

 

Bu kurumlar gerçekten tarafsız ve adalet odaklı mı?

 

Bu sorulara genellikle “uluslararası kurumlar” ve “uluslararası hukuk”un kusurlu ya da yozlaşmış olduğu yönünde cevaplar veriliyor. Ancak bazı akademisyenler bu görüşe itiraz ediyor. Uluslararası kamu hukuku uzmanı Ralph Wilde, uluslararası hukukun bir özgürleşme aracı olmaktan çok uzak olduğunu ve aslında “Efendi'nin aracı” olduğunu savunuyor.

Anayasa hukukunda uzmanlaşmış bir avukat olan Emilio Dabed ise, uluslararası düzenin kusurlu olmadığı, aksine, savaşları sonlandırmak için değil, emperyal ve sömürgeci çıkarlara hizmet etmek üzere “tam da amaçlandığı gibi” çalıştığını belirtiyor. Bu kurumların kökeni, tasarımı ve işleyişi incelendiğinde, sömürgeci amaçlar net bir şekilde ortaya çıkıyor ve bu da gelecekteki politikaları şekillendirmeye yönelik ipuçları veriyor.

 

Uluslararası kurumların kökeni, amaçlarını açıkça gözler önüne seriyor

 

Uluslararası mahkemeler kavramı Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra doğdu ve İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra uygulanmaya başlandı. Her iki savaş da Avrupa kökenliydi ve sömürgeci güçlerin katılımıyla dünyanın geri kalanını da etkiledi. Avrupa merkezcilik ve sömürgecilik bu tartışmada çok önemli bir yer tutuyor. Avrupalılar yüzyıllarca dünya çapında toprakları ve halkları sömürgeleştirirken uluslararası mahkemelerin asla önerilmemiş olması ilginç bir noktadır. Mahkemeler sadece sömürgeci güçler diğer sömürgeci güçlere saldırdığında gündeme geldi. “Bu mahkemelerin gerçek amacı, dünyayı sömürgecilerden korumaktan ziyade, sömürgecileri birbirlerinden korumaktı.”

 

Uluslararası kurumların tasarımı da aynı amaca hizmet ediyor. Örneğin, Birleşmiş Milletler (BM), adını bile Avrupa ulus-devlet modelinden almıştır ve beş “daimî üyesine” (ABD, İngiltere, Rusya, Çin ve Fransa) veto hakkı tanımaktadır. Bu da herhangi birinin itiraz etmesi durumunda hiçbir kararın yürürlüğe giremeyeceği anlamına gelir. Bu yapı, dünyanın geri kalanını bu güçlerden korumak yerine, sömürgeci güçleri birbirlerinden ve diğerlerinden korur.

 

BM, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra bu beş devletin çıkarlarını korumak için bir müzakere ve çatışma arenası olarak tasarlandı. Bu beş devletin ilk nükleer silah sahibi ülkeler olması da tesadüf değildir. Siyonizm, sömürgeci bir projedir ve sömürgecilik insanlığa karşı işlenen bir suçtur (ancak bazı nüanslar için aşağıya bakınız). Beş dünya gücü Siyonist İsrail devletini meşru bir devlet olarak tanıdığı için, bu suçtan sorumlu tutulmayacaktır. BM Güvenlik Konseyi gibi sömürgeci yapılar, sömürgeciliği meşrulaştırmaktadır.

 

Uluslararası mahkemeler de benzer bir mantıkla inşa edilmiştir.

 

BM üyesi olan tüm devletler Uluslararası Adalet Divanı’na bağlı olsalar da bu mahkemenin kararlarının uygulanmasını sadece BM Güvenlik Konseyi sağlayabilir. Ancak bu daimî üyelerin veto hakkına tabidir. Bunun son örneği, 2022’de Rusya’yı Ukrayna’daki askeri operasyonlarını durdurmaya zorlayan bir kararın, veto nedeniyle uygulanamamasıdır.

 

ABD, Rusya ve Çin'in Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne taraf olmamaları, mahkemenin bu ülkelerin vatandaşları üzerinde yargı yetkisi olmadığı anlamına gelir. Bu tasarım, UCM’ye katılan ülkelerin mahkemenin kararlarını uygulamakla yükümlü oldukları, ancak bu üç dünya gücünün savaş suçları işlediğinde dokunulmaz oldukları anlamına gelir. Sonuç olarak, UCM’nin suçladığı 57 kişinin neredeyse tamamı Küresel Güney’den gelmektedir. Bir milyon Iraklı sivili öldüren George W. Bush ve Tony Blair gibi savaş suçluları ise, Batı dünyasından gelen birkaç kişi arasında yer almaz.

 

Gerçek şu ki bu kararlar, üstün ahlaki değerlere dayanmaktan çok, sömürgeci güçler arasındaki çatışmaların ve müzakerelerin sonucunu yansıtır. Sömürgeci güçler arasında değişimi zorlamak yerine, bu güçlerin kendi aralarındaki mevcut dengeleri korurlar.

 

Uluslararası yasalar da sömürgeci niyetleri açığa çıkarır. Örneğin, Cenevre Sözleşmesi'nin Ek Protokol ’ün 51. Maddesi, “askeri bir hedefe yönelik olmayan saldırıları” yasaklar. Bu ilke tamamen meşru olsa da özgürlük savaşçıları genellikle sömürgeci güçler gibi hassas silahlara sahip olamazlar. Sözleşme, bu asimetriyi göz ardı eder. Bu nedenle, bir Filistin roketi, İsrail tarafından kullanılan ABD yapımı 2000 kiloluk bir bombadan daha fazla suç sayılabilir, çünkü roket teknik olarak “ayrım gözetmeyen” bir silahtır.

 

Yerleşimci-sömürgeciliğin insanlığa karşı bir suç olup olmadığı konusundaki tartışmalar da dikkat çekicidir. UCM Roma Statüsü, insanlığa karşı işlenen bir dizi suçu listeler, ancak yerleşimci-sömürgecilik bunlar arasında yer almaz. Bunun yerine, sivillerin zorla tehciri gibi bazı unsurlar insanlığa karşı suç olarak kabul edilmiştir. Ancak yerleşimci-sömürgeciliğin temel bileşenleri –toprak işgali, savunma güçlerine saldırı ve yerli halkın yerinden edilmesi gibi– listeye dahil edilmemiştir.

 

Roma Statüsü, yerleşimciler ve yerli halk arasında ayrım yapmaksızın her iki tarafı da eşit şekilde korur. Bu da bir ev sahibinin, evine el koyan bir yerleşimciye karşı direnme hakkının sınırlı olduğu anlamına gelir. Daha da şaşırtıcı olan, yerli halkın evlerine zorla giren yerleşimcilerin suçlu sayılmaması, ancak evlerini geri almak için direnen ev sahiplerinin suçlu kabul edilmesidir.

 

Bu durum, İsrail’in yerleşimci-sömürgeci yapısını ifşa etmek için “uluslararası” kurumları kullanamayacağımız anlamına gelmez. Bu kurumların devletler arasında bir çatışma alanı olduğunu bilmek, mücadele stratejilerimizi daha akıllıca seçmemize yardımcı olur. Olumlu kararlar beklemek yerine, bu devletler içindeki güç dengelerini değiştirmeye çalışmalı, müzakere masasında yer almalıyız. Ayrıca Filistin gibi davalarda, işgale karşı silahlı mücadele, doğrudan eylem, boykot ve Siyonist propagandaya karşı mücadele gibi yöntemlerle direnişimizi sürdürmeliyiz.

 

Söylemlerimizde de dikkatli olmalıyız

 

BM'nin Filistinlilerin geri dönüş hakkına ilişkin aldığı 194 sayılı karar, İsrail tarafından geri dönüş hakkını inkâr etmek için kullanılabilir. Bu karar, “komşularıyla barış içinde yaşamak isteyen mültecilerin” geri dönebileceğini belirtir, bu da Filistinlilerin silahlı direnişini gerekçe göstererek geri dönüş hakkının reddedilmesine olanak tanır. Bunun yerine, yerli halkın topraklarına geri dönme ve egemenlik kurma hakkına odaklanarak bu hakkı savunmalıyız.

 

Uzun vadede hedef, sömürgeci dünya düzeniyle başa çıkmayı öğrenmek değil, onu tamamen ortadan kaldırmak olmalıdır. Birleşmiş Milletler ’in demokratikleştirilmesi ve veto hakkının kaldırılması gibi öneriler, sömürgeci önyargıyı ortadan kaldırabilir. Ancak bunun için sömürgeci güçlerin lehine işleyen güç dengesini anlamalı, bu dengenin nasıl değiştirilebileceğine dair politikalar geliştirmeli ve bu demokratik alternatifi hayata geçirmek için mücadele etmeliyiz.

 

Öte yandan, böyle bir demokratikleşme, başarılı olsa bile, yine de her derde deva olmayacaktır. Üyeleri üzerinde yargı yetkisine sahip dünya çapında bir organ kavramı, temelde devlet egemenliğinin sınırlandırılması anlamına gelir ve toplumlar içinde neoliberal ve kimliksel etkilere serbestlik tanır. Örneğin Suriye, Irak ve Sudan'da olan budur. Devletin parçalanması, mezhep temelinde toplumsal parçalanmaya yol açmış, bu da toplumun dış müdahalelere karşı bağışıklığını bastırarak şiddete ve hatta iç savaşa yol açmıştır.

 

Asıl çözüm, devlet yapısını ve meşruiyetini koruyarak iktidarın bu diktatör rejimlerden gerçek anlamda demokratik yönetimlere geçmesi ve böylece toplumun hem dış müdahaleden hem de mezhepsel parçalanmadan korunması olurdu. Bu, başka güçler tarafından değil ancak yerel demokratik siyasi hareketler tarafından üstlenilebilecek bir başarıdır.

 

Hem Küresel Kuzey'de hem de Küresel Güney'de, kendi ülkelerimizdeki sömürgeci güç ilişkilerini kırmak için bu tür demokratik güçlerin kurulması, insanlığı sömürgeci kurumlardan kurtarmanın ilk adımı gibi görünmektedir. Bu, dünyanın dört bir yanında özgürlük özlemi çeken bireylerin, sömürgeciliğin tehlikesinin ve yaygınlığının farkında olan bu tür demokratik hareketlere katılmaları ya da bu hareketleri oluşturmaları gerektiği anlamına gelmektedir.

Ayrıca kapitalizmin ve kimliğin siyasallaştırılmasının sömürgecilikte oynadığı içsel rolü de kabul etmeleri gerekir. Katı sol doktrinleri kopyalayıp yapıştırmak yerine, son iki yüzyıl boyunca devrimci ve sömürgecilik karşıtı sol tarafından öğretilen ve geliştirilen kavramsal araçlarda ustalaşmaları ve aynı zamanda gerçekliğin ve değişimin eleştirel bir analizini yapma kapasitesini geliştirmeleri gerekir. Ve çıkarlarını kendi toplumlarıyla sınırlamak yerine, sadece kendi bölgelerindeki diğer benzer hareketlerle ilişki kurmaları gerekecektir. Sömürgecilik küresel bir olgudur ve dolayısıyla ona karşı mücadele de küresel olmalıdır.

 

Kayanak: Middle East Monitor

*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Makalede temsil edilen görüşlerin sorumluluğu yazara aittir, söz konusu yazı ve görüşler Hamaset'in editoryal politikasını yansıtmayabilir



DİĞER YAZILAR


Haritalar ile belirlenen sınırların ötesinde

2022 © Tüm hakları saklıdır.