Yazar: Mireille Rebeiz
Çeviri: M. Hulusi Cengiz
Birçok izleyicinin dile getirdiği korkular, İsrail'in hava saldırılarına, çok daha kötü sonuçlar doğurabilecek bir şeyin eşlik etmesi: Güney Lübnan'ın karadan işgali.
İsrail hükümetinin bakış açısına göre, böyle bir hamlenin ardındaki mantık, kara harekatının Hizbullah savaşçılarını Litani Nehri’nin ötesine itmek için en iyi şans olabileceği. Bu sayede İsrail, kuzey sınırlarını güvence altına alabilir ve kuzey İsrail'den kaçmak zorunda kalan yaklaşık 60.000 kişinin evlerine geri dönmesini sağlayabilir.
Lübnan-İsrail sınırı: devam eden çatışma bölgesi
Litani Nehri'nin mavi ile belirtilen aşağı kısımları, İsrail ile Lübnan arasında BM tarafından önerilen tampon bölgenin kuzey sınırını oluşturuyor. Suriye'ye komşu olan Golan Tepeleri de bölgedeki ihtilaflı topraklar arasında yer alıyor. Hamas ve Filistin Yönetimi tarafından yönetilen Gazze Şeridi ve Batı Şeria, sıklıkla şiddetli çatışmaların yaşandığı bölgeler arasında.
Gerekçesi ne olursa olsun, bir kara saldırısı ve olası bir işgal, sadece çılgınca bir spekülasyon değildir. İsrail, böyle bir olasılığa karşı binlerce askerini Lübnan sınırı yakınında hazır bekletiyor.
Böyle bir hamle, emsalsiz de değil
Bir Lübnan tarihi uzmanı olarak, İsrail ve Lübnan’ın daha önce de bu noktaya geldiğini biliyorum. İsrail, 1982’de Lübnan'daki iç savaşın ortasında ülkeyi işgal etmiş ve başkent Beyrut’u kuşatma altına almıştı. Sonuçlar, tüm bölge için felaket oldu. Kara işgali, binlerce sivilin ölümüyle sonuçlanmakla kalmadı, Lübnan’ı kalıcı bir siyasi ve ekonomik kaosa sürükledi, ayrıca bugün kuzey İsrail’i tehdit eden Hizbullah’ın doğmasına yol açtı.
Sığınma ve silahlı direniş
İsrail’in 1982’de Lübnan’ı işgalinin kökleri, bugün Hizbullah ve İsrail arasındaki çatışmalarda olduğu gibi Filistin-İsrail çatışmasına dayanıyor.
1948’de İsrail devletinin kuruluşu, Filistinliler için Nakba yani “felaket” olarak nitelendirildi. Bu süreçte, köylerle derin bağları olan Arap nüfusunun yaşadığı topraklarda bir Yahudi devleti kurulurken, 750.000’den fazla Filistinli sürüldü ya da kaçtı.
Birçok mülteci, 1964’te Filistin Kurtuluş Örgütü’nün doğduğu Lübnan’a geldi. 1970’lerin ortalarına gelindiğinde, bu silahlı direniş grubu Lübnan topraklarından İsrail’e saldırılar düzenlemeye aktif olarak katılan 20.000’den fazla savaşçıyı silah altına almış ve eğitmişti.
1982 yılına gelindiğinde, Lübnan iç savaşı yedi yıldır devam ediyordu ve şiddet her geçen gün artıyordu. 6 Haziran 1982’de, İsrail Savunma Bakanı Ariel Şaron, Galile için Barış Operasyonu’nu başlattı ve FKÖ’yü ortadan kaldırmak amacıyla Lübnan'ı işgal etti.
Yüzlerce tank ve 40.000'den fazla İsrail askeri, Lübnan'a üç noktadan giriş yaptı: karadan güney Lübnan’a, denizden Sayda kıyılarına ve havadan İsrail güçleri Bekaa Vadisi'ni, Beyrut'u ve Filistin mülteci kamplarını bombaladı.
Beyrut iki ay boyunca kuşatma altına alındı, su ve elektrik kesildi. Ağır bombardıman ve temel ihtiyaçlara erişimin sağlanamaması sonucunda 5.500’ü Batı Beyrutlu sivil olmak üzere, yaklaşık 19.000 Lübnanlı, Suriyeli ve Filistinli sivil ve savaşçı hayatını kaybetti.
Lübnanlı yetkililer, Amerika Birleşik Devletleri, Fransa, İtalya ve Birleşik Krallık'tan yardım talep etti. Bu ülkeler, Lübnan’da barışı yeniden tesis etmek, Lübnan silahlı kuvvetlerine yardım etmek ve FKÖ savaşçılarını Tunus’a tahliye etmek amacıyla çok uluslu bir barış gücü oluşturdu.
Ağustos 1982’ye gelindiğinde, çok uluslu güç FKÖ savaşçılarını Lübnan dışına başarıyla yerleştirmiş ve geri çekilmeye başlamıştı. Ancak şiddet olayları yeniden alevlendiğinde, tekrar çağrıldılar.
14 Eylül 1982’de Lübnan’ın seçilmiş Cumhurbaşkanı Beşir Cemayel’in öldürülmesinin ardından, Hristiyan Falanjist milisler Sabra ve Şatilla'daki iki Filistinli mülteci kampına girerek 2.000’den fazla Filistinli sivili öldürdü. İsrail hükümeti, cinayetleri araştırmak üzere Kahan Soruşturma Komisyonu'nu kurdu ve bu komisyon, İsrail’in katliamlardan dolaylı olarak sorumlu olduğu sonucuna vardı.
Hizbullah’ın doğuşu
Bu tarih, bölgedeki mevcut durumla yakından ilişkilidir. İsrail’in Lübnan’ı işgali, Beyrut’u kuşatması ve ardından gelen katliamlar, Hizbullah’ın doğmasına yol açtı.
Lübnan’ın güneyinde marjinalize edilmiş Şii toplumunun üyeleri, uzun zamandır pan-Arap siyasi partiler ve milisler aracılığıyla harekete geçmeye çalışıyordu. Ancak İsrail’in işgali, 1985’te Hizbullah’ın kurulması için bu toplumu harekete geçiren olay oldu. Eski İsrail Savunma Bakanı ve Başbakanı Ehud Barak’ın 2006 yılında verdiği bir röportajda söylediği gibi: “Hizbullah'ı yaratan, bizim oradaki varlığımızdı.”
İsrail’in işgali, Lübnan’ın Batı ile ilişkilerini de bozdu. Pek çok Lübnanlı ve Filistinli Müslüman, çok uluslu gücü – özellikle de ABD’yi – başarısız ve hatta İsrail’in suç ortağı olarak görüyordu.
1982’den itibaren Amerikalılar ve diğer Batılılar hedef haline geldi. Takip eden on yıl içinde, 80’den fazla Amerikalı ve Avrupalı Hizbullah savaşçıları tarafından rehin alındı. Bazıları aylarca işkence gördü, diğerleri ise gözaltında öldü.
23 Ekim 1983’te Beyrut’taki Amerikan kışlasına yapılan terör saldırısında, 220 deniz piyadesi, 18 denizci ve üç asker dahil 300’den fazla kişi öldü. Dakikalar sonra ikinci bir intihar saldırısında ise 58 Fransız paraşütçü hayatını kaybetti. Bu saldırıların sorumluluğunu İslami Cihad üstlendi ve bazı üyelerinin, Şubat 1985’te resmen Hizbullah'ı kuranlar arasında olduğu düşünülüyor.
Hizbullah’a katılımlar
İsrail’in 1982’deki Lübnan işgali, güney Lübnan’dan İsrail’e yönelik saldırıları engelleme amacına ulaşamadı. Aksine, Lübnanlıların çoğunu İsrail’e karşı kışkırtarak ve Hizbullah’ın eleman kazanabileceği koşulları yaratarak tam tersi bir etki yarattı.
İsrail, 1982'de Beyrut’tan çekilmiş olmasına rağmen, 2000 yılına kadar güney Lübnan’ı işgal etmeye devam etti. Bu süre zarfında İsrail işgaline direndiğinden şüphelenilen birçok Lübnanlı hukuksuz bir şekilde gözaltına alındı. Bazıları insanlık dışı koşullarda haksız yere gözaltında tutuldu, diğerleri ise yasadışı yollarla İsrail’e nakledildi.
Bu ortamda, Hizbullah’ın Lübnanlıların gözündeki meşruiyeti ve desteği arttı. 1989’da Lübnan iç savaşı sona erdiğinde yetkililer, Hizbullah’ın meşru bir direniş hareketi olarak tanınmasına karar verdi.
Kaynak: The Conversation
*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Makalede temsil edilen görüşlerin sorumluluğu yazara aittir, söz konusu yazı ve görüşler Hamaset'in editoryal politikasını yansıtmayabilir.