Yazar: Marwan Kabalan
Çeviri: M. Hulusi Cengiz
Bu, sağlam kurumlara, güçlü bir ekonomiye, bol kaynaklara, modern bir idari sisteme, uyumlu bir topluma, kapsamlı bir ulusal kimliğe, eski bir anayasaya ve üzerinde uzlaşılmış bir siyasi sisteme sahip, geniş bir orta sınıf tarafından korunan, modern siyasi kültüre ve makul yaşam koşullarına sahip, ülkenin komşularıyla barış içinde yaşadığı ve onların bariz müdahalelerinin olmadığı istikrarlı bir ülkede mümkün olabilir.
Ancak Suriye’de şu an bunların hiçbiri mevcut değil.
Yeni yönetim, parçalanmış bir ülke, bölgesel olarak bölünmüş ve kurumsal olarak parçalanmış bir devlet, kendi içinde derin bir şekilde ayrışmış, alt kimlikleri birleştirici ulusal kimlikten üstün olan yoksullaşmış bir toplum devraldı.
Ayrıca liderleri kıt kaynaklara sahip, yağmalanmış bir ülkede savaş ağası mantığıyla yönetmeye alışmış, topraklarında dört yabancı ordunun konuşlandığı silahlı grupların kontrolünde bir yapı ile karşı karşıya kaldı. Bunun yanında, elitler arasında devletin şekli, anayasa ve hükümet sistemi konusunda da bir anlaşma bulunmamaktadır.
Seçkinler, anayasa, demokrasi, kamu özgürlükleri, din ve devlet arasındaki ilişki gibi önemli siyasi meselelerle meşgulken ve kamu pozisyonlarını doldurmak için yarışırken, nüfusun geri kalanı hayatta kalma mücadelesi vermektedir. İnsanlar, eğitim, sağlık ve hayatın doğal bir verisi olarak sahip olmaya alıştıkları diğer haklardan önce güvenlik, ekmek, su, elektrik ve ısınma yakıtı gibi en temel gereksinimleri elde etmenin zorluğu ile karşı karşıya.
Buna rağmen, daha adil bir değerlendirme yapmak adına, yeni yönetimin rejimin düşüşünün arifesinde iki önemli başarıya imza attığını kabul etmeliyiz.
Birincisi, iç barışın korunmasıdır. Yani toplumsal gruplar arasında yaygın intikam olaylarının önlenmesi sağlanmıştır ki bu, belki de rejimin düşüşünü yıllarca geciktiren en büyük endişelerden biriydi. İkinci başarı ise devlet kurumlarının korunmasıdır. Rejimin düşüşü sırasında yaygın yağma ve sabotaj olaylarına tanık olunmamıştır.
Her şeyden önce, son derece önemli bir hususa dikkat çekmeliyiz. Yeni yönetim, sahneye çıktığından bu yana aralarında denge kurmaya çalıştığı üç farklı tarafın baskısıyla karşı karşıya kalmaktadır. Bu durum, bazen kafa karışıklığı ve kargaşa içinde düşüncesizce kararlar almasına ve daha sonra hızla geri adım atmasına yol açmaktadır.
Bu taraflardan ilki, yeni yönetimin siyasi, ekonomik ve güvenlik açısından bir sonraki aşamaya yönelik arzu ve hedeflerine uygun bir performans sergilemesini bekleyen genel Suriye toplumudur. İkincisi, rejimi deviren yeni yönetimin, kendi vizyonu doğrultusunda yönetme hakkına sahip olduğuna inanan destekçileridir. Üçüncü taraf ise, yeni yönetimin geçmişini tamamen terk ettiğine, gücü tekeline almak ve katı bir yönetim biçimini dayatmak istemediğine dair daha fazla kanıt talep eden uluslararası toplumdur.
Tüm bunların ışığında bazı önemli tespitler yapabiliriz.
Eğer bu tespitleri göz ardı etmeye devam edersek, ilerleyen süreçte çok daha büyük hatalara düşmemiz kaçınılmaz olacaktır. En önemli ve geçerli tespitimiz, özellikle 2012 Anayasası’nın askıya alınmasından sonra mevcut anayasal boşluk durumunda ilerlemeye devam etmenin yanlış olduğudur. Örneğin, mevcut hükümetin hangi anayasal temelde yönetildiğini, geçici cumhurbaşkanının yetkilerinin sınırlarını ve geçiş sürecinin ne kadar süreceğini bilmiyoruz.
Ayrıca, anayasal bir deklarasyonun yayınlanmasının neden “hazırlanması aylar sürebilecek” Ulusal Diyalog Konferansı’nın düzenlenmesine bağlandığını da anlayabilmiş değiliz.
İkinci gözlemimiz ise, siyasi alandaki yavaş ilerleme göz önüne alındığında, ekonomik kurumların ve özellikle üretim kurumlarının statüsünün belirlenmesinde haksız bir acelecilik olduğudur. Bir geçiş yönetimi olarak mevcut otorite, ülkenin geleceğini ve kaderini etkileyecek önemli kararlar alma yetkisine sahip değildir.
İsrail ile bir barış anlaşmasına varma yetkisi olmadığı gibi, kamu sektörünün kaderini belirleme, satma, kısmen ya da tamamen özelleştirme, hatta işçileri işten çıkarma veya ulaşım ve enerji sektörleri gibi devletin stratejik varlıklarını elden çıkarma yetkisi de bulunmamaktadır. Bu, halka sunduğu platform temelinde seçilmiş bir hükümetin münhasır hakkıdır ve hatta anayasada yer alması gereken bir konudur.
Üçüncü ve son olarak, mevcut otoritenin sadece kurmaya çalıştığı uluslararası ve bölgesel ittifaklara dayanarak ülkeyi yönetmesi mümkün değildir. Çünkü içeride uzlaşmaya dayalı bir toplumsal sözleşmeye dayanan geniş bir ulusal ittifakın yokluğunda, dış ittifaklar pek bir anlam ifade etmeyecektir.
Zira hükümetin meşruiyeti milletin memnuniyetinden, gücü ise halkın iradesinden kaynaklanmaktadır. Bunu, hepimizin destek olması gereken bu deneyimin başarısı için duyduğumuz endişeden dolayı vurguluyoruz. Çünkü başarısızlık, Allah korusun, kaos anlamına gelir.
Kaynak: Middle East Monitor
*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Makalede temsil edilen görüşlerin sorumluluğu yazara aittir, söz konusu yazı ve görüşler Hamaset'in editoryal politikasını yansıtmayabilir.