Yazar: Andrew Latham
Çeviri: M. Hulusi Cengiz
Sıklıkla kötülenen bir dış politika kavramının tarihi ve siyaseti
Sıklıkla siyasi bir silah olarak kullanılan bu terim, küresel sorunlara kayıtsız, geri çekilen bir Amerika imajı yaratmaktadır. Ancak gerçek daha karmaşıktır. Örneğin bazı yorumcular, Başkan Donald Trump'ın Beyaz Saray'a dönüşünün yeni bir izolasyonizm dönemine işaret ettiğini savunuyor.
Diğerleri ise Trump'ın dış politikasının, ulusal özerkliği ve dış kısıtlamalardan bağımsız karar almayı önceleyen ve yalnızca bir ulusun çıkarlarına doğrudan hizmet ettiğinde uluslararası angajmanı savunan “egemenlikçiliğe” daha çok benzediğini iddia ediyor.
İzolasyonizmin ABD politikasındaki rolünü anlamak için tarihsel köklerine ve siyasi kullanımına daha yakından bakmak gerekmektedir.
Dış karışıklıklardan kaçınma fikri, ülkenin kuruluşundan bu yana Amerikan stratejik düşüncesinin bir parçası olmuştur. Başkan George Washington'un “karmaşık ittifaklara” karşı ünlü uyarısı, genç cumhuriyeti Avrupa'daki çatışmalardan yalıtma arzusunu yansıtıyordu.
Bu düşünce, 19. yüzyıl boyunca ABD politikasını şekillendirdi. Ülke Batı Yarımküre'deki nüfuzunu genişletti, yurtdışında güçlü ekonomik bağlarını sürdürdü ve zaman zaman bölgesel meselelere müdahale etti. Bu temkinli yaklaşım, ABD'nin Avrupa'daki rekabetlere derinlemesine karışmadan ekonomisini ve askeri gücünü geliştirmesine olanak sağladı.
Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra izolasyonizm daha belirgin hale geldi. Savaşın sarsıcı insani ve mali maliyetleri, birçok Amerikalının derin uluslararası katılımı sorgulamasına yol açtı. Başkan Woodrow Wilson'ın Milletler Cemiyeti'ne yönelik şüpheciliği bu düşünceyi güçlendirdi ve 1930'larda ABD, ülkeyi yabancı savaşların dışında tutmak için tasarlanan Tarafsızlık Yasalarını kabul etti. Ancak bu yaklaşımın sürdürülemez olduğu kanıtlandı.
ABD, her ne kadar 7 Aralık 1941'de Pearl Harbor'a yapılan saldırıdan önceki yıllarda Avrupa'daki çatışmalara giderek daha fazla dahil olsa da o gün resmen İkinci Dünya Savaşı'na girdi ve geleneksel izolasyonizmin kesin sonu geldi. Savaşın sona ermesiyle birlikte Amerikan stratejik düşüncesi değişti ve küreselleşen dünyada kısmi bir bağlantısızlığın bile artık bir seçenek olmadığının farkına vardı.
Savaş sonrası dönemde izolasyonizm, tutarlı bir stratejik perspektif olmaktan çıkıp siyasi bir alay terimine dönüştü. Soğuk Savaş sırasında NATO gibi askeri ittifaklara veya ABD'nin Kore ve Vietnam müdahalelerine karşı çıkanlar, gerçek politika tercihleri ne olursa olsun, genellikle izolasyonist olarak nitelendirildi.
Bu çerçeveleme, ABD'nin küresel angajmanını eleştirenleri marjinalleştirdi. Endişeleri, dünyadan çekilme refleksi yerine stratejik ihtiyata dayansa bile, eleştiriler izolasyonist olarak damgalandı.
Aynı kalıp 21. yüzyıla girerken de devam etti. ABD'nin Irak, Afganistan ve Ukrayna'ya müdahalesi üzerine yapılan tartışmalarda, geniş çaplı askeri taahhütleri eleştirenler, dış politikadan tamamen çekilmek yerine dış politikanın yeniden ayarlanmasını savunmalarına rağmen, sıklıkla izolasyonist olarak yaftalandılar.
Amerika'nın “sonsuza dek sürecek savaşlarına” son verilmesini isteyenlerin çoğu küresel bir geri çekilmeyi değil, ulusal çıkarların sözde kurallara dayalı uluslararası düzenin geniş çapta savunulmasına öncelik verilmesini savunuyordu.
Kalıcı bir efsane de izolasyonizmin dünyadan tamamen kopmayı temsil ettiğidir.
Tarihsel olarak, zirve yaptığı dönemlerde bile ABD'de izolasyonizm hiçbir zaman mutlak olmamıştır. Ticaret, diplomasi ve kültürel alışverişler, askeri müdahaleye isteksizliğin damgasını vurduğu dönemlerde bile devam etmiştir. Müdahaleciliği eleştirenlerin tarihsel olarak aradıkları şey, dış ilişkilerde sağduyulu olmaktır. Temel ulusal çıkarların korunmasını sağlarken gereksiz savaşlardan kaçınmayı amaçlamışlardır.
Son yıllarda “itidal” ABD dış politikası için daha kesin ve kullanışlı bir çerçeve olarak ilgi görmeye başlamıştır. İzolasyonizmin aksine, itidal küresel meselelerden çekilmeyi değil, daha seçici ve stratejik bir yaklaşımı savunmaktadır.
Savunucuları, ABD'nin gereksiz savaşlardan kaçınması, temel ulusal çıkarlara odaklanması ve tek taraflı askeri eylemlere güvenmek yerine istikrarı korumak için müttefikleriyle birlikte çalışması gerektiğini savunmaktadır. Bu bakış açısı, Amerikan gücünün sınırlarını ve aşırı genişlemenin risklerini kabul ederken, uluslararası angajmanın gerekliliğini de kabul etmektedir.
İtidali savunanlar, ABD dış politikasının yeniden ayarlanmasının, ülkenin en önemli olduğu yerlerde güçlü bir uluslararası varlık sürdürürken, acil iç meseleleri ele almasına izin vereceğini öne sürmektedir.
ABD onlarca yıllık müdahalesini yeniden değerlendirirken, itidal bağlantısızlık ile sınırsız küresel aktivizm arasında bir orta yol sunmaktadır. Dış politikada uzun vadeli istikrarı ve ulusal çıkarları, çatışmalara otomatik olarak dahil olmaya tercih eden daha düşünceli ve sürdürülebilir bir yaklaşımı teşvik etmektedir.
İzolasyonizm üzerine modası geçmiş ve siyasi olarak yüklü tartışmaların ötesine geçmenin, ABD'nin hem etkili hem de stratejik çıkarlarıyla uyumlu bir şekilde küresel olarak nasıl angaje olabileceği konusunda daha verimli bir konuşma yapılmasına olanak sağlayacağına inanıyorum.
Kaynak: The Conversation
*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Makalede temsil edilen görüşlerin sorumluluğu yazara aittir, söz konusu yazı ve görüşler Hamaset'in editoryal politikasını yansıtmayabilir.