Yazar: Gordon Brown
Çeviri: M. Hulusi Cengiz
Eski bir dönem çöktüğünde bunun ardından gelebilecek çatışma ve trajediyi gördük. Çok taraflılığa inanan ülkeler şimdi bir araya gelmeli
Yakın tarihin en kötü finansal dalgalanmasıyla başlayan ve Çin-ABD çatışmasının şimdiye kadarki en ciddi tırmanışıyla sona eren bir haftanın ardından, tektonik kaymaları sarsıntılardan ayırmanın zamanı geldi. Eğer hiçbir şey değişmezse 2020'ler, tarihçilerin bir zamanlar 1930'lar için kullandığı terimle, bu yüzyılın şeytanın on yılı olarak hatırlanma riskini taşıyor.
Sadece Covid-19 nedeniyle ölen yedi milyon insan ve artan küresel yoksulluk ve eşitsizlikle değil, aynı zamanda parçalanmış bir Ukrayna, yanmış bir Gazze ve her biri kurallara dayalı bir küresel düzenin güce dayalı bir düzen tarafından şiddetle yerinden edildiğinin kanıtı olan Afrika ve Asya'daki az rapor edilen zulümlerle de tanımlanacak.
Gerçekten de gözlerimizin önünde, eski düzenin her bir sütunu saldırı altında- sadece serbest ticaret değil, hukukun üstünlüğü ve uzun zamandır insan hakları ve demokrasiye verdiğimiz öncelik, halkların kendi kaderini tayin hakkı ve bir zamanlar dünya vatandaşları olarak kabul ettiğimiz insani ve çevresel sorumluluklar da dahil olmak üzere uluslar arasında çok taraflı iş birliği.
Güç değişimleri elbette tarihin bir parçasıdır.
İki yüzyıl içerisinde dört dünya düzeni yükselmiş ve çökmüştür. İlk ikisi- 19. yüzyılın başlarında Napolyon'un yenilgisinden sonra ortaya çıkan güç dengesi ve dört hanedan imparatorluğunun çöküşünden sonra doğan 1918 Versailles Antlaşması sonrası sistem-nihayetinde dünya savaşlarının katliamıyla sona erdi.
Ardından ABD ve Birleşmiş Milletler öncülüğünde 1945 sonrası mimarisi ve 1990'dan sonra Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı'nın dağılmasıyla ABD Başkanı George HW Bush'un “yeni dünya düzeni” olarak adlandırdığı düzen geldi.
Şimdi, ekonomik güç dengesi doğuya doğru kayarken ve yeni bir merkantilizm kök salarken, bir zamanlar Washington mutabakatı olarak adlandırılan şey artık hiçbir yerde desteklenmiyor- en azından Washington'da. Küreselleşme artık milyonlarca kişi tarafından herkes için adil olmayan bir “herkese serbest” olarak reddediliyor. Artık bir ulusun refaha giden yolu olarak açık ticaret değil, bunun tam tersi olan ticaret kısıtlamaları gösteriliyor.
Başkan Trump'ın taktiksel manevrası, halihazırda dünyanın jeopolitiğini yeniden şekillendiren derin değişimlerden faydalanmak oldu: birincisi, küreselleşmenin vaat ettiği faydalar ile insanların gündelik yaşamlarında sağladığı faydalar arasındaki derin uçurum ve bu nedenle dünyanın önde gelen küreselleşme karşıtı haline geldi.
Ayrıca, insanların telefonlarına durmaksızın inen sosyal medya bombardımanıyla tarihin “büyük adam” teorisini nasıl yeniden diriltebileceğini gördü- Putin, Xi, Erdoğan ve Kim Jong-un ona popülist ama otoriter liderlerin gündemi belirleyebileceğini gösterdi.
Ancak Trump'ın öngörülemezliği daha da büyük bir tehlikenin habercisi.
“Kaosun hüküm sürmesine izin ver ve kaosu dizginleme” mantrası gibi görünüyor ve normal yönetime benzer bir şeyin yakında yeniden başlayabileceğine dair kalıcı bir umut olsa da bu artık kimsenin gelecek planlaması için rasyonel bir temel olamaz.
Bunun yerine hem ABD hem de Çin'in çatışmalarını yeni seviyelere çıkarma konusunda risk almasıyla birlikte, “tek dünya, iki sistem” geleceğine mi yoksa önceki yüzyılların çoğunun tarihini karakterize eden kaotik düzensizliğe mi doğru gittiğimiz ve artık istikrarlı ve sürdürülebilir bir dünya düzeni inşa etme şansımızın olup olmadığı sorusu ortaya çıkıyor.
Son olaylardan sonra açık olan şey, dördüncü küresel düzenin yeniden tesis edilemeyeceğidir. Sadece daha korumacı bir çağda değiliz, aynı zamanda ABD'nin tek hegemonik güç olduğu tek kutuplu bir dünyadan çok daha fazla karar alma gücüne sahip merkezlerin olduğu bir dünyaya geçiyoruz. Ancak aynı zamanda birbiriyle daha bağlantılı bir dünya olduğumuz için, pandemilerden iklim acil durumlarına ve finansal bulaşıcılığa kadar krizlere karşı daha savunmasız durumdayız.
Dahası, bu hafta gördüğümüz gibi, ülkeler bu karşılıklı bağımlılığı ve bunun yarattığı tıkanma noktalarını kendi çıkarları için silah olarak kullanabiliyorlar. Dolayısıyla değerlere dayalı bir düzene yaklaşmak istiyorsak, bir noktada ortak geleceğimiz için 1941 Atlantik Şartı ve 1945 BM Şartı'nı temel alan, ancak tamamen farklı bir yüzyıla yönelik güncellenmiş bir küresel şart üzerinde anlaşmamız gerekecektir.
William Beveridge'in o dönemde söylediği gibi: “Dünya tarihinde devrim niteliğindeki bir an, devrimlerin zamanıdır, yamaların değil.” Geçtiğimiz birkaç gün içinde, bu yıl üç küresel konferansa başkanlık eden İspanya, Brezilya ve Güney Afrika liderlerinden çok taraflı iş birliği çağrıları geldi.
4. Uluslararası Kalkınma Finansmanı Konferansı, 30. BM iklim değişikliği konferansı ve G20. Malezya başbakanı ile Kolombiya ve Güney Afrika devlet başkanları “kolektif olarak artık uluslararası hukuku uygulamak için birleşmeliyiz” diye yazdılar. “Seçim çok açık: ya uluslararası hukuku uygulamak için birlikte hareket edeceğiz ya da hukukun çöküşünü göze alacağız.”
Uluslararası iş birliğine inanan tüm ülkeler, yeni birçok taraflılık yoluyla bu neslin, ulus devletlerin tek başlarına hareket ederek ya da ikili anlaşmalarla çözemeyecekleri, artık kaçınılmaz olan küresel sorunlara küresel çözümler getireceğine söz vermelidir.
İkinci olarak, bu geleceğin yapı taşları olarak, bu istekliler topluluğu, ulus devletlere özgü cevapların mümkün olmadığı acil meseleler- küresel güvenlik, iklim, sağlık ve insani ihtiyaçların yanı sıra ticaretin akışı- konusunda derhal pratik iş birliğine girişmelidir. Bunları sağlayan uluslararası kurumları modernize etmek için çalışmalıdırlar.
Üçüncüsü, Trump gibi şüphecilere karşı bir köprü kurmaya çalışmalı, mütekabiliyet ve uluslar arasında adil yük paylaşımı ihtiyacı konusunda onunla hemfikir olmalıyız ve borç yüklü bir dünyada yaşadığımız için, bu taahhütleri eyleme dönüştürmek için gereken kaynakları arttırmanın yenilikçi ve eşitlikçi yollarını önermeliyiz. Hiper-küreselleşme çağının başarısızlıklarını ele alarak, hepimiz sadece ticarete açık değil, aynı zamanda geride bırakılan herkesi kapsayıcı bir dünya için çaba gösterebiliriz.
İki yüz yıl önce, benzer önemli zamanlarda, bir İngiliz lider “eskinin dengesini düzeltmek için yeni bir dünyanın var olması” çağrısında bulunmuştu ve tarihten alınan ders, kalıcı olacak herhangi bir yeni düzenin, çıkarcılığın değişken kumları ve ulusal çıkarların en dar yorumu üzerine değil, ilkenin sağlam kayası üzerine inşa edilmesi gerektiğidir.
Roosevelt'in ilham verdiği uluslararası iş birliği bildirgesi olan Atlantik Şartı'nın temelinde, güç kullanımına ve korumacılığa karşı, ulusların kendi kaderini tayin hakkı ve zengin ile fakir arasındaki uçurumu kapatacak ulusal sosyal sözleşmeler için temel özgürlükleri kutlayan bir dizi ilke yer alıyordu.
Bu hedeflerin hiçbiri şu an itibariyle Trump tarafından savunulmuyor olsa da her şey kaybedilmiş değil: ABD Küresel Liderlik Koalisyonu'na göre, Amerikalıların %82'si izolasyonizme karşı çıkıyor ve ABD'nin “dünyaya dahil olduğunda” daha güçlü olduğuna inanıyor. ABD artık başkalarına dikte ederek tek kutuplu bir dünyaya liderlik edemezken, ikna yoluyla çok kutuplu bir dünyaya liderlik edebilir.
Ne yazık ki, Keir Starmer'ın cesur çabalarına rağmen, artık hiçbirimiz Ukrayna’nın- ve kaynaklarının- her yerde otokratları cesaretlendirecek şekilde parçalanmayacağını garanti edemeyiz. Ancak bize yol gösterecek ve önümüzdeki zorluklara karşı bizi daha hazırlıklı kılacak ahlaki pusulayı belirleyebiliriz.
1930'ların küresel anarşiye inişini tekrarlama riskiyle karşı karşıyayız; ancak ulusların birlikte hareket etmesiyle, modern zamanların beşinci dünya düzenini inşa etme gibi zorlu bir göreve başlarken 1940'larda bir an yaratabiliriz.
Kaynak: The Guardian
*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Makalede temsil edilen görüşlerin sorumluluğu yazara aittir, söz konusu yazı ve görüşler Hamaset'in editoryal politikasını yansıtmayabilir.