Yazar: Aaron Pomerantz
Çeviri: M. Hulusi Cengiz
İran'ın vekilleri Hamas ve Hizbullah'ın kilit liderlerini etkisiz hale getiren İsrail, İslam Cumhuriyeti'ne karşı uzun zamandır beklenen misillemesini hazırlıyor gibi görünüyor. Her ne kadar şu anda saldırılarını askeri varlıklarla sınırlandırsa da pek çok kişi İsrail'den “itidal” göstermesini talep ediyor.
Ayrıca, İran ve intikam sözü veren terörist vekilleriyle “gerilimi tırmandırmaması” konusunda uyarılarda bulunuluyor ve İran'ın sert bir girişimde bulunacağından endişe ediliyor. Ancak İsrail, Batılı liderlerin taleplerini -olması gerektiği gibi- görmezden geliyor gibi görünüyor.
“Ateşkes” ya da benzeri itidal çağrıları Batılı hassasiyetlere hitap etse de İsrail ve İran arasındaki kültürel dinamiklerin derin bir şekilde yanlış anlaşıldığını ortaya koymaktadır. Bu tehlikeli kültürel emperyalizm, yalnızca barış getirmeyecek, aynı zamanda İran'ın terörist faaliyetlerini tırmandırmasına ve genişletmesine neden olacaktır.
İnsanın doğuştan gelen değerini vurgulayan bir “haysiyet kültürüne” dayanan modern Batı'nın aksine İran, Orta Doğu'nun büyük bir kısmı gibi, hayatta kalmanın zorlu bir rakip olarak algılanmaya bağlı olduğu bir onur kültürüne sahiptir. İran ve vekilleri namus cinayetlerine ve Filistinli Araplar ile Yahudiler arasında süregelen gerginlik gibi uzun süredir devam eden kan davalarına karıştığında, bu durum açıkça görülmektedir.
Bu tür davranışlar haysiyetli Batılılar için neredeyse anlaşılmaz olsa da namus kültürleri çatışmaya “her ne pahasına olursa olsun” yaklaşımını benimser ve orantılılık ya da teslimiyet gibi kavramları zayıflık olarak görür. Kazanmak, insanlığın korunmasından daha önceliklidir. İsrail'e saldırmanın olası sonuçları sorulduğunda 100.000 masum Gazzelinin ölümünü “buna değer” olarak tanımlayan merhum Yahya Sinwar'ın örneklediği bir duygu, bu bakış açısına örnek teşkil etmektedir.
İsrail, bu kültürel gerçekliği uzun zamandır anlamakta ve Hizbullah ve Hamas'a karşı uyguladığı “tırmandırma yoluyla gerilimi azaltma” stratejisiyle buna uygun şekilde karşılık vermektedir. Bu tutarlı, hızlı ve acımasız misilleme yaklaşımı, 7 Ekim'den önce İsrail'e bölgede saygınlık kazandırmış, İbrahim Anlaşmaları ve hatta Suudi Arabistan ile görüşmeler gibi çabalarla eski düşmanlarıyla normalleşmenin yolunu açmıştır.
İsrail, 7 Ekim'den sonra bile onur temelli stratejilerinin etkili olduğunu kanıtlamış; Hizbullah ve Hamas'ın lider kadrosunu, sadece Sinwar'ı değil, aynı zamanda on yıllardır yakalanmaktan kurtulan arkadaşları ve İran'ın vekilleri İsmail Haniye ile Hasan Nasrallah'ı da etkisiz hale getirmiştir.
Böylece İsrail, sertliğini kanıtlamış ve buna bağlı olarak komşularının (kuşkusuz sessiz) saygısını kazanmıştır. Gerçekten de İsrail'in onur temelli stratejiler kullanmaya devam etmesi, ülkenin Yom Kippur Savaşı'nda ve benzer önceki çatışmalarda elde ettiği zaferlere benzer bir normalleşme etkisi yaratacaktır.
Batılı liderler, İsrail'in onur temelli stratejilerinin sonuçlarını övse de sürekli füze atışları, toplu katliamlar ve imha tehditlerine karşılık olarak “tırmanmaya” karşı çıkmakta ve “orantılılık” talep etmektedir. Batılı liderler, Hamas'ın 7 Ekim 2023'te ateşkesi bozduğunu görmezden gelerek “ateşkes” terimine her derde deva bir çözüm gibi yaklaşmaktadır.
Hatta Batılı politikacılar, İsrail'in Refah'a girmemesini talep ederek bunun maliyetine değmeyeceğini iddia etmişlerdir. Ancak İsrail, Hamas'ın orada rehineler sakladığını ve 7 Ekim'in mimarı Yahya Sinvar'ın adaletten kaçmak için orada saklandığını keşfetmiştir.
Batılı liderler, İsrail'in haysiyet temelinde bir barış tesis etmesinde ısrar ederek, İran'ın insan haysiyeti konusunda Batılı bir görüşe sahip olduğu yanılgısını benimsemektedir. Ancak İran, Aralık 1914'te Noel'de ateşkes çağrısı yapan Batılı ordulardan çok farklıdır. İran, bir haysiyet savaşı değil, onur ve kan savaşı yürütmektedir.
İran, İsrail'in varlığını misilleme gerektiren bir hakaret olarak görmekte ve bu da İran ve vekilleriyle anlaşmayı imkânsız kılmaktadır. Benzer şekilde, Hamas gibi İran vekilleri, kendi sivillerini isteyerek feda etmek de dahil olmak üzere savaş kurallarını rutin olarak çiğnemektedir. Onur mantığına göre, sivillerin hayatı, İsrail'in varlığına yönelik “hakaretin” intikamını almaya değer görülmektedir.
Hayatı böylesine rahat bir şekilde hiçe saymak, haysiyet kültürüne yabancıdır. Batılı liderlerin perspektifinden bakıldığında İsrail'in taktikleri- toplu çağrı cihazı patlamaları ve eski hastanelere ya da okullara yerleştirilmiş teröristlerin havadan bombalanması gibi- aşırı ve intikamcı görünmektedir.
İsrail'in düşmanları barış görüşmelerine açık olsalardı, birkaç bombardıman önce “yeter” derlerdi. Ancak liderleri sinek gibi düşerken bile, İran ve vekil grupları İsrail'e saldırmaya devam etmekte, kalan rehineleri serbest bırakmayı reddetmekte ve düşmanlıklara devam etme sözü vermektedir.
Bu kültürel okuryazarlık eksikliğinin müttefikleri yabancılaştırmanın ötesinde sonuçları bulunmaktadır. Batılı liderlerin onur bağlamında haysiyet normlarını uygulama konusundaki ısrarı, Amerika'nın zayıf ve istismara açık olduğunu göstermektedir.
Bu durum, İran'ın İsrail karşıtı protestoları finanse ederek ABD'de toplumsal huzursuzluğu körüklemesiyle ve görevdeki Başkan Trump ile yardımcılarına suikast planlamasıyla görülmüştür. Batılı liderler burada işleyen onur temelli gerçekleri görmezden gelmeye devam ederse, Batı'nın siyasi güvenilirliği tek kayıp olmayacaktır.
Hem Hamas hem de Hizbullah'ın felç olmasıyla birlikte, Ortadoğu'da Batılı liderlerin kolaylaştırılmasına yardımcı olması gereken bir barış fırsatı doğmuştur. Batı, kültürel emperyalizmle körleşmeye devam eder ve güç gerektiğinde itidal ve uzlaşmada ısrar ederse, bu yapılamaz.
Orta Doğu'daki çatışmaların sona erdirilmesi, onurlu kültürlerde kalıcı bir barışın güç ve sertlik üzerine inşa edilmesi gerektiğini kabul etmeyi gerektirmektedir. Bu barışı kolaylaştırmak için, Batılı liderler- hem mevcut hem de gelecek Amerikan başkanlık yönetimleri de dahil olmak üzere- “ateşkes” veya “tırmanma” konusunda kendi kültürel kökenli bakış açılarını zorlamaya çalışmak yerine, bölgenin kültürel manzarasını etkili bir şekilde yönlendiren bir yaklaşıma öncelik vermelidir.
Aksi takdirde bu çatışma daha da şiddetlenecek ve bundan zarar görecek tek demokrasi İsrail olmayacaktır.
Kaynak:
*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Makalede temsil edilen görüşlerin sorumluluğu yazara aittir, söz konusu yazı ve görüşler Hamaset'in editoryal politikasını yansıtmayabilir.