Yazar: Prabir Purkayastha
Çeviri: M. Hulusi Cengiz
Soykırım rakamları, sadece Amerika'nın yerli nüfusuna ilişkin farklı tahminlere değil, aynı zamanda soykırım kurbanlarının sayımında hangi unsurların dahil edilip edilmemesi gerektiğine de bağlıdır. Toplumları ve üretken temelleri yok edildiği için hastalıklardan ölenleri de dahil etmeli miyiz? Potosi'deki gümüş madenlerinde ölen, büyük bir kısmı yerli halktan oluşan 2 ila 8 milyon insanı nasıl hesaba katacağız?
Bu konuları başkalarına bırakarak, Bolivya’daki Potosi'den çıkarılan gümüşün, ilk küresel meta olarak nasıl madenden çıkarıldığına geri dönelim. Potosi madeni, “İnsan Yiyen Dağ” olarak biliniyordu. Madenciliğin acımasız koşulları, yeraltında geçirilen uzun saatler ve 14.000 fit yükseklikte çalışmanın zorlukları, köleleştirilen yerli madencilere büyük zarar verdi.
İspanyolların bu soruna çözümü, Afrika'dan köle ithal etmek oldu. Tordesillas Antlaşması, Afrika'yı Portekizlilere “tahsis ettiği” için İspanya, Afrika'dan köle tedarik etme görevini Portekizlilere verdi. Bu sistem, daha sonra Cenevizli tüccarlar, Hollandalılar, Fransızlar ve İngilizler tarafından yürütülen “Asiento de Negros” (siyahların anlaşması) olarak bilinir.
Portekizliler, Gana’da El Mina Kalesi’ni inşa ettiler; bu kale, köle gemisi seferleri arasında Afrikalıların tutulduğu ve Amerika'daki gümüş ve altın madenlerinde çalıştırılmak üzere taşındıkları bir yerdi. Hollandalıların El Mina Kalesi’ni ele geçirmesinden sonra Portekizliler, köle tedariki için Angola’ya yöneldi.
Karayipler ve Brezilya’da şeker, kahve, tütün ve koka gibi plantasyon ürünlerinin yetiştirilmeye başlanmasıyla kölelere olan talep büyük oranda arttı. Madenlerde gerekli olan az sayıdaki köle, artık plantasyonlar için başlıca “pazar” haline geldi. İlk küresel meta olan gümüşten sonra, köleler ve şeker Batı'nın yükseliş hikayesinin ikinci bölümünü oluşturdu. Bu süreç Sanayi Devrimi’nden yaklaşık iki buçuk yüzyıl önce başladı.
Afrika’dan köleleştirilen ve plantasyonlara taşınan insan sayısının, 16. yüzyılda 3 milyon, 17. yüzyılda 6 milyon ve 18. yüzyılda 3 milyon olmak üzere toplamda 12 milyon kişi olduğu tahmin edilmektedir. Bu rakamlar, köleliğin kaldırılmasından sonra Batı ve Doğu Hint Adaları’ndaki plantasyonlarda iş gücü haline gelen Hindistan ve Çin’den gelen sözleşmeli işçileri içermemektedir.
Ayrıca, genç erkek ve kadınların, alındıkları toplumların sürdürülebilirliği için büyük bir ölçekte “uzaklaştırılmalarının” Afrika'da yol açtığı demografik çöküş de dikkate alınmamıştır. Afrika'daki demografik çöküş Amerika kıtasındaki kadar şiddetli olmasa da Asya ve Avrupa nüfuslarının hızla arttığı bir dönemde Afrika'nın nüfusunun artmamasına neden olmuştur.
Amerika'daki plantasyon ekonomisinin belkemiğini köle emeği oluşturuyordu. İlk büyük plantasyon ürünü şekerdi. Gümüşten sonra ikinci küresel meta olan şekeri üreten Karayip plantasyonlarıydı. Haçlı Seferleri sırasında Araplardan şeker üretimini öğrenen Batı, önce Akdeniz adalarında, sonra İspanya ve Portekiz kıyılarındaki Atlantik adalarında, daha sonra da Afrika kıyılarındaki Sao Tome'de plantasyona dayalı şeker üretimini denedi.
Portekizliler, bu sistemi Portekiz’in kontrolü altındaki Sao Tome’den Brezilya’ya taşıdı.
Brezilya'nın şeker üreten bölgelerini kısa süreliğine kontrol eden Hollandalılar, şeker üretimini Hollanda Guyanası'na taşıdılar. Daha sonra İngilizlerin Karayip adaları Barbados ve Jamaika ile Fransızların San Domingue’ye (bugünkü Haiti) yayılmıştır.
Kapitalizmin doğuşunun Aydınlanma ve Sanayi Devrimi'ne yol açan Bilimsel Devrim'den kaynaklandığına dair geleneksel anlatı, Karayipler'deki plantasyon ekonomisinin şekeri küresel bir meta haline getirdiğini göz ardı etmektedir. Bu süreç, Güney Amerika'da köleler tarafından üretilen ve İngiltere'nin tekstil devriminin temelini oluşturan pamukla devam etti.
Bu hikâyede, Afrika'dan gelen köleler dışlanmış, çünkü insanlar meta olarak kabul edilmemiştir. Ancak, Londra, Bristol ve Liverpool’dan gelen tüccarlar köle ticaretine katılmış ve İngiltere'deki köle gemilerinin %90'ından sorumlu olmuşlardır. Onlar için insan ticareti, sadece başka bir ticaret olarak görülmüştür; insanlar yalnızca defterin kâr ve zarar sütunlarına girmiştir.
Avrupalı uluslar, Afrika'dan köleleri nasıl temin ediyordu?
Kısaca söylemek gerekirse, İspanyol Amerikası madenlerinden elde edilen gümüş, köle tedarikini finanse etmek için silah ve barutla birlikte kullanılıyordu. Gümüş, silahlar, barut, tekstil ürünleri ve baharatlar sadece köle ticaretini finanse etmekle kalmıyor, aynı zamanda Afrika’da köle “üretimine” de katkıda bulunuyordu. Fransız antropolog Meillassoux'nun tanımıyla, altın (para) ve demirin (silahlar ve mermiler) “rahminden” köle üretimi, özgür erkek ve kadınları köleye dönüştüren unsurlar olarak görülüyordu.
Şeker, sadece kapitalist pazarı yaratmakla kalmamış, aynı zamanda İspanyol gümüşüyle birlikte küresel finans sisteminin temellerini de atmıştır. Buna bir başka ‘meta’ daha eklenmiştir: Afrika’dan ele geçirilen ve Karayipler ile Amerika’da satılan köleler. İngiliz, Hollanda ve Fransız sermayesinin gelişimi, köle emeğiyle üretilen mallar kadar, insanların pazar için meta olarak kullanıldığı bu acımasız sistemin de öyküsüdür. İngiliz pamuk fabrikalarının belkemiğini oluşturan pamuk, güney ABD'deki köle plantasyonlarından geliyordu.
Plantasyon ekonomisinin acımasızlığını Amerikan edebiyatından ve daha modern pamuk plantasyonlarından biliyoruz. Ancak ABD'deki Karayipler ve Louisiana'daki şeker plantasyonlarında köle emeğinin durumu çok daha kötüydü. Köle ticaretinin yasaklanmasından önce, bir kölenin ortalama çalışma süresi, yenisiyle değiştirilmeden önce 7 yıl olarak hesaplanıyordu. Çocuklar ise 4-5 yaşlarından itibaren tarlalarda ebeveynlerine yardım ederek çalışıyordu. Plantasyon sahiplerinin günlüklerinde, köle emeği için yapılan hesaplamalar tamamen “bilimsel” olarak görülmüştü: Bir köleyi tutmanın maliyeti nedir ve sermaye getirisi onu değiştirmek için ne zaman yeterlidir? Bu hesaplama, bir kapitalistin sermaye ekipmanının amortismanını hesaplaması gibiydi.
16-18. yüzyıllarda ticaretin küreselleşmesiyle birlikte, Batı'dan Çin ve Hindistan'a gümüş akarken, ipek, porselen, baharat ve pamuklu tekstil ürünleri Avrupa’ya geri döndü. İspanyol gümüşü, Doğu'ya yapılan ticaretin temelini oluştururken, Hollandalılar, Fransızlar ve İngilizler küresel pazarlara ne sağlıyordu?
İşte, bu üç ülkenin Karayipler’e köle tedarik etmesi ve küresel pazar için şeker üretimindeki rolleri burada belirginleşir. Portekiz’den sonra İspanya ile köle anlaşmalarını onlar yapmış, aynı zamanda küresel pazara şeker üretmişlerdir. Hollandalılar, daha sonra Hollanda Doğu Hint Adaları'nda şeker plantasyonları kurmuş, ancak bunu daha çok Hindistan ve Çin'den gelen sözleşmeli işçilerle yapmışlardır. İngilizler ise Batı Hint Adaları ve Mauritius’ta benzer bir sistem kullanmıştır.
Eric Williams, Kapitalizm ve Kölelik adlı eserinde, köleliğin İngiliz ekonomisine “katkısı” konusunda öncü bir çalışma yapmıştır. Joseph Inikori, Afrikalılar ve İngiltere'deki Sanayi Devrimi adlı eserinde bu argümanları daha da geliştirmiştir. Bazılarımız, bulgularımızı özetleyerek İngilizlerin Afrika ile ticaretinde tekstil ve barut tedarikini de eklememiz gereken şeker ve kölelik üzerine çalışmalar yapıyoruz.
Sözde üçgen ticaret, İngilizlerin Afrika'ya tedarik ettiği her şeyi üçgenin Avrupa-Afrika tarafında ürettiğini ve imal ettiğini varsayar. Ancak bu tam olarak doğru değildir. Hindistan’dan gelen pamuklu tekstil ürünleri, Afrika'da köleler için ticareti yapılan malların değerinin %30-50'sini oluşturuyordu. Şekerin başlıca küresel meta olduğu bu dönemde İngilizler henüz sanayi devrimini gerçekleştirmemişti. Barut bir İngiliz ürünü gibi görünse de, aslında ana bileşeni Bengal-Bihar'dan gelen güherçileydi.
Kapitalizmin tarihi, Batı’nın iddia ettiği gibi Aydınlanma, Bilim ve Sanayi Devrimi ile başlamaz. Marx’ın belirttiği gibi, her gözeneğinden kan ve ter damlayan bir süreçtir. Bize unutturulmak istenen gerçek tarih budur.
Kaynak: MR Online
*Bu yazı ilk olarak Peoples Democracy'de yayınlandı.
**İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Makalede temsil edilen görüşlerin sorumluluğu yazara aittir, söz konusu yazı ve görüşler Hamaset'in editoryal politikasını yansıtmayabilir