Yazar: Edward Lucas
Çeviri: M. Hulusi Cengiz
Savaş sonrası dünya düzeninin ekonomik, askeri ve felsefi temelleri harap olmuş durumda. Ancak enkazın üzerinden yükselen dumana rağmen jeopolitik zorunluluk devam ediyor: rekabet et ya da boyun eğ.
Yorumlar keskin farklılıklar gösterse de bu Atlantik'in her iki yakası için de geçerli. Amerika Birleşik Devletleri'nden bakıldığında, sübvansiyonlu hegemonya dönemi sona ermiştir. Amerikan vergi mükellefleri artık nankör, beleşçi müttefikleri savunmanın maliyet ve risklerini üstlenmeyecektir.
Ne de kendi işlerini ve toplumlarını yok eden bir dünya ekonomik sistemini kabul edecekler. Bu yükleri kutsal bir görev diliyle gizleyen modası geçmiş, elitist bir değerler dizisine daha fazla saygı göstermeyecekler. Bu açıdan bakıldığında, Başkan Donald Trump'ın yönetiminin ilk haftaları gerekli sahneyi oluşturdu. Asıl mesele Çin Komünist Partisi (ÇKP) ile olan çekişmedir.
Avrupa'dan bakıldığında, onlarca yıllık kesinliklerin dikkatsizce yok edilmesi, beceriksizlik ve kaba teatrallikle birleşerek felaket anlamına geliyor. ABD savaş sonrası dünya sisteminin kurallarını yazdı ve bu sistem içinde zenginleşti ve saygınlık kazandı.
Bunu neden reddedelim?
Neden yıkalım? Bu aptalca öfke nöbetleri, gümrük vergileri ve tehditler neden? Eğer ABD küresel ahlaki, ekonomik ve stratejik liderliği terk ettiyse, eski müttefikleri çeşitlendirmelidir. Olayların tamamen farklı yorumlanmasına rağmen, temel soru aynı: Çin ile nasıl başa çıkılacağı.
Bu örtüşme yeni değil. Gerçekten de geçtiğimiz yıllarda ABD ve müttefiklerinin Çin'e yönelik tutumları birbirine yaklaşıyor gibi görünüyordu. ABD, Avrupalı müttefiklerine Huawei teknolojisinden uzak durmaları için baskı yaptı. Askeri bağlar, istihbarat paylaşımı ve yumuşak güç çabaları, Avrupa'nın doğu yarısında artık feshedilmiş olan “17+1” iş birliği çerçevesinden Avustralya ile İngiliz nükleer denizaltı anlaşmalarına kadar ÇKP'nin nüfuz faaliyetlerine karşı resmi ve gayri resmi koalisyonlar kurulmasına yardımcı oldu.
En Son Haberleri Alın
Şimdi tüm bunlar şüphe altında ve eski tabular yıpranıyor. Litvanya, Vilnius'ta neredeyse resmi bir büyükelçilik açarak Tayvan'a karşı oynadığı kumarın bir hata olduğunu söylüyor. İngiltere'nin askeri şefi Amiral Sir Tony Radakin Pekin'e habersiz bir ziyarette bulundu. İspanya Başbakanı Pedro Sánchez orada Xi Jinping ile görüştü ve Çin'i “önemli bir ortak” olarak tanımladı. AB liderliği ve ÇKP ortaklaşa olarak serbest ticareti savunuyor ve Trump'ın gümrük tarifelerinde yaptığı değişikliklerin yol açtığı aksamaları kınıyor.
Yüzeysel olarak bakıldığında Avrupa'nın Çin seçeneği cazip görünüyor.
Amerikalılara bir ders vermek ve bunu yaparken de biraz para kazanmak. Ancak pratikte zorluklar da yok değil. AB'nin en üst düzey diplomatı Kaja Kallas, Çin'in Rusya'nın Ukrayna'daki savaşının “en önemli destekçisi” olduğunu keskin bir dille ifade ediyor.
Trump yönetiminin yanlış adımları, Çin'in sübvansiyonlar ve diğer piyasa çarpıtmalarını içeren acımasız merkantilist ticaret politikasının ve fikri mülkiyetin sistematik olarak çalınmasının yanında sönük kalıyor; Orwellvari gözetleme politikaları, azınlık haklarının acımasızca bastırılması ve Tayvan'ın yeni başlayan ablukası da cabası.
Çin'in Avrupa'ya yönelik kendi politikası son aylarda giderek daha keskin bir hal aldı.
ÇKP'nin özel temsilcisi Lu Shaye, Rusya'nın Kırım'ı ele geçirmesini kabul etmekle kalmadı, AB üyeleri Letonya, Estonya ve Litvanya gibi eski Sovyet cumhuriyetlerinin egemenliğini de sorguladı.
ABD'nin müttefikleri, hassasiyetlerinin ve çıkarlarının Washington DC'de daha fazla önemsendiği ideal bir dünyanın özlemini çekebilir ve yönetimin onların değerini daha net bir şekilde göreceği zaman gelebilir. Avrupalılar da daha birleşik ve kararlı bir liderliğin devasa zenginliklerini ve kural koyucu güçlerini nasıl gerçek bir jeopolitik nüfuza dönüştüreceğini düşünmek isteyebilirler.
Ancak bu şu anda gerçek dünyadaki tercihi değiştirmiyor.
Önümüzdeki on yıllar boyunca ticaret, siyasi nüfuz ve teknoloji konularında geri dönüşü olmayan tavizler vererek Çin'in küresel liderliğini prensipte kabul etmek mi? Ya da ne kadar zor olursa olsun ABD ile birlikte çalışmak mı?
Kısacası: “Önce Amerika” dan yakınanlar “Önce Çin ”den daha da az hoşlanacaklar
Kaynak: Avrupa Politika Analizi Merkezi (CEPA)
*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Makalede temsil edilen görüşlerin sorumluluğu yazara aittir, söz konusu yazı ve görüşler Hamaset'in editoryal politikasını yansıtmayabilir.