İsrail’in Filistin işgali ve soykırımı artarak devam ediyor. İslam dünyasının kınamadan öteye geçmeyen sembolik açıklamaları İsrail’in her geçen gün daha şiddetli saldırmasına olanak sağlıyor. İsrail’i güçlendiren bir diğer nokta ise ilim ehlinin siyasi otoriteden bağımsız hareket edememesi. Özellikle Suudi Arabistan gibi rejimler bu noktada dikkat çekiyor. Krallığın kuruluşundan itibaren siyasi otoriteyi meşrulaştıran Suud uleması geleneksel rolünü sürdürerek İsrail’in Gazze soykırımında Suud rejiminin yanında duruyor.
7 Ekim’de başlayan Aksa Tufanı operasyonu sonrası İsrail’in Gazze’de işlediği savaş suçları İslam hukukuna aykırı olsa da Suud uleması İslami direniş gibi Suud rejimine tehdit olarak görülen ideolojik hareketlenmelere karşı İsrail’in yanında bir duruş sergiliyor. Sayıları az da olsa İsrail’i eleştiren ve Suudi Arabistan rejimine tavsiyeler sunan Suud alimlerinin varlığı bilinse de bu isimlerin birçoğu zindanlarda veya krallığın dışında yaşıyor. Dolayısıyla Suudi Arabistan içerisinde otoriteye ilmi veya dini bir eleştiri imkânı yok.
Bu durum krallığın otoriterliğinin sadece siyaset alanında değil aynı zamanda dini alanda da zuhur ettiğini gösteriyor. 7 Ekim sonrası İsrail’in Gazze soykırımına tepki göstermeyen birçok Suud aliminin, Tahran’da şehit edilen İsmail Heniye suikastı sonrası İsrail yanlısı fetvalar yayımlamaları otoritenin/sultanların uleması ( (علماء السلاطين olduklarını ispat etmiştir. Sadece Heniye suikasti değil aynı zamanda İsrail ile normalleşme ve boykot gibi politik meselelere yönelik yayımladıkları fetvalarla da Filistin’in, direnişin karşısında ve İsrail’in yanında olduklarını kanıtlamışlardır.
Suikast Sonrası Fetvalar
Şeyh Muhammed Issa el-Sinan, Heniye suikastı sonrası, Allah’a hamd ederek Heniye’den kötülükle bahsetmiştir. Gazze ve Gazze halkının Heniye’den kurtulduğunu, savaştan Hamas’ın sorumlu olduğunu belirten el-Sinan adeta İsrail ağzı ile konuşmuştur. Hamas’ın direniş tarihini savaş tarihi ile eş değer tutarak İsrail işgalini görmezden gelen el-Sinan, herhangi bir seçim kazanmamış ve İsrail ile iş birliği üzerine politik kariyerini inşa etmiş olan Mahmud Abbas’ı tek meşru lider olarak lanse etmiştir.
Söz konusu durum el-Sinan’ın doğrudan veya dolaylı olarak İsrail ile iş birliği yaptığı argümanını güçlendirmekle birlikte zihin yapısının Siyonistlerle aynı yörüngede olduğunu da göstermektedir.
Şeyh Mahir Din Zafir el-Kahtani de benzer açıklamalarda bulunmuştur. Tahran’da şehit edilmesi sonrası Heniye ve direniş hakkında kullandığı ifadeler el-Kahtani’nin pozisyonunu ortaya koyar niteliktedir. Örneğin Heniye’yi yeryüzünde fesat çıkartan biri olarak tanımlayan el-Kahtani, Heniye’yi Müslümanlar ile yöneticiler arasında ayrılık çıkarmakla suçlamıştır. Direnişin İran ile ilişkileri üzerinden Hamas’ı ve Heniye’yi Haricilik ile töhmet altında bırakan el-Kahtani, Filistin toplumunun ve İslam aleminin üzüntü ve öfke ile karşıladığı suikastı sevinçle karşılayarak Siyonistlerle aynı safta yer almıştır.
El-Kahtani gibi Şeyh Abdülaziz el-Reyyas da İsmail Heniye’nin suikastı sonrası verdiği bir vaazda direnişin karşısında, İsrail’in yanında yer alan açıklamalar sarf etmiştir. Örneğin el-Reyyas, “Müslümanları cihada çağıran herkes, aslında Müslüman olmayanların bir piyonudur ve Müslümanlar için hayır istemez; aksine, kendisi ve çocukları için çıkar sağlamaya çalışır. Bunun en iyi örneği, Gazze’de olanlardır.” Diyerek Gazze’deki cihadın hakiki bir cihat olmadığını, bu çağrıların İsrail’e hizmet ettiğini ifade etmiştir.
Fakat başta Dünya Müslüman Alimler Birliği olmak üzere İslam dünyasının saygın ve itibarlı birçok kurumu ve aliminin de ifade ettiği gibi Gazze bir cihat meydanı olarak bilinmektedir. Bu gerçekliği hiçe sayan el-Reyyas, vaazlarında Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdülaziz, ismi birçok katliama ve cinayete karışmış veliaht prens Muhammed bin Selman’a dualar etmiştir. İslam’a karşı modernite altındaki yeniliklere kelam etmeyen el-Reyyas, Suud otoritesinin alimi olarak Gazze sınavında sınıfta kalmıştır.
Aksa Tufanı
Heniye suikastını kınamayan Suud rejimi ve alimleri Aksa Tufanı ile ilgili de ilginç açıklamalar yapmıştır. Örneğin Dünya Müslüman Alimler Birliği’ne rakip konumda faaliyetler yürüten Rabıta Örgütü’nün Genel Sekreteri Muhammed el-İsa Aksa Tufanı’nı kınadığını, 7 Ekim’e karşı olduğunu ifade etmiştir. Hamas’ın Filistin’i temsil etmediğini belirten el-İsa, İsrail ile iş birliği yapan Mahmud Abbas yönetiminin Filistin’in meşru temsilcisi olarak lanse etmiştir.
Suudi Arabistan’ın FETÖ benzeri dinler arası diyalog projesinin mimarı ve uygulayıcısı olarak bilinen el-İsa, Yahudiler ve Hristiyanlar ile yakın ilişkiler kurmuş, dinler arası diyaloğu ve İsrail ile normalleşmeyi savunan açıklamalar yapmıştır. Bu bağlamda, İslam düşmanlarıyla iş birliğini teşvik eden bir figür olarak öne çıkan el-İsa direniş hareketlerine karşı sert tutumlar benimserken İsrail’in işgal ve soykırımına karşı söylem geliştirmemiştir.
Benzer şekilde Şeyh Hüseyin bin Yahya Maafa da Aksa Tufanı’nı utanç ve yıkım tufanı olarak tanımlamıştır. Hamas’ın 2017’de yayımladığı belgede Müslüman Kardeşler’in Gazze kolu ifadesi yer almasa da Şeyh Hüseyin, süreci Müslüman Kardeşler ile iltisaklandırarak güvenlikleştirici söylemlerde bulunmuştur.
Dahası Hamas’ı terör örgütü olarak nitelendiren Şeyh Hüseyin, İsrail’in kara propagandasının resmi uygulayıcısı gibi Hamas’ın Gazze dışındaki liderliğinin otellerde keyif sürdüğü yalanını kullanmıştır. Benzer şekilde aylardır vatan müdafasında bulunan Kassam Tugayları’nın tünellerde saklanmasını sivilleri ölüme terk etmekle benzeştirerek İsrail yanlısı bir duruş sergilemiştir.
Şeyh Muhammed bin Ömer Bezmul ise bir adım ileri giderek İsrail ile normalleşmeyi İslam’ın yasaklamadığını belirtmiştir.
Şeyh Bezmul, normalleşmeyi İslami kaidelere göre değil ‘meşru yöneticinin çıkarlarına’ odaklayarak krallığın İsrail’i meşru bir aktör olarak görmesi noktasında bir propaganda yürütmüştür.
Benzer şekilde Şeyh Nefi bn Abdullah el-Aziz de İsrail ve İsrail’i destekleyen şirketlere karşı başlatılan ve ciddi etki bırakan küresel boykot kampanyasına karşı argümanlar geliştirmiştir. Asr-ı Saadet dönemine ve Hz. Peygamber (as) döneminde Yahudilerle geliştirilen ilişkileri bağlamından koparan Şeyh Nefi, İsrail’in soykırımının yanında durarak Suudi Arabistan’ın ve Suud ulemasının sembolik imajını zedelemiştir.
Sonuç olarak Suud ulemasında Filistin direnişine karşıtlık ve İsrail’e sempati neredeyse bir konsensus haline gelmiştir. Suudi ulemasının bu açıklamaları, Filistin direnişine karşı çıktıklarını ve İsrail’in çıkarlarına hizmet eden bir konum aldıklarını göstermektedir. Bu söylemler, Suudi Arabistan'ın, İsrail ve Batı politikaları ile uyumlu bir duruş sergilediğinin kanıtıdır.