TÜRKİYE'NİN STRATEJİLERİ AKDENİZ'DE BİR GÜÇ OYUNUNA DÖNÜŞÜYOR

System.Web.UI.WebControls.Label / TÜRKİYE'NİN STRATEJİLERİ AKDENİZ'DE BİR GÜÇ OYUNUNA DÖNÜŞÜYOR / TÜRKİYE'NİN STRATEJİLERİ AKDENİZ'DE BİR GÜÇ OYUNUNA DÖNÜŞÜYOR / hamaset.com.tr

20 Ocak 2025 Pazartesi

130 Görüntüleme

DÜNYA
Çeviren:Haber Merkezi |

Ankara'nın Suriye'nin yeni hükümetiyle olası bir Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) anlaşması duyurusu, Türkiye'nin Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) ile 2019'da yaptığı deniz anlaşmasını yansıtıyor

TÜRKİYE

Yazar: Emadeddin Badi ve Abdullah al-Jabassini

Çeviri: M. Hulusi Cengiz

 

Daha önce yapılan bu anlaşma Türkiye'nin Doğu Akdeniz'de bir yer edinmesini ve bölgesel dinamikleri kendi lehine yeniden şekillendirmesini sağlamıştı. Bugün Ankara Suriye'de de benzer bir strateji izliyor, karada olduğu gibi suda da gerçekler yaratmaya çalışıyor ve kendisini ülkede baskın bir oyuncu olarak konumlandırmak için ekonomik ve siyasi destek vaadini kullanıyor.

 

Bu paralel manevralar, Ankara'nın Libya ve Suriye'yi Akdeniz'deki jeopolitik stratejisinin birbirine bağlı sütunları olarak gören ve bir arenadaki eylemlerin diğerindeki etkiyi güçlendirdiği daha geniş vizyonunun altını çiziyor.

 

Bu stratejinin merkezinde Türkiye'nin hedeflerini ilerletmek için askeri müdahaleler, siyasi anlaşmalar ve ekonomik araçlardan yararlanma eğilimi yer alıyor. Libya'da Türkiye'nin 2019 müdahalesi, insansız hava araçları, Suriyeli paralı askerler ve doğrudan askeri destek yoluyla kendisine kritik bir dayanak noktası sağladı. Bu sayede Ankara, kendi bakış açısından deniz sınırlarını yeniden tanımlayan ve Yunanistan, Kıbrıs, Mısır ve İsrail'in iddialarına meydan okuyan bir MEB anlaşmasını müzakere edebildi.

 

Anlaşma sadece ekonomik bir hamle değildi; Akdeniz'deki rakipleriyle karasuları ve enerji kaynakları konusunda karşı karşıya gelmek için stratejik bir hamleydi. Beş yıl sonra Ankara, Suriye'nin yeni hükümetiyle, deniz hak iddialarını Doğu Akdeniz'e doğru daha da genişletecek bir MEB anlaşması yapmaya çalışıyor. Türkiye bu eylemleri meşru hak arayışları olarak nitelendirirken, bölgesel güçlerin bunları zaten istikrarsız olan bir ortamda gerilimi derinleştiren provokasyonlar olarak görmesi muhtemeldir.

 

Libya'da Rusya'yı Dengelemek


Libya, Türkiye'nin Akdeniz stratejisinde merkezi bir rol oynuyor. Bu ülke, Ankara'nın bölgesel hedefleri için bir geçit ve nüfuz projeksiyonu için bir platform görevi görüyor. UMH ile uzun süredir tartışmalı bir deniz sınırı belirleyen 2019 Mutabakat Muhtırası, çözülmemiş egemenlik sorunlarını gündeme getirdiği ve uluslararası hukuka göre yasallığı tartışmalı olduğu için eleştirildi. Bu hukuki zorlukların ötesinde, Türkiye'nin Libya'daki konumu, Rusya'nın yerleşik müdahalesi nedeniyle daha da karmaşık hale geliyor.

Yakın zamanda Afrika Kolordusu olarak yeniden adlandırılan Wagner Grubu aracılığıyla Moskova, Libya Ulusal Ordusu Komutanı Halife Hafter'in güçlerini destekleyerek Hafter'in kontrol ettiği bölgelerde kendi yerini sağlamlaştırdı. Şam'ın düşmesinin ardından, Rusya'nın Türkiye'nin kontrolündeki hava sahası üzerinden Suriye'nin Hmeymim hava üssünden Libya'nın doğusuna silah sevkiyatı yaptığına dair haberler, Türkiye-Rusya rekabetinin paradoksal doğasını örnekliyor.

 

Yüzeysel olarak bakıldığında bu tür gelişmeler işlemsel görünebilir. Ancak, Ankara'nın daha geniş stratejisini yansıtıyor: Rusya'nın operasyonlarına sınırlar koyarak gerilimi tırmandırma hakimiyetini sürdürürken, stratejik avantajlar elde etmek için bölgesel dengeleyici rolünden yararlanmak. Bu dengeleyici hareket, Türkiye'nin Libya'daki hesaplı pragmatizminin altını çiziyor. Rusya ile iş birliği, hem bölgesel rakiplere karşı bir denge unsuru hem de ölçülü bir kumar işlevi görüyor.

 

Moskova'nın lojistik transferlerine izin vermekle Ankara, potansiyel bir yükümlülüğü stratejik bir kaldıraç aracına dönüştürmüş, NATO için vazgeçilmezliğini teyit ederken ve bölgesel nüfuzunu güçlendirirken, Rusya'nın Afrika'daki emellerini etkilemek için kendini ustaca konumlandırmıştır. Ancak bu stratejinin zayıf noktaları da var. Moskova'nın faaliyetlerini yönetmek için gereken hassas dengeleme, Ankara'yı yanlış hesaplama, aşırıya kaçma ve bağımlılık risklerine maruz bırakıyor.

 

Suriye’de güç göstergesi

 

Suriye'de Türkiye'nin müdahalesi, başlangıçta acil güvenlik tehditlerini ele alma ihtiyacından kaynaklanıyordu. Öncelikle kendi kendini İslam Devleti ilan eden örgütü ortadan kaldırmak ve Suriye'nin kuzeyinde toprak kontrolünü genişletmeye çalışan Kürt güçlerini kontrol altına almak hedeflenmişti. Ancak diktatör Beşar Esad'ın devrilmesiyle birlikte Ankara, ekonomik ve jeopolitik hedeflerini güvenlik hedefleriyle birleştirerek yaklaşımını yeniden ayarladı. Suriye ile bir MEB anlaşması ihtimali, 2019 Libya anlaşmasının dinamiklerini yansıtıyor. Böyle bir anlaşma, denizcilik alanında kazanımlar sağlayarak Türkiye'nin bölgedeki etkisini derinleştirebilir; ancak bu durum, risklerle doludur. Yunanistan, Kıbrıs ve diğer Avrupalı güçler, böyle bir anlaşmayı yasadışı ve istikrarı bozucu bir hamle olarak görebilir. Bu durum, bölgesel dinamikleri daha da kutuplaştırarak enerji ve egemenlik konusundaki anlaşmazlıkları yoğunlaştırabilir.

 

Türkiye'nin Suriye'deki yaklaşımı, stratejilerini farklı alanlara entegre etme ve birbirine bağlı politikalarla etkisini artırma yönündeki daha geniş hedeflerini de yansıtıyor. Ülkenin Suriye'de deniz kazanımları peşinde koşması, Libya anlaşmasının başarıları üzerine inşa ediliyor. Ancak bu stratejinin farklı bir jeopolitik bağlamda tekrarlanması, doğasında var olan riskleri de beraberinde getiriyor. Libya ve Suriye'de birbiriyle örtüşen gerilimler, Ankara'nın değişken rekabetler ve değişen ittifaklar arasında gezinirken sürekli olarak yeniden ayarlama yapmasını gerektiriyor. Stratejilerinin entegrasyonu, Türkiye'nin Akdeniz'i güç projeksiyonu için birleşik bir arena olarak görme vizyonunun altını çiziyor.

 

Bununla birlikte, Suriye'de önemli zorluklar ortaya çıkmaktadır.

 

Bunların en göze çarpanı İsrail'den kaynaklanmaktadır. Esad rejiminin çöküşünün ardından İsrail, hava saldırılarını artırarak sayısız askeri tesisi hedef aldı; uçakları, radar sistemlerini ve füze mevzilerini imha etti. Eş zamanlı olarak İsrail güçleri, işgal altındaki Golan Tepeleri'nin ötesine, özellikle Suriye'nin güneyindeki Kuneytra vilayetine saldırılar düzenleyerek varlıklarını genişletti.

 

Bu eylemler, Suriye'nin mevcut gidişatından duyulan memnuniyetsizliği yansıtıyor. İsrail'de, Suriye'nin Türkiye'nin himayesine girme riski taşıdığına dair yaygın bir algı bulunuyor. Bu senaryo, İsrail'in bölgedeki askeri hareket alanını ciddi şekilde kısıtlayabilir.

Bu endişe, Suriye'nin stratejik varlıklarının vazgeçilemeyecek kadar değerli olduğunu düşünen İran'ın nüfuz için manevra yapmaya devam edeceği inancıyla daha da artmaktadır.

Bu bağlamda, Arap devletlerinin liderliğinde yeniden inşa edilen bir Suriye hem Türkiye'nin hem de İran'ın etkisini sınırlandırırken yeniden dirilmelerini önleyici bir şekilde etkisiz hale getirebilir.

Bu vizyona ulaşılamaması halinde İsrail, Suriye'nin birliğini bozarak etnik ve dini azınlıklara destek verip ülkeyi parçalamayı ve Ankara'nın konumunu zayıflatmayı tercih edebilir. Bu durum, iki ülke arasında olası bir çarpışmaya zemin hazırlayabilir. Bu rekabetin karşılıklı etkileşimi, Ankara'nın hırslarının kırılgan doğasını vurgularken İsrail, belki de en zorlu meydan okuma olarak ortaya çıkmaktadır.

 

Tel Aviv'in Gazze'de açıkça görüldüğü üzere geleneksel uluslararası normların ötesinde hareket edebilme becerisi ve Ankara'nın geleneksel Batılı müttefiklerinin -yöntemleri ne olursa olsun- sarsılmaz desteğini alabilmesi, Türkiye'nin bu jeopolitik mücadelede karşı karşıya olduğu asimetriyi gözler önüne seriyor.

 

Türkiye, Libya ve Suriye'deki stratejilerini aynı hizaya getirerek her iki sahada da etkisini pekiştirmeye ve kaldıraç gücünü artırmaya çalışıyor. Bu hesaplı yaklaşım, Ankara'nın kendisini Akdeniz'de vazgeçilmez bir aktör olarak konumlandırma çabasını yansıtıyor. Taktik manevraları daha geniş jeopolitik kazanımlara dönüştürürken, emellerini tehdit eden zorlukları önceden önlemeye çalışıyor.

 

Ancak bu yüksek riskli strateji, Türkiye'yi savunmasız bırakıyor. Libya ve Suriye'de üst üste binen gerilimler, sürekli yeniden ayarlama gerektiriyor çünkü bir arenadaki ilerlemeler diğerinde hızla çözülebilir.

 

ABD Başkanı seçilen Donald Trump'ın bu ay Beyaz Saray'a geri dönmesi, bölgenin dinamiklerini şekillendiren en önemli belirleyicilerden biri olarak ortaya çıkıyor. Trump'ın dış politikaya yönelik işlemsel yaklaşımı, Ankara'ya özellikle Akdeniz'deki stratejik konumundan yararlanarak kendini daha agresif bir şekilde ortaya koyma fırsatları sunabilir.

 

Ancak aynı yaklaşım, ABD'nin bölgesel çatışmalardan daha fazla çekilmesi ve Türkiye'nin geleneksel Batılı müttefiklerinin desteği olmaksızın Moskova, İsrail ve diğer bölgesel güçlerin artan meydan okumalarıyla karşı karşıya kalması ihtimalini de gündeme getiriyor. Bu jeopolitik ortamın belirsizliği, Türkiye'nin kazanımlarının istikrarsızlığını gösteriyor. Bir tiyatrodaki ilerlemeler, başka bir tiyatroda hızla çözülebilir ve daha geniş Akdeniz stratejisini bıçak sırtına yerleştirebilir.

 

Nihayetinde Türkiye'nin Akdeniz stratejisi hem hırsı hem de kırılganlığı yansıtıyor.

 

Her ilerlemenin bir dizi zorluğu tetikleme riski taşıdığı bu değişken ortamda, Ankara hassas bir denge kurmaya çalışıyor. Türkiye'nin Libya ve Suriye'yi birbirine bağlı tiyatrolar olarak görmesi gibi, Batılı aktörler de Türkiye ile ilişkilerini yeniden düzenlemek için bu değişim anını değerlendirmelidir. Deniz istikrarı ve bölgesel kalkınmada ortak çıkarlar kabul edilmelidir.

 

Libya'da bu, Türk-Rus oligopol düzenini ılımlılaştıran ve aynı zamanda ortak Türk-Batı öncelikleriyle uyumlu şekilde istikrarı ve kapsayıcılığı teşvik eden bir siyasi süreci desteklemek anlamına gelmektedir. Suriye'de ise kapsayıcı bir siyasi çerçeveye bağlı olarak hedeflenen yaptırımların hafifletilmesi ve yeniden yapılandırma çabaları, istikrar çabalarını destekleyip acil ihtiyaçları karşılayabilir.

 

Batılı aktörler, Türkiye ile angajmanlarını karşılıklı çıkarlar ve ortak hedefler temeline oturtarak rekabeti iş birliğine dönüştürebilirler. Bu yeniden ayarlama, Türkiye'nin Akdeniz oyunun bölgesel istikrarın köşe taşı mı yoksa kalıcı kırılganlığın temeli mi olacağını şekillendirmede çok önemli bir rol oynayacaktır.

 

Kaynak: Atlantic Council of United States

*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Makalede temsil edilen görüşlerin sorumluluğu yazara aittir, söz konusu yazı ve görüşler Hamaset'in editoryal politikasını yansıtmayabilir.



DİĞER YAZILAR


Haritalar ile belirlenen sınırların ötesinde

2022 © Tüm hakları saklıdır.