Yazar: Mustafa Akyol
Çeviri: M. Hulusi Cengiz
Çok az kişinin fark etmiş gibi göründüğü bir olayın yüzüncü yıldönümündeyiz: Halifeliğin kaldırılması.
2024, dünyanın değilse de modern Ortadoğu'nun gidişatını derinden etkileyen bu önemli olay, yedinci yüzyılın başlarında İslam'ın doğuşundan bu yana dünya çapındaki Müslüman topluluğa siyasi liderlik eden Halifeliğin, yani Muhammed Peygamber'in "halefliğinin" sona erdiği yıldır.
Halifeliğin tarihi boyunca iniş çıkışları olmuştur. Zaman zaman sadece sembolik bir anlam taşırken, Osmanlı İmparatorluğu'nun bayrağı altında, yirminci yüzyıla kadar etkili bir şekilde varlığını sürdürdü. Ancak, Osmanlı İmparatorluğu Birinci Dünya Savaşı sonrasında çöktüğünde, Mustafa Kemal (Atatürk) 1922'de Osmanlı monarşisini kaldırdı ve bir yıl sonra Türkiye Cumhuriyeti'ni ilan etti.
Bu devrimde dikkat çekici bir ayrıntı vardı: Kemal, başlangıçta Halifeliğe dokunmadı. Cumhuriyeti Ankara'da başlarken, Halifelik, son Osmanlı veliahdı Abdülmecid'in elinde, siyasetten uzak, prestijli bir kurum olarak İstanbul'da varlığını sürdürdü. Eğer bu durum devam etseydi, Halifelik Vatikan benzeri bir yapıya dönüşerek, sadece Türkiye'de değil, daha geniş Sünni dünyada da ahlaki otoritesini koruyabilirdi.
Ancak Kemal, kendi otoritesi dışında başka bir otoriteye tahammül edemedi. Monarşinin kaldırılmasından yaklaşık on altı ay sonra, 3 Mart 1924'te Halifeliği de kaldırdı ve son Halife, Osmanlı hanedanının tüm üyeleriyle birlikte Türkiye'den sürgün edildi.
Halifeliğin kaldırılması iyi bir karar mıydı? Atatürk'e hayranlık duyan Türk laikleri ve Orta Doğu'daki pek çok laik ya da milliyetçi için bu soru evet olarak yanıtlanacaktır. Ayrıca, Halifeliği İslam'ın günümüzdeki aşırıcılık tezahürleriyle, hatta kendi "halifeliğini" ilan eden IŞİD'le ilişkilendiren pek çok Batılı da aynı fikirde olabilir.
Ancak Boston College profesörü Jonathan Laurence'ın da aralarında bulunduğu bazı akademisyenler, farklı bir görüş ortaya koyuyor: Hoşgörülü ve modernleştirici bir İslam'ı temsil eden Osmanlı Halifeliği'nin kaldırılması, modern Ortadoğu'nun trajedisinin büyük bir kısmını açıklayan laik otokratlar ve gerici İslamcılar tarafından doldurulan bir boşluk yarattı. Eğer Halifelik, aşırılığı dizginleyen aklı başında bir dini otorite olarak devam etseydi, Müslüman dünyasının gidişatı, gayrimüslim azınlıklar da dahil olmak üzere, herkes için daha iyi olabilirdi.
Bu argümanın en iyi örneklerinden biri, Osmanlı Halifeliği'nin Yahudilerle olan unutulmuş dostluğudur.
Bir Yahudi-İslam Geleneği
Yeni kitabım *The Islamic Moses*'ta da ele aldığım gibi, bu dostluğun hikayesi oldukça etkileyicidir. Yahudiler ve Müslümanlar arasındaki dostluk, İslam'ın MS 610'da Mekke'de doğmasıyla başlamıştır. Kur'an, Yahudilere ve Hıristiyanlara büyük saygı gösteren birçok hikâyeyi yeniden anlatmış, özellikle Musa Peygamber, Muhammed için de bir rol model olmuştur.
İslam, hızla bir dünya imparatorluğuna dönüşürken, putperestliği yok etmeye ant içmiş, ancak Yahudiler ve Hıristiyanları "Kitap Ehli" olarak kabul etmiştir. Yahudilere tanınan dhimma statüsü, modern anlamda eşit vatandaşlıkla kıyaslanamayacak olsa da, özellikle ortaçağ Hıristiyanlığı ile karşılaştırıldığında Yahudiler için büyük bir hoşgörü anlamına geliyordu.
Yahudiler, yüzyıllar boyunca genellikle Müslüman yönetimi altında yaşamayı tercih etmiş ve birçok Yahudi tarihçinin de kabul ettiği gibi, Orta Doğu, Kuzey Afrika ve özellikle Müslüman İspanya'da kayda değer bir gelişme göstermişlerdir.
Bu dönemde, Eli Barnavi "Müslüman topraklarındaki Yahudi cemaatlerinin altın çağı" hakkında yazmış ve bu dönemi parlak bir ekonomik refah ve kültürel yaratıcılık dönemi olarak tanımlamıştır. Bir başka tarihçi olan Haham Joseph Telushkin, Müslüman yönetimi altındaki "İspanyol Yahudiliğinin Altın Çağı"nı Yahudi tarihinde Amerikan-Yahudi yaşamının çağdaş altın çağına benzetmiştir.
“Yahudilerin Yaşaması İçin Dünyadaki En İyi Yer"
İslam altındaki bu Yahudi altın çağlarından biri, Osmanlı İmparatorluğu döneminde yaşanmıştır. Batı Anadolu'da küçük bir Türk beyliği olarak ortaya çıkan Osmanlılar, zamanla Bizans'ın kalıntılarını da içeren geniş bir imparatorluk kurmuşlardır. Bizans'ın Osmanlılar tarafından fethinden sonra Yahudiler, sinagog inşa etme, ticaret yapma ve mülk sahibi olma özgürlüğüne kavuşmuşlardır.
Osmanlı hoşgörüsünün haberi Avrupa'ya hızla yayılmış ve bu da Yahudilerin Macaristan, Fransa, Sicilya, Bavyera gibi yerlerden Osmanlı topraklarına göç etmelerine yol açmıştır. 1453'te Bizans'ın başkenti olan Konstantinopolis fethedildiğinde, şehir Yahudi göçmenler için cazip bir yer haline gelmiştir. Yale tarihçisi Alan Mikhail'e göre, "1453'ten sonra İstanbul, Yahudilerin yaşaması için dünyadaki en iyi yerdi."
İstanbul'a gelen Yahudi göçmenlerden biri olan Isaac Zarfati adlı haham, Almanya'daki Yahudilere hitaben bir mektup yazarak onları Türkiye'ye davet etmiş ve "herkesin kendi asması ve incir ağacı altında huzur içinde yaşayabileceği" bir yer olduğunu belirtmiştir.
Kan İftiraları ve Müslüman Koruyucular
On dokuzuncu yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu, Avrupa’nın modernleşme eğilimlerini yakalamaya çalışmış, bu da Yahudiler dahil olmak üzere imparatorluktaki gayrimüslimlerin eşit haklara sahip olmalarını sağlamıştır. Ancak Avrupa'nın karanlık yanları da Osmanlı'ya sızmıştır. Buna, Hıristiyan toplumunda yaygın olan antisemitik kan iftiraları da dahildir.
En büyük kan iftirası olaylarından biri, 1840 Şam Vakası'dır. Osmanlı Sultanı Abdülmecid, Yahudilerin suçsuz olduğunu belirten bir ferman yayımlayarak bu iftirayı sonlandırmıştır.
Son Halifeye Son Veda
Abdülmecid'in bu fermanından yaklaşık seksen yıl sonra, son Osmanlı Halifesi Abdülmecid Efendi, 1924'te Türkiye'den sürgün edilmiştir. Halifenin İstanbul'dan ayrıldığı gün, Yahudi bir tren istasyonu müdürü ona sıcak bir şekilde veda etmiştir. Müdür, Osmanlı ailesinin Yahudilerin koruyucusu olduğunu ve atalarının Osmanlı tarafından kurtarıldığını hatırlatarak bu sıcak karşılamayı açıklamıştır.
Bugün İçin Dersler
Bu kayıp tarihten çıkarılacak en önemli ders, Halifeliğin yeniden kurulması değil, aksine Osmanlı Halifeliği'nin Batı karşıtı olmadığının ve Yahudi düşmanlığına karşı durduğunun hatırlanmasıdır. Osmanlı Halifeliği, Batı'nın başarılarını örnek almış, Rusya'ya karşı Avrupa ile ittifaklar kurmuş ve Yahudilere karşı hoşgörülü bir tutum sergilemiştir.
Bugün, İsrail-Filistin arasındaki çatışmaların yoğunlaştığı bu dönemde, Müslümanlar ve Yahudiler arasındaki geçmiş dostluklar yeniden hatırlanmalı ve modern siyasi trajediler çözüme kavuşturulmalıdır.
Kaynak: Law & Liberty
*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Makalede temsil edilen görüşlerin sorumluluğu yazara aittir, söz konusu yazı ve görüşler Hamaset'in editoryal politikasını yansıtmayabilir.