Yazar: Behnam Ben Taleblu
Çeviri: M. Hulusi Cengiz
İsrail'in İran'a karşı uzun zamandır beklenen misillemesi, dini rejimin konvansiyonel askeri zayıflığını ve stratejik kırılganlık hissini ortaya koydu.
Tarihteki en büyük tek günlük balistik füze operasyonu olan 1 Ekim füze saldırısını İran'a "ödetmek" için tasarlayan İsrail, esasen tartışmasız üç saldırı dalgasında 20'den fazla askeri hedefi vurdu. Ancak, bu saldırıların Tahran'da doğru yönde bir değişiklik yaratmaya yetip yetmeyeceği belirsizliğini koruyor.
İran radarlarının yanı sıra Rusya tarafından sağlanan S-300 platformları gibi hava ve füze savunma sistemlerinin de devre dışı bırakıldığı ya da imha edildiği bildirildi. Parchin, Khojir ve Shahroud'dakiler gibi katı yakıtlı füze üretimiyle bağlantılı birçok balistik füze tesisi ve İran'ın yerel füze tedarik zincirini desteklediğine inanılan diğer tesisler de benzer şekilde etkisiz hale getirildi.
ABD istihbarat topluluğu tarafından Orta Doğu'nun en büyüğü olarak değerlendirilen İran'ın balistik füze cephaneliğinin 3,000 civarında olduğu tahmin edilse de, son saldırıda bu cephaneliğe dokunulmadığı görülüyor. İsrail, bunun yerine, Tahran'ın zaman içinde İran topraklarından Yahudi Devleti'ne ulaşabilecek daha fazla orta menzilli sistem üretme kabiliyetini hedef aldı.
Bu durum, Tahran'ı zor durumda bırakıyor. Bu mermileri üretmeyip ateşleme kabiliyetine sahip olmak, bunların faydasını önemli ölçüde azaltır. Bu, zaten füze fırlatmaya istekli ve bunu yapabilen bir rejimin vereceği herhangi bir tepkiyi önlemeye ya da sınırlamaya yardımcı olabilir. Öte yandan, daha büyük bir kampanyanın sadece açılış hamleleri olduğunu varsayabileceği şeyleri önlemek için, geleneksel olmayan yollar da dahil olmak üzere risk almayı ve tırmanmayı teşvik edebilir.
Nisan ayında İran, İsrail'in Şam'da diplomatik bir tesisi bombaladığını ve çok sayıda üst düzey Devrim Muhafızı komutanının öldüğünü iddia ederek karşılık vermişti. Bu yanıt, İran'ın İsrail'e karşı ilk kez doğrudan ve açık bir saldırı başlatmasını içeriyordu. İsrail, balistik füzelerin yanı sıra alçaktan ve yavaş uçan insansız hava araçları ve karadan saldırı amaçlı seyir füzeleri de içeren bu yaylım ateşinin çoğunu durdurmanın yanı sıra, S-300'e bağlı bir radar platformunu hedef alarak karşılık verdi. Rejimin en değerli savunma sistemlerinden bir bataryayı etkisiz hale getirme becerisini gören Tahran, buna rağmen caymadı.
1 Ekim'de İslam Cumhuriyeti, İsrail'in Hamas ve Hizbullah liderlerini öldürdüğü son saldırılara, Nisan ayında ateşlediği yüksek ve hızlı balistik füzelerin sayısını iki katına çıkararak karşılık verdi. Böylece, Amerikalı generallerin Nisan saldırısının “azami çaba” olduğu ve rejimin İsrail'i doğrudan vuracak daha fazla mühimmata sahip olmadığı yönündeki değerlendirmelerini çürütmüş oldu. Büyük ölçüde engellenmesine rağmen, 30 füzenin bir İsrail hava üssünü vurduğu bildirildi.
İsrail'in misillemesinin ardından, İran'ın nasıl karşılık vereceğine dair seçenekleri daha da keskinleşti.
Başlangıçta İranlı yayın organları, saldırıları küçümseyerek İran'da iç huzursuzluğa yol açmasını engelleyecek bir geri çekilme hattı oluşturmaya çalıştı. Ancak, bu inkârlar kısa sürede askeri elitler tarafından güçlendirilmeye devam eden intikam çağrılarına dönüştü. Geçtiğimiz Pazar günü, İran Dini Lideri Ali Hamaney, saldırının ne “abartılması” ne de “küçümsenmesi” çağrısında bulunarak sorumluluğu üstlendi ve aynı zamanda en iyi yanıtın nasıl verileceğine karar verme yükünü alenen “yetkililere” devretti.
Ancak, konuşmasının gözden kaçan bir bölümünde, Hamaney itidal çağrısı yapanlarla, ya da kendi deyimiyle “zayıflıkla” ve “hassas güç araçlarının” peşinden gitmemekle alay etti. Hamaney'in verdiği örnek füzelerle ilgili olsa da bu muğlaklık, nihai güç aracı olan nükleer silah arayışına dair çıkarımlar yapılmasına olanak tanımaktadır.
Bu durumun, İran'ın bilim camiasına ve savunma sanayii üssüne -ABD istihbarat camiasında İran'ın silahla ilgili faaliyetlerine ilişkin değerlendirmelerin değişmesine yol açan- halihazırda rapor edilmiş olan korunma faaliyetlerini ilerletmeleri için yeşil ışık yakıp yakmadığını söylemek için henüz çok erken olsa da sırtını duvara dayamış olan Tahran'ın nereye gidebileceğine dair tehlikeli bir işarettir.
Daha da önemlisi, Hamaney'in yorumları tek başına yapılmamıştır. İran'da, ülkenin eşik statüsünü vurgulayan ve nükleer politikanın gözden geçirilmesi çağrısında bulunan çok sayıda resmî açıklama yapılmıştır. Bu tür açıklamalar, İsrail'in “Direniş Ekseni”ne karşı askeri başarıları karşısında, İran'ın caydırıcılığının giderek daha önemli bir unsuru haline gelmiştir.
Nitekim, Hamaney'in konuşmasıyla aynı gün, İranlı bir parlamenter İslam Cumhuriyeti'nin nükleer doktrininin değiştirilmesi çağrısında bulundu. Bunu, Devrim Muhafızları'na bağlı sertlik yanlısı gazetelerin ve hatta örgüt üyelerinin İran'ın nükleer doktrininin değiştirilmesi yönündeki çağrıları izledi. Hatta bazı politikacılar, Tahran'ın nükleer silaha sahip olması halinde ekseninin liderliğini koruyabileceğini açıkça ilan etti.
Uzun menzilli saldırı üretiminin engellenmesi ve açık füze saldırıları yoluyla İsrail'e karşı caydırıcılık için yeni bir “denklem” oluşturamaması karşısında, Tahran'daki karar alıcılar için nükleer kılıç sallamanın ve hatta belki de atomik bir oldu-bittinin cazibesi artmaktadır. Bu durum, İran konvansiyonel askeri alanla sınırlı kalmayabilecek bir dizi yanıt üzerinde düşünürken ABD ve İsrail arasında daha yakın siyasi, istihbari ve askeri iş birliği ve koordinasyon zorunluluğunu ortaya çıkarmaktadır.
Kaynak: The Hill
*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Makalede temsil edilen görüşlerin sorumluluğu yazara aittir, söz konusu yazı ve görüşler Hamaset'in editoryal politikasını yansıtmayabilir.