Biden Savaşın Sona Ermesini İstiyor ve Netanyahu'nun Barışı Engelleyeceğini Nihayet Anlıyor
Eğer Netanyahu'nun İsrail'in bir teklifini reddettiğine dair haberlerin tuhaf olduğunu düşünüyorsanız, bir kez daha düşünün. Bu George Orwell'in 1984'ü değil, Benjamin Netanyahu'nun 2024'ü. İsrail lideri, İsrail'in "savaşa geri dönme hakkını saklı tutacağını" belirttiği anda, ABD Başkanı Joe Biden'ın sunduğu, üç aşamalı bir rehine serbest bırakma ve ateşkes anlaşmasıyla çatışmaları sona erdirmeye yönelik "İsrail önerisinin" suya düştüğü açıktı. Netanyahu, sadece aşırı sağcı koalisyonunu yatıştırmakla kalmıyor, baştan beri istemediği bir anlaşmadan da vazgeçiyordu.
Biden'ın "İsrail, Katar, Mısır ve diğer Orta Doğu ülkelerinin liderleri" ile yapılan müzakereler sonucunda ortaya çıktığını söylediği teklif, "kalıcı bir ateşkes ve tüm rehinelerin serbest bırakılması için bir yol haritası" sunuyordu. Plan, ilk aşamada Gazze'de geçici bir ateşkesi içeriyordu ve ayrıca İsrailli rehinelerin Filistinli mahkumlarla takas edilmesini ve daha sonraki aşamalarda kalıcı bir ateşkese aracılık edilmesini öngörüyordu. İşte bu noktada Netanyahu'nun şartları, koşulları ve çatışmayı yorumlayışı, teknik olarak Hamas reddetmiş gibi görünse de "Hamas'ı yok etme" hedefini gizleyen herhangi bir anlaşmayı ulaşılamaz kılıyor.
Netanyahu uzun yıllar boyunca riskten kaçınan biri olarak tanındı. Kendisini savunanlar, yaydığı palavra, demagoji ve kutsiyete rağmen, temelde temkinli ve dengeli olduğunu söylediler. Muhalifleri ise onun doğası gereği sahte olduğunu, bunun ihtiyatlılık ya da zekâdan ziyade korkaklık, endemik kararsızlık ve karar verme konusunda içsel bir yetersizlik olduğunu iddia etti.
Riskten kaçınsın ya da kaçınmasın, her iki tarafın da hemfikir olduğu üzere onun tek hesabı, her ne şekilde olursa olsun siyasi hayatta kalmaktır. Devam etmekte olan bir ceza davası ve 7 Ekim terör saldırısı ve ardından gelen savaş nedeniyle siyasi yaşam beklentisi tehdit altındayken, geçmişte sergilediği riskten kaçınma tavrının yerini katıksız bir pervasızlık ve kaba bir sinizm almıştır.
Bu tutum, sorumluluk almayı ve çatışmanın yönetiminden sorumlu tutulmayı reddetmesini, ABD ile kasıtlı olarak karşı karşıya gelmesini ve rehine durumuna karşı görünüşte kayıtsız, ikiyüzlü yaklaşımını yönetmektedir.
Biden'ın "İsrail'in önerisini" sunmasından bu yana geçen altı gün içinde ne İsrail ne de Hamas perşembe gününe kadar kesin bir yanıt vermedi. Dikkatler dramatik bir şekilde İsrail ile Hizbullah ve doğrudan ya da dolaylı olarak İran arasında büyük bir gerilimin patlak vermek üzere olduğu İsrail-Lübnan sınırına kaymış durumda. Bu durum Gazze anlaşmasını sekteye uğratmış gibi görünse de aslında ikisi birbiriyle ayrılmaz bir şekilde bağlantılı.
Savaşın başlangıcından bu yana Biden'ın öncelikli hedefi gerilimin tırmanmasını önlemek olmuştur. İsrail ve Lübnan arasında, İsrail'in 1985'te Lübnan'ın güneyinde oluşturulan "güvenlik bölgesinden" çekilmesinin ardından en son 2000 yılında yapılan bir anlaşmayla belirlenen sınırın tam olarak nasıl çizileceği konusunda yaşanan spesifik soruna rağmen, ABD Gazze'de ateşkesi kuzeyde gerilimi azaltmanın anahtarı olarak görüyor. Bu iki konu, her biri diğerine yanıt veren jeopolitik iletişim gemileri gibi.
Biden'ın zamanlaması tesadüfi değildi ve öneriyi sunma motivasyonu siyasi olduğu kadar esaslıydı. Rakibi ve Kasım ayındaki muhtemel Cumhuriyetçi aday Donald Trump'ın bir porno aktörüne sus payı ödemesiyle ilgili mali kayıtlarda sahtecilik yapmaktan 34 suçtan oybirliğiyle mahkûm edilmesinden bir gün sonra geldi. Biden'ın Beyaz Saray'da durup Orta Doğu'da olası bir ateşkes hakkında konuşması ikisi arasında olabildiğince keskin bir tezat oluşturdu.
Biden, İsrail'e sekiz ay boyunca verdiği aralıksız desteğin ardından, savaşın derhal sona erdirilmesi gerektiğine inanıyor. Siyasi olarak ise Netanyahu'yu açık etti. Yalancı ve manipülatif Netanyahu'nun her an İsrail'in kendi önerisini reddedebileceğinden ya da geri adım atabileceğinden şüphelenen Biden blöfünü görmeye karar verdi, ancak görünüşte Hamas'ın planı kabul etmesini talep etti, sanki İsrail'in rızası zaten tamamlanmış bir anlaşmaymış gibi. Ama öyle olmadı.
ABD'nin bir anlaşma için baskı yapmakta iki temel çıkarı var. Birincisi, savaşın kendisini tükettiğinin ve oyun değiştirici bir eylem bir yana, daha fazla somut kazanım elde edilemeyeceğinin farkına varılması. Biden kalıcı bir ateşkesten söz ettiğinde, bunu ilk kez kamuya açık, net ve kesin bir şekilde yapmış oldu. ABD için diplomatik maliyeti ve kendisi için siyasi maliyeti sürdürülemeyecek kadar yüksek hale geldi. Bunun temelinde, tutarlı, tanımlanmış ve ulaşılabilir siyasi hedefleri olmayan bir savaşı başlatan Netanyahu'nun bunu siyasi nedenlerle uzattığının geç de olsa farkına varılması yatıyordu.
ABD yönetimi, aylarca uygun bir inkâr durumunda yaşadıktan sonra, Netanyahu'nun Washington'un fikirlerini kabul etmeyi ya da savaş sonrası siyasi bir çerçeve veya plan sunmayı reddederek kasıtlı olarak kendisine meydan okuduğu sonucuna vardı. Dahası, siyasi çıkarları için Biden ile bilinçli olarak bir çatışma arayışında olduğuna dair kanıtlar artıyordu. Biden hafta başında Time dergisine verdiği bir röportajda bunu kendisi de söyledi. İkincisi, Biden'ın Gazze'deki savaşın, risklerin çok daha yüksek, yıkımın potansiyel olarak daha büyük ve ABD'nin bu savaşa sürüklenme olasılığının önemli olduğu Lübnan'a sıçramasını engellemesi gerekiyor.
Biden hem savaşı sona erdirmeye hem de tırmanmasını önlemeye çalışan bir politikayı ifade etme çabasıyla planı sundu. Netanyahu'nun duman ve aynalarla dolu dünyasında bile Biden artık oyalanma zamanının geçtiğini biliyordu. Ancak Hamas'ın ortadan kaldırılması konusundaki ısrarı, Biden'ın barışçıl bir çözüme ulaşma girişimlerini olanaksız hale getirdi. Hamas şimdi kalıcı bir ateşkes için Amerikan güvencesi talep edecek ama ABD'nin bunu sağlayabileceği şüpheli- her ne kadar CIA direktörü ve Katar hala bir anlaşmayı kurtarmak için yoğun çaba sarf etse de.
Netanyahu'nun tepkisinin Hamas'tan bir ret cevabı almak için mi yoksa Biden'ın yakasını bırakması için mi olduğu önemli değil. Netanyahu'nun çıkmazı ortada. Bir çıkmaza girmiş durumda. Erteleme, oyalama ve zaman kaybetme artık işe yaramayacak. Bu ikili bir durum: anlaşma ya da anlaşma yok. Ona göre anlaşma olmaması daha iyi bir seçenek.
Kaynak: theguardian.com
Alon Pinkas: 2000-2004 yılları arasında İsrail'in New York Başkonsolosu olarak görev yaptı. Şu anda Haaretz'de köşe yazarlığı yapıyor.
*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Makalede temsil edilen görüşlerin sorumluluğu yazara aittir, söz konusu yazı ve görüşler Hamaset'in editoryal politikasını yansıtmayabilir.