Röportaj: Ma Ruiqian
Çeviri: M. Hulusi Cengiz
Venezuelalı siyasi analist Sergio Rodriguez Gelfenstein (Gelfenstein), Global Times (GT) muhabiri Ma Ruiqian ile yaptığı röportajda Batılı ülkelerin Venezuela'nın içişlerine karışma nedenlerini, Küresel Güney'in sesini ve ABD hegemonyasının durumunu değerlendirirken, Çin'in küresel barış ve kalkınmaya nasıl katkı sağladığını da paylaştı.
GT: 2019'da ABD, Venezuela muhalefetini Başkan Maduro'yu Venezuela'nın meşru lideri olarak tanımayı reddetmeleri için kışkırttı. Batılı ülkelerin Venezuela'nın içişlerine bu son müdahalesini nasıl değerlendiriyorsunuz ve gerekçeleri nelerdir?
Gelfenstein: Batılı bakış açısının evrensel hale getirilme çabaları, son 80 yılda görülmemiş bir yapısal dönüşüm sürecine neden oldu. Bu durum, farklı ülkelerde ve bölgelerde direnç yarattı. Giderek artan sayıda insan, ABD ve Avrupa'nın emperyal ve sömürgeci egemenliğine karşı çıkıyor. Venezuela da bu ülkelerden biri.
Venezuela, ABD'nin kontrol ve hegemonyasından ayrılma kararı aldığından bu yana geçen 25 yıl içinde halkın seçtiği anayasal hükümetleri devirmek için her türlü siyasi, askeri, ekonomik ve diplomatik aracı kullandı Amerika.
Bunun en önemli nedeni, Venezuela'nın muazzam enerji kaynaklarına sahip olmasıdır. Dünyanın en büyük petrol rezervlerine sahip olan Venezuela, aynı zamanda en büyük doğal gaz rezervlerinden birine sahiptir. Ayrıca tarih boyunca, Venezuela'nın bağımsızlık ve özerklik gibi siyasi süreçleri, bölgedeki diğer ülkeler için örnek teşkil etmiştir.
Bu iki unsur, ülkenin kontrolünü Batı için son derece cazip hale getiriyor. Amaçlarına ulaşamayınca müdahalelerini artırdılar. 2015 yılında, dönemin ABD Başkanı Barack Obama, Venezuela'yı ABD'nin ulusal güvenliğine yönelik "olağandışı ve olağanüstü bir tehdit" olarak ilan etti ve bugün hala yürürlükte olan bir yaptırım politikası başlattı. Bu yaptırımlar, halkın günlük yaşamında ciddi değişikliklere yol açarak huzursuzluk yarattı ve bu durumdan hükümeti sorumlu tutarak halkın desteğini değiştirmeyi amaçladı.
GT: ABD ve Çin'in farklı tutumları, Venezuela ve diğer Latin Amerika ülkeleriyle olan ilişkilerini nasıl yansıtıyor?
Gelfenstein: ABD ve Çin'in Venezuela ile olan ilişkileri, bu farklılıkları tam anlamıyla yansıtıyor. Bu farklılık sadece seçim dinamikleriyle sınırlı değil. Washington, Venezuela'ya müdahaleci ve kibirli bir yaklaşımla kendi görüşlerini dayatırken, Çin sürekli olarak Venezuela'nın egemenliğine saygı gösteriyor ve bu da hem hükümet hem de halk tarafından takdir ediliyor. ABD, ilişkilerinde hegemonik bir tavır sergilerken, Çin, her ülkenin kurumlarına ve kendi kaderini tayin hakkına saygı gösteren, yasal eşitliğe dayalı ilişkiler kurma arzusunda.
GT: Daha önceki bir röportajınızda, ABD'nin küresel hegemonyasını sürdürme kabiliyetini kaybetmekte olduğunu belirtmiştiniz. Latin Amerika'da ABD'nin etkisi azalıyor mu? Daha fazla Latin Amerika ülkesi, Amerikan kontrolüne karşı daha fazla direnç mi gösteriyor? Mevcut uluslararası durumda, Küresel Güney'in sesini ve ABD hegemonyasının durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Gelfenstein: Latin Amerika'da ABD ile olan ilişkilerdeki sorun, birçok ülkede yerel oligarşilerin hala önemli bir güce sahip olması ve çıkarlarının Washington'la örtüşmesi nedeniyle ona sadık kalmalarıdır. Bu durum yavaş yavaş değişiyor, ancak bu sürekli bir ilerleme süreci değil. İlerlemeler olduğu gibi gerilemeler de var, çünkü halk, ilerici ve demokratik kesimlerle birlikte, dışlanan büyük çoğunlukların değişimlerde öncü bir rol oynamasını sağlayacak güç dengelerini oluşturmayı başaramadı. Bu bağlamda, ABD Latin Amerika ve Karayipler'i "arka bahçesi" olarak görmeye devam edebilir.
Ancak Küresel Güney açısından durum çok daha olumlu. Afrika ve Asya'da, Batı'nın temsil ettiği muhafazakâr ve gerici pozisyonların giderek izole olduğunu gösteren sömürge karşıtı ve anti-emperyalist hareketler var. Giderek artan sayıda ülke, Rusya'ya yönelik yaptırımları reddediyor ve sırf ABD istiyor diye Çin'den izole olmayı kabul etmiyor.
Giderek hızlanan bir süreçle Avrasya, önemli dünya siyasi kararlarının alındığı yer olarak Kuzey Atlantik'in yerini alıyor. Çin ve Rusya tarafından oluşturulan ve Hindistan, Endonezya, İran gibi önemli ülkelerin de katıldığı kurumlar ağı, dünyanın Batı'nın işaret ettiği yönden farklı bir yöne ilerlediğini gösteriyor. Küresel düzeyde BRICS, gezegene yeni bir dinamik kazandırıyor.
GT: Çin'i birçok kez ziyaret ettiniz ve gelişimine tanık oldunuz. Sizce Çin'in hangi özellikleri ve fikirleri gelişimine katkıda bulundu? Bu özelliklerin gelecekte küresel barış ve kalkınmaya nasıl katkı sağlayacağını düşünüyorsunuz?
Gelfenstein: Çin'in gücü, öncelikle beş bin yılı aşkın bir süredir kesintisiz devam eden kültür ve medeniyetinin sağlamlığından kaynaklanmaktadır. Çin halkının tarihine ve mirasına olan bağlılığı, onlara sarsılmaz bir sağlamlık ve istikrar sağlıyor.
Ayrıca, Çinli liderlerin Marksizm gibi Batılı bir teoriyi antik felsefeyle birleştirerek "Çin özelliklerine sahip sosyalizm" kavramını yaratma konusundaki olağanüstü vizyonu, bu başarıyı pekiştirdi.
Çin'in, hegemonyacılık ve gösterişten uzak, insanlığın büyük sorunlarını çözmeye yönelik küresel liderlik örneği, tahakküm ve savaş yerine iş birliği ve bilim ile teknolojiyi insanlığın iyiliği için kullanmaya adanmış büyük bir güç olmanın mümkün olduğunu göstermektedir.
Kaynak Global Times
*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Makalede temsil edilen görüşlerin sorumluluğu yazara aittir, söz konusu yazı ve görüşler Hamaset'in editoryal politikasını yansıtmayabilir.