Yazar: Alain Gabon
Çeviri: M. Hulusi Cengiz
Avrupa'da aşırı sağın dramatik bir şekilde yayılması, Müslümanları daha fazla tehdit olarak gösteren Müslüman karşıtı bir enternasyonal yaratıyor
Sağcı İsveç Demokratlarının seçimlerde ülkenin ikinci büyük partisi ve kazanan sağcı bloğun lideri haline gelmesinden sadece birkaç gün sonra, İtalya'nın gelecekteki başbakanı olarak "neo-faşist" olarak adlandırılması daha doğru olabilecek "post-faşist" parti Fratelli d'Italia'nın (İtalya'nın Kardeşleri) liderini seçme sırası geldi.
Meloni'nin iktidara gelişi, tüm kıtada yaşanan dramatik siyasi dalgalanmanın sadece son kanıtıdır
Avrupa Birliği'nin ilk kurucu üyelerinden İtalya'nın da aralarında bulunduğu iki Avrupa Birliği üyesi ülkenin ardı ardına aşırı sağa kaydığı ve bu kez önce 1980'lerde neo-Naziler tarafından kurulan bir partiyi, ardından da Mussolini'nin faşistlerinin doğrudan torunlarını iktidara getirdiği düşünüldüğünde, Batılı hükümetlerin, seçilmiş yetkililerin ve medyanın tepkileri garip bir şekilde sessiz ve uzlaşmacı olmuştur.
Tepkilerin mahcup ürkekliği anlaşılabilir. AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen'in kısa sürede fark ettiği üzere, seçimler tamamen demokratik ve meşru olmakla birlikte, bir müttefikin iç siyasi işlerine doğrudan müdahale etmeden İtalya'nın seçimini eleştirmek zordur.
'Her zamanki gibi iş' dönüşü
Uzmanların yanı sıra İtalyan siyaset uzmanları ve akademisyenler de aylardır İtalyan neo-faşist partilerinin uzun süredir demokratik parlamento ve seçim siyasetine dahil olduğunu ya da İtalya'nın Kardeşleri'nin aslında faşist bir parti değil gelenekçi, muhafazakâr, popülist-milliyetçi ve hatta "tekno-egemen" bir parti olduğunu belirterek "faşist tehdit" kavramını büyük ölçüde azaltmışlardı.
Yorumcular, İtalya'nın Kardeşleri'nin AB ilişkileri, ekonomi ve dış politika gibi konularda aşırılık yanlısı değil ılımlı, gerçekçi ve pragmatik olduğu; önceki Mario Draghi hükümetiyle güçlü bir devamlılık olacağı; Meloni'nin koalisyonu ve AB'nin kendisi tarafından elinin kolunun bağlanacağı ve bu koalisyonun bir ya da iki yıldan fazla bile dayanamayabileceği konusunda bizi rahatlatmak için fazla mesai yaptılar.
Fransız Le Monde gibi büyük gazeteler, güçlü karşı güçlere sahip ve temelde "merkezci" olduğu varsayılan bir İtalyan sisteminin uzlaşmaya zorlama ve radikalizmi ehlileştirme kapasitesini hatırlatarak bizi rahatlatırken, Meloni'nin kendisi de imajını yumuşatmak için elinden geleni yaptı ve kamuoyuna korkacak bir şey olmadığını ve sadece kendisine oy verenler için değil "herkes için yönetecek" bir "birleştirici" olarak hizmet edeceğini söyledi.
Son olarak, siyaset biliminde bir partinin seçmenlerinin partinin ideolojik yönelimlerini paylaşması ve hatta programını bilmesi gerekmediği iyi bilinmektedir.
İtalya'daki bu oylama gerçekten de büyük ölçüde bir protesto oylamasıydı; insanlar geleneksel hükümet partilerinden duydukları derin dehşeti ifade etmek için "sistem karşıtı", "dışarıdan gelen", "mazlum" adayı desteklediler.
Meloni, halkın bu hoşnutsuzluğundan ve (sahte) yabancı imajından yararlandı. Başka bir deyişle, insanlar ona faşist olduğu için değil, müesses nizamdan olmadığı için oy verdi.
Tarihsel Faşizm
Pek çok medya kuruluşu Meloni'nin imajını cilalamasına ve onu her zamanki gibi, hatta çoğu zaman kendi iletişim ajansı gibi çalışıyormuş gibi sunmasına yardımcı oldu. Ancak, kendisini önceki açıklamalarından veya İtalya'nın tarihsel faşizminin geçmişte kaldığını iddia ederek ayırma çabaları hiç inandırıcı değil.
Partisi, Mussolini'nin kendi bakanları, rejim yetkilileri ve sıkı partizanları tarafından kurulan İtalyan Sosyal Hareketi (MSI) ile doğrudan bağlantılıdır. Bu bağı reddetmek bir yana, Meloni her zaman bu kökleri gururla öne çıkarmıştır.
Partisinin logosu olarak seçtiği üç renkli alev MSI hareketinden geliyor; Roma'nın merkezindeki genel merkezi MSI'ın 1946'da ofislerini kurduğu aynı adreste bulunuyor ve Meloni, kendisi de İtalya'nın Kardeşleri üyesi olan Mussolini'nin torunu Rachele Mussolini ile birlikte kampanya yürüttü.
"Tanrı, Aile, Ülke" söylemleri ve azınlık topluluklarına ilişkin retoriği, tarihsel faşizmin söylemleriyle tamamen uyumlu ve doğrudan süreklilik içindedir. Meloni yeni bir Mussolini değildir, ancak partisi zehirli, sağcı bir ideolojiyi temsil etmektedir.
Birçok kişi tarafından Fransa'nın "nefret vaizi" ve "Büyük Yer Değiştirme Teorisi"nin başlıca savunucusu olarak görülen Eric Zemmour'a verdiği destek bunun kanıtıdır.
Rusya'dan Fransa'ya (ve ötesine) tüm Avrupa aşırı sağı tarafından coşkuyla karşılanan Meloni'nin iktidara gelişi, tüm kıtadaki dramatik bir siyasi yükselişin sadece en son kanıtıdır: kısa bir süre önce uç, hatta tabu partiler olan sağcı güçlerin ana akımlaşması, sadece yirmi yıl içinde giderek iktidara ulaşabilen gerçek kitle hareketleri haline gelmiştir.
Sürekli 'Dalgalar'
Son İsveç ve İtalya seçimlerini anomali, istisna ya da sapma olarak değerlendirmek hata olur. Aksine bu seçimler, sadece Avrupa ve Batı'da değil tüm dünyada aşırı sağın yükselişiyle tam bir süreklilik arz etmektedir.
Bu yeni bir eğilim değil, 1930'lar ve 1940'lardaki savaş öncesi faşist döneme ve hatta 19. yüzyıla kadar uzanan, on yılları kapsayan bir eğilimdir. Örneğin Zemmour'un Yeniden Fetih Partisi ideolojik köklerini Edouard Drumont'un (1844-1917) yazılarında ve Action Française lideri Charles Maurras'ın (1868-1952) siyasi hareketinde bulmuştur.
Hatta partisine Orta çağ Avrupa'sının Reconquista anının adını vermiştir. "Avrupa'da aşırı sağın yükselişi" ve aşırı milliyetçi popülizm hakkındaki kitaplar ve makaleler 2000'lerin başında rafları doldurmaya başlamıştı ve siyaset bilimciler burada söz konusu olanın geçmişten bir kopuş değil, her biri bir öncekinden daha büyük olan bir dizi sürekli "dalga" olduğunu gösterdiler.
Beş Önemli Yenilik
Bu güçlü tarihsel sürekliliğe rağmen, aşırı sağın başarısının bu son aşaması beş önemli yenilik sunuyor.
Birincisi, savaş sonrası Avrupa'nın on yıllar boyunca marjinalize etmeyi ve ana akımdan dışlamayı başardığı parti ve ideolojilerin seçim zaferlerini ve iktidara gelişlerini kutsamaktadır. Polonya, Macaristan, İsveç ve şimdi de İtalya gibi ülkelerde bu son koruma engeli de ortadan kalkmış ve aşırı sağ partiler artık hükümetleri kontrol eder hale gelmiştir.
İkincisi, benzersiz bağlamlara rağmen, nativist ve yabancı düşmanı ideolojileri açısından benzerlikler daha da güçlüdür.
Küresel İslamofobi
Üçüncüsü, artık bu sağcı hareketlerin birleştiğini, birbirlerine öykündüklerini ve birbirlerinden ilham aldıklarını görüyoruz. Giderek artan bir şekilde sınır ötesi bağlantılar ve kurumsallaşmış siyasi ittifaklar kuruyorlar. Meloni, Polonya ve Macaristan hükümetleri, ABD'nin GOP'u, İsveç Demokratları ve diğerleri birbirlerini güçlü bir şekilde destekliyor. Meloni, 2020 yılında 40'tan fazla partiyi bir araya getiren bir ittifak olan Avrupa Muhafazakârları ve Reformistleri'nin başkanlığına seçildi.
Dördüncü olarak, aşırı sağ, ulusal tartışmalarda kendi söylemini empoze ederek ve diğer muhafazakâr, merkezci ve hatta bazen solcu partileri, seçim kayıplarını önlemek umuduyla kendi temalarını ve politika önerilerini benimsemeye zorlayarak sandıkta kaybetse bile kazanıyor. Bu durum özellikle İslam ve Müslümanlara yönelik düşmanca saplantı için geçerlidir; bu ırkçılığın ürettiği politikalar artık aşırı sağın kendisinden çok diğer partiler tarafından ileri sürülmektedir.
Beşinci olarak, bu aşırı sağcı, dışlayıcı "yeni nativizm" özellikle yaşam tarzları ve inanç sistemleri bu Avrupa ülkelerinin "ulusal kimliğine" aykırı görülen Müslümanları hedef almaktadır. İslamofobi artık tüm bu partiler tarafından paylaşılan en önemli ideolojilerden biri haline gelmiştir.
Aşırı sağın dramatik genişlemesi, daha büyük bir demokratikleşme karşıtı eğilimin ya da "demokratik dekonsolidasyonun" bir alt kümesi olarak, Müslümanları halihazırda olduklarından daha da fazla hem iç hem de dış tehdit konumuna sokan gerçek bir İslamofobi enternasyonali yaratıyor. İslam, toplumun sözde seferber olması gereken başlıca düşman olarak görülüyor.
Bu ülkelerin çoğunda bu konumlandırma aslında nispeten yenidir. Ancak kısa bir süre içerisinde Müslümanları, en dramatik şekilde kendi doğdukları ve vatandaşı oldukları ülkeler de dahil olmak üzere, yapısal bir "yabancı" konumuna yerleştirmiştir. Bu süreç halihazırda devam etmektedir, ancak aşırı sağın tüm kıtalarda patlaması nedeniyle Müslüman karşıtı duygular, tarihsel olarak yeni olan bu küresel İslamofobi’yi oluşturmak için yoğunlaşmıştır.
Kaynak: middleeasteye.net
Dr Alain Gabon, ABD'nin Virginia Beach kentindeki Virginia Wesleyan Üniversitesi'nde Fransız Çalışmaları alanında doçenttir ve Yabancı Diller ve Edebiyatlar Bölümü başkanıdır.
*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Makalede temsil edilen görüşlerin sorumluluğu yazara aittir, söz konusu yazı ve görüşler Hamaset'in editoryal politikasını yansıtmayabilir.