Yazar: Marco Carnelos
Çeviri: Muhammet Hulusi Cengiz
ABD, Çin, Rusya ve İran'ı küresel kötüler olarak tanımlayarak 'üstünlüğünü' sürdürme çabasında başarısız bir arayış içinde.
ABD istihbarat topluluğu kısa bir süre önce ülkenin ulusal güvenliğine yönelik dünya çapındaki tehditlere odaklanan yıllık tehdit değerlendirmesini yayınladı. Belge, Merkezi İstihbarat Teşkilatı, Ulusal Güvenlik Teşkilatı, Federal Soruşturma Bürosu ve bir düzineden fazla diğer kurumun ortak analizlerini ve görüşlerini yansıtmaktadır.
Raporun önsözü, “Amerika Birleşik Devletleri'nin önümüzdeki yıl giderek kırılganlaşan bir küresel düzenle karşı karşıya kalacağını belirtiyor. Büyük güçler arasındaki stratejik rekabetin hızlandığı, ulus ötesi zorlukların arttığı ve çok sayıda bölgesel çatışma nedeniyle giderek kırılganlaşan bir küresel düzenle karşı karşıya kalacaktır." yazısıdır.
Rapor, “hırslı ancak endişeli bir Çin'in, çatışmacı bir Rusya'nın, bazı bölgesel güçlerin (örneğin İran) ve daha yetenekli devlet dışı aktörlerin, uluslararası sistemdeki uzun süredir var olan kurallara ve ABD'nin bu sistemdeki üstünlüğüne meydan okuduğunu” ifadesiyle devam ediyor.
İran, Rusya ve Çin, uluslararası sistemin uzun süredir var olan kurallarına meydan okudukları iddiasıyla başlıca suçlananlar arasındadır. Bu, yıllardır ABD politikasının bir mantrası olmuştur.
Ancak sorun, raporun hangi kurallara atıfta bulunduğunun net olmamasıdır: BM Şartı ve sözleşmelerinde yer alan uluslararası teamül hukuku mu, yoksa ABD liderliğindeki sözde kurallara dayalı dünya düzeni mi? Temel kavramsal sorun, ABD siyaset kurumu ve onun kilit Batılı müttefikleri arasında bir ayrım yapılmamasıdır. Bu noktada, genellikle büyük bir yanılgı içindedirler.
Uluslararası hukuk ve BM Şartı, İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan küresel düzenin temel taşlarıdır ve ABD'nin büyük katkısı olmuştur. Buna karşılık, ABD liderliğindeki kurallara dayalı uluslararası sistem, daha yeni bir Amerikan siyasi düşüncesinin ürünüdür: Washington ve müttefiklerinin çıkarlarına göre esneklik gösteren, kendi içinde referanslarla dolu bir zihniyettir.
Bu düzen, neoliberal ideolojiye dayanır ve Gazze'deki trajediyi de içeren çifte standartlarla doludur; bu, en son ve en açık örnektir.
ABD istisnacılığı ve batı demokrasilerinin tartışmasız üstünlüğü (yani "batı medeniyeti") gibi bir dizi varsayıma dayanan bu sistem, ulusal yasaların evrensel yasalar olduğunu iddia etmektedir. Bir dizi değer ve bağlantılı kurallar varsayar, ancak kendi çıkarlarıyla çatıştıklarında bunları uygulamamak için oldukça dikkatlidir. Bu düzen gayri resmi bir sloganla özetlenebilir: "Dostlarım için her şey; düşmanlarım için kanun."
ABD Hegemonyasına Meydan Okuma
ABD istihbarat topluluğunun raporu, Çin, Rusya ve İran'ın yanı sıra Lübnan'da Hizbullah, Filistin'de Hamas ve Yemen'de Husiler gibi bir avuç devlet dışı aktörün, uluslararası sistemin kurallarına değil, öncelikle ABD'nin "sistem içindeki üstünlüğüne" meydan okuduğunu belirtiyor.Görünüşe göre suçlama sisteme değil, ABD hegemonyasını sorgulamaktadır. Ancak, bu mantıksız pozisyon birkaç yıl önce kabul edilebilirken, şimdi birçok Küresel Güney ülkesi tarafından açıkça meydan okunuyor veya eleştiriliyor.Avrupa ve Doğu Asya'daki ülkelerin sadece küçük bir kısmı ABD'nin üstünlüğünü istikrarlı bir uluslararası sistemin temel önkoşulu olarak görmektedir. Aslında, son yirmi yıllık tarihin incelenmesi bunun tam tersini kanıtlamaktadır.
Küresel düzen ABD merkezli tek kutuplu bir yapıdan çok kutuplu bir yapıya doğru kaymaktadır. Tarih boyunca imparatorluklar yükselmiş ve sonra çökmüştür. ABD'li politika yapıcıların tarihin bu kurallarına uyum sağlamaları ve vazgeçilmez oldukları fikrinden vazgeçmeleri akıllıca olacaktır. Şimdi ikili bir seçimle karşı karşıyalar: İngiltere'nin 1945'ten bu yana aşamalı olarak yaptığı gibi tarihin hükmünü kabul etmek ya da buna feci bir şekilde direnmek.Avrupa ve Doğu Asya'daki ülkelerin sadece küçük bir kısmı, ABD'nin üstünlüğünü istikrarlı bir uluslararası sistemin temel önkoşulu olarak görüyor. Aslında, son yirmi yılda yaşananlar tam tersini gösteriyor.
Küresel düzen, ABD merkezli tek kutuplu yapıdan çok kutuplu bir yapıya doğru kayıyor. Tarih boyunca, imparatorluklar yükselip sonra çökmüştür. ABD'li politika yapıcıların bu tarihsel gerçeklere uyum sağlamaları ve vazgeçilmez oldukları fikrinden vazgeçmeleri daha akılcı olabilir. Şimdi karşı karşıya oldukları ikili bir seçenek var: İngiltere'nin 1945'ten bu yana yaptığı gibi tarihin hükmünü kabul etmek veya buna direnmek ve bu direnişin sonuçlarını görmek.
Tarih boyunca imparatorluklar yükselmiş ve sonra da çökmüştür. ABD'li politika yapıcıların tarihin bu kurallarına uyum sağlamaları akıllıca olacaktır.
Gazze krizine yapılan bir atıf, ABD istihbarat topluluğunun distopik görüşlerini daha da aydınlatıcı bir şekilde ortaya koyuyor: “Hamas gibi son derece yetenekli bir devlet dışı terörist grubun tetiklediği, kısmen bölgesel olarak hırslı bir İran tarafından körüklenen ve küresel sahnede ABD'yi zayıflatmak için Çin ve Rusya tarafından teşvik edilen söylemlerle daha da şiddetlenen Gazze krizinde, bölgesel bir krizin nasıl geniş çaplı yayılma etkilerine sahip olabileceğini ve uluslararası işbirliğini diğer acil konularda nasıl zorlaştırabileceğini görmek mümkündür.”
Bu pasaj, ABD istihbarat topluluğunun Gazze'deki çatışmanın gerçek boyutlarını kavrayamadığını açıkça gösteriyor: Filistin topraklarındaki uzun yıllardır süren acımasız ve cezasız İsrail işgali, büyük ölçekli ABD silah sevkiyatları ve İsrail hükümetinin BM Güvenlik Konseyi'nde siyasi bir koruma ile desteklenen savaş suçlarından muaf tutulması karşısında ortaya çıkan bir ulusal kurtuluş mücadelesinden bahsediyor.
ABD'nin 7 Ekim olaylarını Çin ve Rusya'nın Washington'u küresel sahnede zayıflatma girişimleriyle ilişkilendirmesi ise gülünç bir noktaya varmış gibi görünüyor.
Çifte standartlar
ABD'nin küresel itibarını zedeleyen gerçek faktör, bazı otokrasilerin sözde eylemleri değil, asıl olarak Washington'un kendi uluslararası davranışları ve çifte standartlarıdır. İsrail'in Gazze'deki katliamına gösterdiği açık destek, bu çifte standardın çarpıcı bir örneğidir; ABD'nin onlarca yıldır savunduğu tüm kuralları ihlal eden bir saldırı.
Biden yönetimi böylece ikiyüzlü çifte standartlardan uzaklaşmak için mükemmel bir fırsatı daha kaçırmış oldu
BM Güvenlik Konseyi'nin Gazze'de ateşkes çağrısını içeren kararının kısa süre önce kabul edilmesi, Biden yönetiminin tutumunu çok net bir şekilde gösteriyor. ABD, kararın çekimser geçmesine izin verdikten sonra, kararı bağlayıcılığı olmayan bir ifade olarak nitelendirerek etkisini minimize etmeye çalıştı.
Bu durumda, uluslararası sistemin uzun süredir devam eden kurallarının başlıca savunucusu olarak övünen ABD, aslında başka bir BM üyesi devlet olan İsrail'e, Gazze'de 34.000'den fazla insanın öldürüldüğü bir noktada bile, derhal ateşkes çağrısını görmezden gelebileceğini söylüyor. Trajik ironi ise Netanyahu hükümetinin, ABD'nin bu çağrısına ihtiyaç duymayacak kadar kararlı olduğudur; zaten kararı görmezden gelecekti.
Bilindiği üzere BM Güvenlik Konseyi kararları her zaman bağlayıcıdır. Biden yönetimi bu durumda, ikiyüzlü çifte standartlardan kaçınmak için bir fırsatı daha kaçırmış oldu. İsrail ve ABD'deki İsrail yanlısı büyük lobi bu kararı veto etmediği için, ABD Demokrat Partisi'nin sol kanadı ile Filistin halkı ve dünyanın geri kalanı, kararı bağlayıcı bulmadıkları için hayal kırıklığına uğradılar.
Bu sırada, ABD'nin Çin'e yönelik tehdit değerlendirmesi, Çin'in "ABD ve ABD müttefikleriyle doğrudan rekabet etme ve kurallara dayalı küresel düzeni değiştirme yeteneği" olduğunu kabul ediyor. Bu durumda, ABD'nin resmi düşüncesinde tek kabul edilebilir dünya düzeninin, Washington tarafından yönetilen bir düzen olduğunu dolaylı olarak onaylıyor.
Sağduyulu bir yaklaşımla, tehdit değerlendirmesi, ABD'nin yabancı saldırganlığı caydırmaya yönelik eylemlerinin genellikle "düşmanlar tarafından ABD'nin kendilerini çevreleme ya da zayıflatma niyetinde olduğuna dair kendi algılarını güçlendirecek şekilde yorumlandığını ve bu yanlış yorumların tırmanma yönetimini ve kriz iletişimini zorlaştırabileceğini" kabul etmektedir.
ABD istihbarat camiasının analistleri ve uluslararası ilişkiler uzmanları, "güvenliğin bölünmezliği" kavramı olarak bilinen bu sorunu kabul etmekle birlikte (yani, bir ulus tarafından alınan herhangi bir güvenlik önlemi bir diğeri tarafından tehdit olarak yorumlanabilir), modern jeopolitiği karakterize eden artan gerilimlerin büyük bir parçası olan varsayımsal yetenekleri otomatik olarak niyetlerle eşit tutma eğilimlerini de kabul etmelidirler.
Tercüme Kaynak: www.middleeasteye.net
Marco Carnelos: İtalyan diplomat. Somali, Avustralya ve Birleşmiş Milletler'de görevlendirildi. 1995-2011 yılları arasında üç İtalyan başbakanının dış politika kadrosunda ve İtalyan hükümetinin Orta Doğu barış süreci koordinatörü Suriye özel elçisi ve Kasım 2017'ye kadar İtalya'nın Irak büyükelçisi olarak görev yaptı.
*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Makalede ifade edilen görüşlerin sorumluluğu yazara aittir, söz konusu yazı ve görüşler Hamaset'in editoryal politikasını yansıtmayabilir.