Yazar: Sarah Neumann
Çeviri: M. Hulusi Cengiz
Bu son seçimler, İran'ın iç ve dış politikaları arasındaki derin bağlantıyı, yani ılımlıların aşırılık yanlılarına karşı verdiği siyasi mücadelenin canlı bir örneğini sunuyor. Batı'da yaygın olan algı, İran'ın devrimci bir hükümet olarak hesaplı bir diplomasi için gerekli rasyonellikten yoksun olduğu ve hiçbir zaman “normal” bir devlet olmaya çalışmadığı yönünde olsa da bu görüş resmin tamamını yansıtmıyor. İran'ın iç siyasetinin mevcut durumu, bir dereceye kadar, Batı politikalarının doğrudan bir sonucudur.
Mesud Pezeşkiyan'ın cumhurbaşkanlığı, Tahran'ın Batı ile ilişkilerindeki çıkmazı kırmak için nadir bir şans sunuyor. Ancak sorun, ABD dış politikasında defalarca tekrarlanan bir modelde yatıyor: İran'daki dini sertlik yanlılarının konumunu güçlendirmek ve yapısal reformları rayından çıkarmak. Yakın tarihe baktığımızda, Washington'un politikalarının İran'ı istemeden de olsa nasıl radikalizme sürüklediğini ve İran'ı küresel düzende “normal” bir devlet olma yolundan alıkoyduğunu görüyoruz.
ABD'nin bu politikalardan ilki, diplomatik kanalların yok edilmesiydi. ABD'nin 2015 nükleer anlaşmasından çekilmesi, İran'ın iki yıl boyunca anlaşmaya uymasına ve 15 doğrulanmış denetime rağmen gerçekleşmişti.
Bu ABD'nin diplomasiyi baltalayan ilk politikası değildi.
İran, 2001 yılında Taliban'a karşı mücadelede ABD ile iş birliği yapmış ve Bonn Konferansı sırasında Afgan hükümetinin kurulmasına yardımcı olmuştu. İran ayrıca ABD'nin Irak'ı işgali sırasında da tarafsız kalmıştı. O dönemde, Batı ile diyaloğu savunan Cumhurbaşkanı Hatemi, İran'ın başındaydı ve siyasi yapı henüz ona karşı çıkmaya hazır değildi.
Ancak George W. Bush'un meşhur “Şer Ekseni” konuşması, yıllarca süren diplomatik çabaları yok etti ve Clinton-Hatemi döneminde kaydedilen ilerlemeyi rayından çıkardı. Bu durum, Ahmedinejad yönetimindeki İran'ın nükleer hırsları, bölgesel militarizasyon ve Devrim Muhafızları'nın (DMO) “devlet içinde devlet” olarak yükselişi de dahil olmak üzere bir dizi çatışmanın tırmanmasına yol açtı.
Bu gelişmeler, Donald Trump'ın başkanlığı döneminde daha da şiddetlendi. Trump, yıllar süren özenli müzakerelerin ardından ABD'yi nükleer anlaşmadan aniden çekti. Bu karar, İran rejimi içindeki aşırı sağcı unsurları canlandırarak, muhalefeti bastıran ve İran'ı uranyum zenginleştirme oranını %60'a çıkarırken Batı'ya karşı güvenlik taahhütlerini azaltan birleşik bir siyasi cepheye yol açtı.
Eğer İran Cumhurbaşkanı Ebrahim Raisi ve sertlik yanlısı dışişleri bakanı bir helikopter kazasında hayatını kaybetmeseydi, bölge, ABD'nin de dahil olduğu geniş çaplı bir savaşın eşiğine gelebilirdi. Ancak şimdi reformistlerin yükselişi ve Mesud Pezeşkiyan'ın göreve gelmesiyle İran ile Batı arasındaki çıkmazı çözmek için yeni -belki de son- bir fırsat doğdu.
Halihazırda iki önemli mesele kritikliğini koruyor: İran'ın nükleer dosyası ve devam eden Orta Doğu krizleri. Bunlar, ABD'nin İran'la yürüttüğü diplomasi için kilit sınavlar. Amerikalılar şimdiye kadar İran'daki reform sürecini durdurmayı başardılar ve İran'ın sertlik yanlılarının güçlenmesine yardımcı oldular; ancak uluslararası bağlam artık farklı ve İran, küresel istikrarsızlık arttıkça hareket etmek için her zamankinden daha fazla özgürlüğe sahip.
Trump'ın Beyaz Saray'a dönme ihtimali, Washington ile Pekin arasında tırmanan gerilim, Ukrayna'da devam eden savaş ve İsrail'in Orta Doğu'da derinleşen çatışmaları ile birleştiğinde durum daha da vahim bir hal alabilir.
İran'ın nükleer programı nedeniyle maruz kaldığı yaptırımların çözülmemesi halinde Tahran'ın önünde İsrail ve Lübnan arasında çatışmayı kışkırtmak, Kızıldeniz ve Bab-el Mendep Boğazı'ndaki nakliye yollarını kesmek, nükleer silah geliştirmeye devam etmek ya da bölgedeki stratejik su yollarında askeri üsler önererek Çin ve Rusya'yı Basra Körfezi'ne davet etmek gibi çeşitli seçenekler bulunuyor.
İran'ın bölgede Çin ve Rusya için bir Truva atı olma potansiyeli, küresel güvenlik ve jeopolitiği yeniden şekillendirebilir. ABD için şimdi Orta Doğu'dan uzaklaşıp daha büyük stratejik ve jeopolitik krizlere odaklanma zamanıdır. Ukrayna savaşının sonucu, Tahran ve Moskova arasında Batı ve Avrupa'yı derinden etkileyecek bir güvenlik anlaşmasının resmileşmesiyle de dramatik bir şekilde değişebilir.
Bu dinamikler göz önüne alındığında, ABD, İran'ın iç siyasi değişiminin sunduğu fırsatı değerlendirmelidir. Diplomasi yine başarısız olursa İran, Doğu'ya yönelmeye devam edecek ve Çin ile Rusya ile bağlarını derinleştirecektir ki bu, Washington'un göze alamayacağı bir senaryodur. Yaptırım rejimi sürdükçe, İran içinde sertlik yanlılarının yükselişini ve militarizasyonu körükleyerek gelecekteki diplomasiyi daha da zorlaştıracaktır.
ABD'nin, Devrim Muhafızları'nın bölgedeki ve ülke içindeki etkisini azaltma çabaları göz önüne alındığında, İran'ın nükleer programı konusunda varılacak bir anlaşma, kritik bir güven artırıcı adım olabilir. Uluslararası taahhütlere uyulmaması, gelecekteki müzakerelerin İran'ın nükleer silah geliştirmesini engellemekten ziyade sahip olduğu nükleer silah sayısına odaklanmasına neden olacaktır.
Eğer diplomasi gerçekten müzakere ve anlaşmalara bağlılık sanatı ise, şimdi her iki taraf için de güven inşa etme ve çatışmadan iş birliğine geçerek Orta Doğu krizini kökünden çözme zamanıdır.
Kaynak: Geopolitical Monitor
*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Makalede temsil edilen görüşlerin sorumluluğu yazara aittir, söz konusu yazı ve görüşler Hamaset'in editoryal politikasını yansıtmayabilir.