Yazar: Galip Dalay
Çeviri: M. Hulusi Cengiz
Türkiye, Suriyeli muhaliflere uzun süredir verdiği desteğin artık haklı çıktığını düşünüyor. Ancak Şam'da artan nüfuzu önemli sorumlulukları da beraberinde getiriyor.
Türkiye Suriye çatışmasının gidişatını şekillendirirken, Suriye çatışması da on yılı aşkın bir süredir Türkiye'nin iç siyasetinin ve uluslararası ilişkilerinin dinamiklerini şekillendirmektedir. Türkiye ile Suriye krizi arasındaki ilişki karşılıklı bir yeniden şekillenme hikayesi olmuştur.
Suriye'de var olan neredeyse tüm etnik, mezhepsel ve ideolojik kimlik ayrışmaları Türkiye'de de mevcuttur. Türkiye aynı zamanda yaklaşık 3,6 milyon Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapıyor ve bu durum aşırı sağcı ve yabancı düşmanı partilerin ortaya çıkmasına ve ülkedeki milliyetçi siyasetin doğasının yeniden tanımlanmasına neden oldu.
Suriye'deki tüm dış aktörler arasında Türkiye, Suriye muhalefetinin en kararlı destekçisi olmaya devam etmiştir. Bu çatışmanın Türkiye'ye güvenlik, siyasi ve ekonomik açılardan ve mülteci akınları şeklinde ağır bir maliyeti olduğu düşünüldüğünde, bu giderek daha az popüler bir politika haline geldi. Hükümetin politikasını şiddetle eleştiren Türkiye'deki muhalefet uzun süredir Ankara'nın devrik Esad rejimi ile ilişkilerini normalleştirmesini ve muhalif gruplara desteğini kesmesini savunuyordu.
Esad'ın düşmesiyle birlikte Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve hükümeti izledikleri politikanın haklı çıktığını düşünüyor. Türkiye'nin yıllardır yakın ilişkiler geliştirdiği aktörler Şam'da daha fazla nüfuz ve güç sahibi olmaya hazırlanırken, Ankara da Suriye'de önemli bir etki alanı elde etmeye hazırlanıyor.
Esad'ın devrilmesinden önce Türkiye'nin Suriye politikasında dört temel hedef öne çıkıyordu: Suriyeli mültecilerin kısmen geri gönderilmesi; sınır güvenliği, Kürtlerin öncülüğündeki Suriye Demokratik Güçleri'nin (SDG) siyasi ve toprak kazanımlarının geri alınması ve herhangi bir müzakerede müttefiki Suriyeli muhalif gruplar için rejimden bazı tavizler koparmak. Rejimin düşmesiyle birlikte dördüncü hedef de geçersiz hale geldi.
Ancak Ankara diğer hedeflerine Şam'daki yeni liderler üzerindeki etkisi ve Arap toplumu ve Arap aşiretleriyle kurduğu bağlantılar aracılığıyla ulaşmaya çalışacak ve bu arada SDG üzerindeki askeri baskıyı da sürdürecektir.
Esad'ın düşüşü muhtemelen Türkiye'nin Rusya ve İran ile ilişkileri üzerinde daha fazla baskı yaratacak ve Türkiye ile Batı'yı daha da yakınlaştıracaktır.
Esad rejiminin gitmesiyle birlikte Türkiye'de Suriyeli mültecilerin evlerine döneceği yönünde beklentiler var. Türkiye de dahil olmak üzere komşu ülkelerde yaşayan Suriyeliler çoktan Suriye'ye geri dönmeye başlamış olsa da ülke 13 yıldır süren acımasız bir iç savaşla harap olmuş durumda ve koşullar hala vahim.
Dolayısıyla Suriyelilerin en azından yakın vadede toplu halde evlerine dönmeleri mümkün olmayacaktır. Başta muhalefet olmak üzere Türk siyasetçiler ve kamuoyunun önde gelen isimleri Suriyeli mültecilerin geri dönüşüne ilişkin beklentileri şişirmekten kaçınmalıdır.
Geri dönmek isteyen Suriyeliler için Türkiye, Suriye'nin Arap komşuları, AB ve Körfez ülkeleri bir araya gelerek bunu kolaylaştıracak bir yol haritası oluşturmalıdır. Bu ülkeler ayrıca insani yardım ve Suriye'nin yeniden inşası konularını görüşmek üzere düzenli olarak bir araya gelmelidir. Bu tür adımlar Suriye'nin komşularının hükümetleri üzerindeki baskıyı azaltacaktır.
Türkiye için jeopolitik sonuçlar
Suriye krizi Türkiye'nin uluslararası ilişkilerini yeniden tanımladı. Esad'ın büyük ölçüde Rusya, İran ve Hizbullah sayesinde iktidarı elinde tutabilmesi, özellikle 2016'da Türkiye'de yaşanan darbe girişiminin ardından Ankara, Moskova ve Tahran'ı yakınlaştırırken Türkiye ile Batı'nın arasını da açtı.
Esad'ın düşüşü muhtemelen ters bir etki yaratacak: Türkiye ile Batı'yı yakınlaştırırken Türkiye'nin Rusya ve İran ile ilişkileri üzerinde daha fazla baskı yaratacak. Buna rağmen Moskova, Suriye'deki çıkarlarını, özellikle de ülkedeki hayati deniz ve hava üslerini korumak için Ankara'nın desteğine ihtiyaç duyduğundan Türkiye'ye karşı hoşnutsuzluğunu yönetmek zorunda kalacaktır.
Esad yönetimi sırasında Rusya, Türkiye ile Esad rejimi arasındaki olası bir normalleşme için kendisini etkin bir şekilde bekçi olarak konumlandırmıştı ve rejim ile SDG arasında da benzer bir rol oynuyordu.
Bu bekçi rolü Rusya'ya Türkiye karşısında bir miktar koz verdi.
Türkiye, Rusya ve İran'ın başını çektiği ve BM öncülüğündeki Cenevre sürecini devre dışı bırakan Astana süreci -Suriye'deki çatışmayı yönetme ve dondurma mekanizması- sona erdiğinde Moskova, bekçi rolünü ilişkilerini yeniden yapılandırmak ve Ankara ile karşılıklı bağımlılık dinamiklerini sürdürmek için bir araç olarak kullanmak istedi.
Rusya ile Suriye'deki bu dinamik, Türkiye'nin Ukrayna, Libya veya Karadeniz gibi Rusya'yı ilgilendiren diğer konulara yönelik politikasını şekillendiren kilit bir faktör haline geldi. Rusya uzun bir süre boyunca Suriye'yi ve Türkiye'nin buradaki kırılganlıklarını Ankara'nın başka yerlerdeki politika tercihlerini etkilemek için ustalıkla kullandı.
Şimdi roller tersine dönmüş durumda. Ankara, Moskova'nın Şam'a ulaşması için bir bekçi görevi görebilir. Aynı durumun İran için de geçerli olması muhtemel. Ortakları ve müttefiklerinin Şam'da güç sahibi olmasıyla birlikte Ankara artık hem Moskova hem de Tahran karşısında üstünlüğe sahip. Rusya ve İran'a olan bağımlılığı azalıyor. Suriye aynı zamanda Türkiye, Arap devletleri, ABD ve AB için hem Suriye'de hem de ötesinde diyalog ve iş birliği için ortak bir çıkar noktası olarak hizmet edebilir.
Ortakları ve müttefiklerinin Şam'da güç sahibi olmasıyla birlikte Ankara artık hem Moskova hem de Tahran karşısında üstünlüğe sahip.
Suriye'de 13 yıl süren çileli savaşın ardından Ankara nihayet kazandığını düşünüyor. Ancak önümüzdeki asıl görev çatışma sonrası dönemi kazanmak, Suriye'de barışı sağlamak ve çatışmaların yeniden başlamasını önlemek.
Bu sorumluluk büyük ölçüde Suriyeli aktörlerin omuzlarında. Ancak muhalif grupların tartışmasız en kararlı dış destekçisi olan Türkiye, nüfuzunu kullanarak onları Suriye'de daha kapsayıcı ve meşru bir siyasi düzen kurmaya zorlamalıdır. Bunun başarılması sadece Suriye ve bölge için değil, aynı zamanda Türkiye için de son derece olumlu bir gelişme olacaktır.
Kaynak: Chatham House
*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Makalede temsil edilen görüşlerin sorumluluğu yazara aittir, söz konusu yazı ve görüşler Hamaset'in editoryal politikasını yansıtmayabilir.