Yazar: Rıchard D Wolff
Çeviri: M. Hulusi cengiz
Tarih, bir imparatorluğun genellikle diğerinin yerini aldığını gösteriyor; ancak yükselen Çin, bunun yerine gerçekten çok kutuplu bir düzen arayabilir.
Kanıtlar, imparatorlukların kendi gerileme dönemlerine genellikle başa çıkma mekanizmalarını aşırı genişleterek tepki verdiklerini göstermektedir. Askeri eylemler, altyapı sorunları ve sosyal refah talepleri bir araya gelerek veya çatışarak, gerileyen imparatorluğun yönetemeyeceği maliyetleri ve geri tepme etkilerini biriktirebilir.
İmparatorluğu güçlendirmeyi amaçlayan -ve bir zamanlar güçlendiren- politikalar artık imparatorluğun altını oymaktadır.
İmparatorluk içinde ve dışında meydana gelen çağdaş sosyal değişimler, gerilemeyi hızlandırabilir, yavaşlatabilir veya tersine çevirebilir. Ancak, liderlerin gerilemeyi inkâr etmesi durumunda bu süreç hızlanabilir. İmparatorluğun ilk yıllarında, gerilemeyi vurgulayan ya da gerilemeden bahsedenler baskılanabilir.
Sosyal sorunlar da benzer şekilde inkâr edilebilir ya da en aza indirgenebilir. Eğer kabul edilirse, imparatorluğun gerilemesiyle ilişkilendirilmek yerine göçmenler, yabancı güçler ya da etnik azınlıklar gibi günah keçilerine yüklenebilir.
Britanya'ya karşı kazanılan iki bağımsızlık savaşının ardından Monroe Doktrini ile ilan edilen ABD imparatorluğu, 19. ve 20. yüzyıllarda büyümüş ve 1945 ile 2010 yılları arasında zirveye ulaşmıştır. ABD'nin yükselişi, Britanya İmparatorluğu'nun gerilemesiyle örtüşmüştür.
Sovyetler Birliği, sınırlı siyasi ve askeri bir meydan okuma sunmuş, ancak ciddi bir ekonomik tehdit oluşturmamıştır. Soğuk Savaş, başından itibaren asimetrik bir mücadeleydi; zira ABD'nin ekonomik rakipleri İkinci Dünya Savaşı'nda yıkıma uğramıştı.
Avrupa sömürgelerini kaybettİ
ABD'nin dünya ticareti ve yatırımındaki orantısız konumu, o dönem için anormaldi. Bu durumu, gerilemenin inkârı takip etti ve şu anda yaşanan gerileme sürecinde bu inkâr devam ediyor. ABD, Kore, Vietnam, Afganistan ve Irak savaşlarını kazanamadı ve NATO'nun müdahaleleri de bu sonuçları değiştirmeye yetmedi.
ABD'nin Ukrayna'ya verdiği askeri ve mali destek ile Rusya'ya karşı yürüttüğü devasa yaptırım savaşı bugüne kadar başarısız oldu ve bu durum muhtemelen devam edecektir. Küba, İran ve Çin'e yönelik yaptırımlar da başarısızlıkla sonuçlandı.
Bu arada BRICS ittifakı, ABD'nin politikalarına karşı daha etkin bir şekilde karşı koymaktadır. Ticaret, yatırım ve finans alanlarında ABD imparatorluğunun gerilemesini farklı şekillerde gözlemleyebiliriz. Örneğin, ABD dolarının merkez bankası rezervi olarak düşüşü veya uluslararası alanda arzu edilen servet tutma aracı olarak dolar cinsinden varlıkların azalması gibi.
İmparatorluklar, kendi ülkelerinde yerleşik firmalara olağanüstü kâr sağlayan avantajlar sunar.
19. yüzyıl, bu topraklar üzerinde hakimiyet kurmaya çalışan imparatorlukların sürekli rekabetine sahne olmuştur. Gerileyen imparatorluklar, rakipleri için fırsatlar yaratmıştır. İki dünya savaşı ve nükleer tehditler, bu çatışmaların en korkutucu sonuçlarından bazılarıdır.
Çok uluslu şirketlerin savaşları sona erdireceği yönündeki teoriler, yüzyılın iki dünya savaşıyla zayıflamıştır. Bu teoriler, şirketlerin devlet politikalarını yönlendirdiği, Afganistan, Irak, Suriye, Ukrayna ve Gazze savaşlarını ortaya çıkarmıştır. Ayrıca, ABD-Çin gerilimleri Tayvan ve Güney Çin Denizi çevresinde artmaya devam etmektedir.
Çin, benzersiz bir analitik sorun teşkil etmektedir. Melez ekonomik yapısının özel kapitalist kısmı, diğer kapitalist ekonomilerle benzer büyüme zorunluluklarına sahiptir. Devlete ait işletmeler ise farklı motivasyonlarla hareket eder. Çin ekonomisinin bu iki farklı yönü, kârın yanı sıra Komünist Parti'nin belirlediği hedefler doğrultusunda çalışmaktadır.
Çin ve BRICS ittifakı, ABD ve G7'ye karşı ekonomik bir güç olarak ortaya çıkmaktadır. Çin, başka bir imparatorluk olmaktan ziyade çok kutuplu bir dünya düzeni mi yaratacak, yoksa ABD'nin direnişi karşısında nükleer savaş riskini artırarak bir sonraki küresel hegemon mu olacak?
Kaynak: Asia Times
Richard D Wolff, Massachusetts Üniversitesi, Amherst'te emekli ekonomi profesörü ve New York'taki New School Üniversitesi'nin Uluslararası İlişkiler Yüksek Lisans Programı'nda konuk profesördür.
*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Makalede temsil edilen görüşlerin sorumluluğu yazara aittir, söz konusu yazı ve görüşler Hamaset'in editoryal politikasını yansıtmayabilir.