“Bütün bu ‘Batılı gözlemci-yok oluş’ sürecini iki şey kırabildi. Birinci takım İstanbul’un arka sokaklarına hala hükmeden köpek çeteleridir. Batı askeri disiplinine uymuyorlar diye Yeniçerileri yok eden II. Mahmut’un ikinci hedefi köpek çeteleriydi ama başarısız oldu. Meşrutiyet’ten sonra Çingenelerin de yardımıyla yapılan bir başka ‘reform’ hareketiyle, şehrin tek tek toplanıp Sivriada’ya sürülen köpekleri oradan gene zaferle dönmeyi bildiler. Bunun bir nedeni, İstanbul’un her sokağındaki köpek çetelerini çok egzotik bulan Fransızların, bu hayvanların hep birlikte Sivriada’ya tıkılmalarını daha da egzotik bulup bu konuda alaycılıkla -Sartre bile yıllar sonra Akıl Çağı adlı romanında bir şaka yapıyor- çok şey yazmaları da olabilir.”
Orhan Pamuk’un İstanbul: Hatıralar ve Şehir adlı kitabında da dikkat çektiği gibi, İstanbul’un sokaklarını “köpek çetelerinden” arındıramamak “Batılılaşma” hikâyemizin en başarısız ve en ironik sayfalarından birisi olsa gerek. İkinci Mahmut’tan bu yana Yeniçeri Ocağı’nı kaldırdık, Anayasa’yı ilan ettik, alfabeyi, kıyafetimizi, dilimizi, yasalarımızı, rejimi bile değiştirdik…
Alaycı “batılı gözlemcinin” küçümseyip eleştirdiği hemen her şeyden kararlılıkla vazgeçtik ama iki yüz yıldır çoğaldıkça çoğalan “köpek çetelerinden” kurtulamıyoruz. Birkaç teşebbüs her seferinde akamete uğramış ve sokak köpekleri, Osmanlı Türk kültürünün “Batılılaşmaya direnen” en güçlü geleneksel parçası olmuştur. Fransızlara “egzotik” gelmesine şaşmamalı.
Hangi “medeni ülkede” köpekler caddelerde motosiklet/bisiklet sürenleri kovalıyor, çocukları parçalıyor, yaşlıları ısırıyor, insanlara saldırarak onların arabalar tarafından çiğnenmelerine sebep oluyor? Böyle şeyler yaşansa yaşansa Türkiye gibi “Avrupalı olmayan egzotik bir Orta Doğu ülkesinde” yaşanır değil mi? Öyleyse bu egzotizm korunmalı ve Türkiye “Türkiye gibi” kalmalı!
İşin tuhafı, bugün “hayvan hakları” adı altında başıboş sokak köpeklerini savunan “kentli-üst orta sınıfın” on yıllardır Türkiye’yi tepeden tırnağa Batılı bir ülkeye benzetmeye çalışmış olması. Belki bir ironi de burada yatmaktadır? Her fırsatta “yaşanmaz bu ülkede” diyenler, yeteri kadar Batılı olmadığımız için hayıflananlar, bu ülkenin insanından şikâyet edenler, hiçbir Batı başkentinin sokağında rastlayamayacağınız saldırgan başıboş köpeklerin militanı kesilmiş vaziyetteler.
Oysa modern olmanın bir işareti de onların “zahire” önem veren şekilci anlayışlarına göre sokakların temiz, caddelerin ışıltılı, kaldırımların geniş ve başıboş köpeklerden arındırılmış olması değil mi?
Öyle ya; İstanbulluları Parislilere benzetmeye çalışıyorsak, seksen yıldır, İstanbul’u niçin Paris gibi yapmayalım? Elbette bu cümleyle biten bu paragraf tamamen ironi amacıyla yazılmıştır. Yoksa bu yazının yazarının da sokakları “köpeksizleştirmeye” çalışanların da amacı Türkiye’yi kurup yüz yıla yakın yöneten elitlerin temel amacından, “Türkiye’yi illa bir Batı ülkesine benzetme çabasından” çok daha basit ve iddiasız: çocuklarımızı, yaşlılarımızı, insanımızı korumak istiyoruz!
Canım, kim istemez bunu, bir bardak suda da fırtına kopartıp kutuplaşacak mıyız, dediğinizi duyar gibiyim. Belki de mesele yine “sınıfsaldır” ve sokak köpeklerinin uyutulmasına karşı çıkanların böyle bir problemi zaten yoktur. Ne de olsa onlar köpek popülasyonunun yoğunlaşıp sürü halinde dolaştıkları “taşrada-kentin kenar mahallelerinde” değil tam merkezde, güvenlikli sitelerde yaşamakta ve işlerine/okullarına özel arabalarıyla gidip gelmektedirler.
Ve sokaklarda pinekleyen, olur olmaz anda insanlara saldıran başıboş köpekler bir Fransız’a nasıl “egzotik” geliyorsa, bir Kadıköylüye bir Cihangirliye de aynı ölçüde egzotik ve heyecan verici geliyor, sanırım. Bu da bir tür oryantalizm sayılır mı? Belki de… Orhan Pamuk’un kitabından “Batılı Gözler Altında” isimli uzun bölümü okuyunca, belki de diyor insan. Kim bilir?
Türkiye’de tercihleri, ihtiyaçları, öncelikleri, hayata ve dünyaya bakışı birbirine taban tabana zıt “iki toplumsal küme” var oldukça birilerinin sabah akşam şikayetçi olduğu “kutuplaşma” da bitmeyecektir elbette. Kutuplaşmanın bitmesini ve meselelerimizi daha sakince tartışmak istiyorsak, kutuplaşmayı yaratan asıl “sınıfsal farklılıkları” da ortadan kaldırmamız gerekiyor kanaatimce.
Makalede temsil edilen görüşlerin sorumluluğu yazara aittir, söz konusu yazı ve görüşler Hamaset'in editoryal politikasını yansıtmayabilir.