Yazar: Alain Gabon
Çeviri: M. Hulusi Cengiz
Sınır Tanımayan Doktorlar Fransa Başkanı ve İsrail'in Gazze'ye girmesine izin verdiği birkaç kişiden biri olan Isabelle Defourny bu ay orada gördüklerini nadir ve dokunaklı bir şekilde anlattı.
Yirmi yılı aşkın bir süredir dünyanın dört bir yanındaki savaş bölgelerindeki deneyimine rağmen, Gazze'deki durumu daha da kötüleştiren birkaç faktörden derinden etkilenmişti. Bunlar arasında tam kuşatma durumu, ölenler arasında orantısız sayıda çocuk olması ve hastaneler ile okullar da dahil olmak üzere bölgedeki binaların yüzde 80’inin hasar görmesi ya da yıkılması sonucu oluşan yıkımın halüsinasyon boyutuna ulaşması yer alıyordu.
Defourny ayrıca İsrail'in Gazze'ye ne kadar az insani yardım girmesine izin verdiğine dikkat çekti. Eylül ayında BM yetkililerinin sınırdaki gıda malzemelerinin yalnızca beşte birini içeri sokabildiğini ve durumun o zamandan bu yana çok daha kötüleştiğini belirtti.
Defourny’nin orada bulunduğu son birkaç gün içinde Gazze'ye günde en az 500 kamyonun girmesi gerekirken yalnızca yedi kamyonun girişine izin verildiği ve bölgenin kuzeyine ise hiçbir kamyonun ulaşamadığı ortaya çıktı.
Kitlesel açlık ve hastalığı silah olarak kullanmaya devam eden İsrail’in yöntemleri, soykırım mantığını doğrulamaktadır. Kudüs İbrani Üniversitesi'nde Holokost çalışmaları kürsüsü başkanı olan İsrailli Yahudi tarihçi *Amos Goldberg* bile İsrail’in soykırım yaptığını kabul etmiştir.
Defourny gibi insanların cesur tanıklıkları sayesinde –örneğin *Gazze'nin Kara Kitabı* veya *Lancet* tarafından yapılan ve ölü sayısının yüz binleri bulabileceğini belirten resmi tahminler gibi– hiç kimse bu trajediyi bilmediğini iddia edemez.
Onlarca Yıllık Sömürgecilik
Ekim 2023’ten çok önce İsrail, Filistin topraklarında yasadışı sömürgecilik, gayrimeşru askeri işgal ve uluslararası hukukun kitlesel ihlallerine başlamıştı. Hamas’ın saldırısı, İsrail’in onlarca yıllık sömürgeciliği, yıkımı ve cinayetlerine yönelik haklı olmasa da kaçınılmaz bir tepkiydi.
İsrail, askeri zaferlerini ve Hamas'ın zayıflamasını, Filistinliler için eşit hakların tanınmasını sağlayacak yeni bir barış süreci başlatmak için bir fırsat olarak kullanabilirdi. Bu, İsrail’in uzun vadeli çıkarlarına uygun olurdu. Ancak Başbakan *Benjamin Netanyahu*, ülkeyi ve bölgeyi ters yöne götürmeyi seçti.
Netanyahu'nun hedefi, Filistin topraklarındaki sömürgeleştirme sürecini hızlandırarak Batı Şeria’nın ilhakını tamamlamaktır. Hamas ve Hizbullah liderlerinin öldürülmesinden aldığı kısa vadeli “zaferlerin” sarhoşluğuna kapılan İsrail, bu zaferlerin kalıcı barış ve güvenlik anlamına gelmediğini göz ardı ediyor.
7 Ekim'den çok önce Netanyahu bir dizi siyasi ve uluslararası zaferle zaten cesaretlenmişti.
Bunlar arasında İsrail ile bölgesel normalleşmeyi teşvik eden Abraham Anlaşmaları; İsrail'in Filistin'e desteği antisemitizmle eş tutan propagandasının Batı'daki aşırı başarısı, Holokost suçluluğu ile birleştiğinde birçok eleştirmeni susturdu veya etkisiz hale getirdi ve ABD ve Avrupa'daki hükümetlerin devam eden koşulsuz desteği vardı.
Netanyahu böylece kibrinde kritik bir eşiği aşmış, Hamas ve Hizbullah liderlerine yönelik son suikastları 7 Ekim fiyaskosunun intikamı olarak gören İsrailliler arasında artan popülarite oranıyla daha da cesaretlenmiştir.
Meşhur “Ortadoğu'nun delisi” şu anda her şeye kadir olduğu fantezisinin pençesinde; Birleşmiş Milletler'e saldırıyor, BM Genel Sekreteri Antonio Guterres'i İsrail topraklarından men ediyor, Lübnan'ı Gazze ile aynı kaderi paylaşmakla tehdit ediyor ve hatta tüm Lübnan halkını Hizbullah'a karşı ayaklanmaya çağırıyor.
Dramatik aşırılık
Gazze ve Lübnan'a yönelik savaşlarının tırmanmasının ardında İsrail'in orta vadedeki daha büyük hedefi, tüm Orta Doğu'yu acımasız güç kullanarak yeniden şekillendirmektir.
Bu dramatik aşırılık, kısa bir süre önce Politico'ya isminin açıklanmaması koşuluyla konuşan bazı İsrailli ve Amerikalı yetkililer tarafından açıklandığı üzere, ABD'nin mutabakatıyla kararlaştırılan stratejik bir değişime karşılık geliyor. Dolayısıyla Netanyahu'nun, eski ABD Başkanı George W. Bush'un Irak Savaşı sırasında kullandığı “şer ekseni” retoriğini kullanması tesadüf değildir ki bu retoriğin kendisi de neo-muhafazakâr Büyük Ortadoğu projesinin ilk adımıdır.
Aslında Netanyahu'nun hedefleri Hamas ve Hizbullah'ı ortadan kaldırmanın çok ötesinde.
Bu hedefler arasında Gazze'yi tamamen yok ettikten sonra yeniden işgal etmek, hem 7 Ekim'in toplu cezası olarak hem de en azından on yıllar boyunca bir Filistin devletini imkânsız kılmak; Batı Şeria'nın ilhakını tamamlamak, Hizbullah'ı ortadan kaldırmak ve Lübnan siyasetini İsrail'in çıkarına olacak şekilde yeniden yapılandırmak ve İran rejimini ortadan kaldırmasa da zayıflatmak yer alıyor.
Netanyahu tüm bunları başarırken halkına ve dünyanın geri kalanına İsrail'in, haydut devleti için önemli olan tek müttefiki ABD'nin tam desteğini kaybetmeden soykırım da dahil olmak üzere istediği her şeyi yapabileceğini kanıtlamak istiyor.
Bu tırmanışın aynı zamanda Netanyahu'nun kendi kişisel çıkarlarına da hizmet ettiği aşikâr. Şu anda tam bir mesih modunda, kendisini açıkça hem Lübnan halkının (Hizbullah'a karşı) hem de İranlıların (kendi rejimlerine karşı) kurtarıcısı olarak sunuyor.
Batı'nın 7 Ekim'de yaşadığı gerçek dehşetten faydalanarak, İsrail'in gayrimeşru işgali ve vahşeti hakkındaki anlatıyı, İsrail'i “barbarlık ve vahşet” güçlerine karşı Batı adına savaşan “medeniyet” şampiyonu olarak gösteren sahte, kendine hizmet eden, Manichean bir “iyiye karşı kötü” çerçevesine dönüştürmeyi de başardı.
Batı'nın saldırı aparatı
Ne yazık ki Batı genelinde bu operasyon iyi işledi. Yüzyıllar süren sömürgecilik ve Araplar ve Müslümanlar da dahil olmak üzere “aşağı ırklar” kavramıyla yapılandırılan Batı dünyası, bu tür yalanlara her zaman sıcak bakmıştır.
İsrail her zaman Arap devletlerini ve halklarını zayıflatmak ve sindirmek için Batı'nın başlıca vekili olmuştur. Batı'nın Orta Doğu'daki başlıca saldırı köpeğidir.
Gerçekten de Filistinlilere yönelik bu korkunç katliam tek başına İsrail tarafından değil, bir soykırım ekseni tarafından gerçekleştirilmektedir. Batı medyası, 21. yüzyılda bir halkın kitlesel imhasına yönelik muhtemelen ilk gerçek girişim olacak bu olayda Batılı ülkelerin sorumluluğunu gizlemek için iyi bir iş çıkarmıştır.
Çoğunlukla İsrail yanlısı yayınları ve örtbas etme stratejileri, Batı'nın İsrail'e katliamlarını ve sömürgeciliğini durdurması için baskı yapamadığı efsanesini başarılı bir şekilde yaymıştır.
Bu düpedüz bir yalandır.
Bu ülkeler aniden güçsüzlük ya da etki eksikliği ile karşı karşıya kalmamıştır. Aksine, İsrail'i birkaç gün içinde olmasa bile birkaç hafta içinde durdurmak için ellerinde tüm araçlara ve kaldıraçlara sahipler.
Batılı ve Arap devletler tarafından İsrail'e derhal ve topyekûn bir ambargo uygulanabilir ve bu ambargo Rusya ya da İran'a uygulananlardan çok daha etkili olabilir. İsrail, Batı'ya son derece bağımlı olan küçük bir ülkedir.
İsrail'in soykırımını durdurması halinde sona erebilecek ya da azaltılabilecek bir ambargo, ithalat ve ihracatı durdurarak, tüm finansal işlemleri durdurarak, ticaret anlaşmalarını durdurarak ve yabancı varlıklara el koyarak onu gerekli kaynaklardan mahrum bırakabilir. Bazı ülkeler şimdiden bu tür önlemler almaya başlamıştır.
Batılı, Arap ve diğer devletlerin kısmen ya da tamamen kullanabileceği diğer araçlar arasında diplomatik ve askeri izolasyon; İsrail'e ve İsrail'den tüm seyahatlerin durdurulması, tüm vizelerin ve araştırma iş birliğinin durdurulması yer almaktadır. Ancak ilk önlem, tüm silah satışlarının tamamen ve derhal durdurulması olmalıdır.
Batılı liderler bu araçlardan herhangi birini kullanmıyorlarsa, bunun nedeni güçsüz olmaları değil; bunu yapmak istememeleridir. Böylece Batı dünyası, aylar önce durdurulabilecek bir soykırımda kendisini tamamen suç ortağı haline getirmiştir.
Gerçekten de “medeniyet” ve “barbarlık” arasındaki mücadelede, soykırımın batı ekseni tam olarak ikinci kampta yer almaktadır.
Kaynak: Middle East Eye
*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Makalede temsil edilen görüşlerin sorumluluğu yazara aittir, söz konusu yazı ve görüşler Hamaset'in editoryal politikasını yansıtmayabilir.