Yazar: Alex MacDonald
Çeviri: M. Hulusi Cengiz
Şam yönetimi uzun süre Brunner’in varlığını inkâr etse de etkisi, ülke tarihinde derin izler bırakmıştır.
Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın yönetimindeki hapishaneler, özellikle Sednaya Hapishanesi, binlerce tutuklunun infaz edildiği ve ağır işkencelere maruz kaldığı yerler olarak ünlenmiştir.
Esad’ın bu yöntemleri, 1970-2000 yılları arasında ülkeyi yöneten babası Hafız Esad’ın uygulamalarını temel almıştır. Ancak bu şiddet politikasının kökeni, Nazi savaş suçlusu Alois Brunner’in Suriye’ye yerleşmesi ve burada rejime işkence teknikleri öğretmesine dayanır.
Alois Brunner ve Holokost
Brunner, Nisan 1912'de o zamanlar Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun bir parçası olan Vas'ta doğdu. Almanya'nın Avusturya'yı ilhak etmesinin ardından, 1938'de SS'e katılmadan önce 1920'lerin sonunda Nazi Partisi'nin bir üyesiydi.
Holokost'un mimarı ve Avrupa çapında Yahudilerin toplu katliamının uygulanmasından sorumlu olan Adolf Eichmann'ın sağ koluydu. Brunner'in görev yerleri arasında, Paris'in kuzeybatısındaki Drancy toplama ve transit kampı ile Belçika'da Antwerp-Brüksel otoyolu üzerindeki Breendonk toplama kampında komutan olarak bulunmak da vardı.
Simon Wiesenthal Merkezi'nden Efraim Zuroff'a göre Brunner, "128.500 Yahudi'nin ölüm kamplarına sürülmesinden sorumluydu." Bunlar arasında, Avusturya'dan 47.000, Yunanistan'dan 44.000, Fransa'dan 23.500 ve Slovakya'dan 14.000 Yahudi bulunuyordu. "Fanatik bir antisemit, bir sadist ve kendini tamamen Avrupa Yahudilerinin toplu katliamına adamış bir kişiydi."
1980'lerde yayınlanan bazı röportajlar, Brunner'in Holokost sırasındaki rolünden pişmanlık duymadığını gösteriyordu.
1987'de Chicago Sun-Times'a verdiği demeçte, "[Yahudilerin] hepsi ölmeyi hak ediyordu çünkü onlar Şeytan'ın ajanları ve insan müsveddeleriydi" dedi. "Hiçbir pişmanlığım yok ve yine olsa yine yaparım." Daha önce, 1985 yılında bir Alman dergisine verdiği röportajda, Brunner'in "Tek pişmanlığım daha fazla Yahudi öldürmemiş olmam," dediği bildirilmektedir.
Brunner Orta Doğu'ya Geldi
Nazi Almanyası'nın 1945'teki yenilgisinden sonra, Brunner sahte bir Kızıl Haç pasaportu kullanarak kaçtı. Önce Mısır'a, ardından da 1954'te hayatının sonuna kadar kalacağı Suriye'ye gitti.
Suriye o dönemde, Brunner için verimli bir topraktı. İsrail Devleti'nin 1948'de kurulmasının ve 700.000'den fazla Filistinlinin evlerinden ve topraklarından sürülmesine neden olan Nakbah'ın ("Felaket") ardından, komşu devletlerin Yahudi sakinleri yoğun bir inceleme ve zulümle karşı karşıya kaldı.
Bir zamanlar nüfusları 25.000 civarında olan Suriye Yahudileri, bölgedeki en sert muamelelerden bazılarıyla karşılaştı. Hükümetin devlete ait işletmeler ve bankalar için çalışmalarını yasakladığı biliniyordu. Yahudi bir ailenin reisi öldüğünde, mülkleri devlete geçiyordu ve aile üyeleri ancak devlete kira ödeyerek kalabiliyordu. El konulan bazı Yahudi mülkleri Filistinli mültecilere verildi.
Birkaç önemli istisna dışında, Suriyeli Yahudilerin İsrail'i güçlendirecekleri korkusuyla ülkeyi terk etmelerine izin verilmedi. Pasaportlarında ve kimliklerinde dinleri belirtilen tek azınlık onlardı.
Ayrıca savaş sonrası Suriye, ilki CIA tarafından düzenlenen 1949 ve 1954 yılları arasındaki dört şiddetli iktidar değişikliği de dahil olmak üzere, düzenli olarak darbelerin yaşandığı oldukça istikrarsız bir yapıydı.
Brunner, başlangıçta Şam'daki George Haddad Caddesi'nde, Alman subay ve Suriye hükümetinin danışmanı Kurt Witzke'nin kiracısı olarak kaldı. Ancak yeni gelen kişi, daha sonra ev sahibini ihbar ederek Witzke'nin tutuklanmasına ve işkence görmesine yol açtı.
Böylece Brunner, mülkün tek sakini olarak kaldı.
Brunner, 1950'lerde Şam'daki Nazi kaçaklarıyla birlikte çalışarak Sovyetler Birliği ile Cezayir'in Fransız sömürgeciliğine karşı mücadelesinde, Cezayir Ulusal Kurtuluş Cephesi (FLN) arasında silah kaçakçılığı yaptı.
Sonunda, Brunner'in çalışmaları Suriye istihbaratı tarafından fark edildi ve sorgulanmak üzere tutuklandı. Brunner'in sorgucularına “Ben Eichmann'ın asistanıydım ve Yahudilerin düşmanı olduğum için aranıyorum” dediği bildirildi.
Bunun üzerine hemen işe alındı.
Brunner'in talihi, 1950'lerin sonu ve 1960'ların başında inişli çıkışlı bir seyir izledi. Konumu, Mart 1963'te iktidarı ele geçiren Arap Baas Partisi'nin ve ardından Aralık 2024'e kadar Suriye'yi yönetecek olan Esad hanedanının yükselişiyle güvence altına alındı.
Brunner ve Esad Hanedanı
Kudüs İbrani Üniversitesi'nde doçent olan Danny Orbach'a göre, Brunner darbeyi gerçekleştiren Baasçı liderler tarafından “şımartıldı”. Brunner'in avantajları arasında cömert bir maaş, bir şoför ve üst düzey rejim yetkilileriyle düzenli temas bulunuyordu.
Yeni yönetimde Albay Abdülhamid El Serrac tarafından Brunner ile tanıştırılan Savunma Bakanı Hafız Esad da yer alıyordu.
Zuroff'a göre Brunner, Suriye'de “Dr. Georg Fischer” takma adıyla yaşarken Hafız Esad'a “nasıl işkence yapılacağını” öğretti. “Suriye'deki Yahudi toplumuna yönelik sert muamelelerde yer aldı ve terör ve işkence konusunda bir uzmandı.”
Brunner'in statüsü ve Esad üzerindeki etkisinin kapsamını ve kesin ayrıntılarını, etrafındaki gizlilik nedeniyle doğrulamak zor.
Esad hanedanının devrilmesiyle yeni bilgiler gün ışığına çıkabilir.
Ancak Brunner'e atfedilen işkence yöntemlerinden biri, “Alman Sandalyesi” olarak bilinen ve tutuklunun elleri ve ayaklarının esnek bir metal sandalyenin altına bağlandığı, daha sonra boyun ve omurgaya baskı uygulamak için bükülebilen ve felç veya ölümle sonuçlanan tekniktir.
Savunma avukatı Andreas Schulz, Aralık 2021'de Almanya'nın Koblenz kentinde Suriyeli savaş suçlularının yargılandığı davada bu yöntemi ana hatlarıyla anlattı. Schulz, Doğu Almanya'daki Komünist hükümetin de Suriye ile bağlantıları olmasına rağmen, bu teknikten Brunner'in sorumlu olabileceğini söyledi.
Suriye Hukuki Çalışmalar ve Araştırma Merkezi (SCLSR) tarafından hazırlanan bir raporda Schulz, Brunner'in “Baas Partisi ve Alevilerin geleceğini güvence altına almak için bir baskı aygıtı kurduğunu” söyledi. Schulz'a göre Brunner bunu, Nazi lideri Adolf Hitler ile olan ilişkisinden bahsederek Esad'ın başkanlık danışmanlığı görevini güvence altına alarak, istihbarat yetkililerini eğiterek ve işkence tekniklerini test ederek başardı.
SCLSR'nin Schulz'a dayandırdığı haberine göre, Brunner ilk olarak Suriye'nin güneybatısındaki Wadi Barada vadisi bölgesinde işkence konusunda uzmanlaşmış bir istihbarat üssüne gönderildi.
Ancak ilişkiler sonunda bozuldu ve Esad ile arası açıldı.
2017 yılında Fransız Revue XXI dergisi, üç Suriyeli güvenlik kaynağının Brunner'in Wadi Barada'da Esad rejiminin “tüm liderlerini eğitmiş” olduğunu söylediğini bildirdi.
Hedi Aouidj ve Mathieu Palain, “Yeni Suriye Devlet Başkanı, Alois Brunner'in yardımıyla eşine az rastlanır etkinlikte bir baskı aygıtı kurdu” diye yazdı. “Karmaşık, birbirini izleyen ve gözetleyen çok sayıda kola ayrılmış, mutlak bir bölümlendirme temelinde çalışan bu aygıt bir ilke üzerine inşa edilmiştir: sınırsız terör kullanarak ülkeyi elde tutmak.”
Brunner'in Peşinde
Ancak Brunner'e ilgi duyan tek Orta Doğu hükümeti Suriye değildi. Mayıs 1960'ta eski patronu Eichmann'ı Haziran 1962'de İsrail'de yargılanıp idam edilmeden önce uyuşturup kaçıran İsrail'in de dikkatini çekmişti.
Brunner, 1961 ve 1980 yıllarında Suriye'deyken İsrail istihbaratının en az iki suikast girişiminden kurtulmuş ve bu girişimler Brunner'in üç parmağına ve bir gözünü kaybetmesine mal olmuştur.
1985 yılında yapılan röportaj sırasında cebinden zehirli bir hap çıkardığı ve İsraillilerin Eichmann'a yaptıkları gibi kendisini de canlı ele geçirmelerine asla izin vermeyeceğine yemin ettiği bildirildi.
İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesinden bu yana, Nazi savaş suçluları her zaman onlara adaletin ulaşmasını isteyenlerin radarında olmuştur. 1950'lerde Brunner'in kendisi Fransa'da gıyabında suçlu bulunmuş ve idama mahkûm edilmiştir.
Ancak 20. yüzyılın sonlarına doğru, yaşlı Nazi savaş suçlularının ölmeden ve adaletten kaçmadan önce izlerini sürmek için yoğun uluslararası çabalar sarf edilmiştir.
Brunner listede olanlardan biriydi.
Kasım 1987'de New York'ta BM Nazi Savaş Suçları Komisyonu'nun açılışında, o zaman İsrail'in BM Büyükelçisi olan Benjamin Netanyahu, Brunner'in faaliyetleri hakkında bir dosya tuttu.
Mart 2001'de bir Fransız mahkemesi, bu kez Paris bölgesinden 345 yetimin tutuklanması ve sınır dışı edilmesinden dolayı gıyabında onu tekrar suçlu buldu.
Temmuz 2007'ye gelindiğinde Avusturya, Brunner'in tutuklanmasını ve iade edilmesini sağlayacak bilgi için 50.000 Avro ödemeye hazırdı. Altı yıl sonra, Simon Wiesenthal Merkezi'nin Nazi Savaş Suçlularının Durumuna ilişkin Yıllık Raporu, Brunner'in “hala hayatta olabilecek en önemli cezasız Nazi savaş suçlusu” olduğunu belirtirken, “hayatta olma ihtimalinin nispeten zayıf olduğunu” da kabul ediyordu.
Ancak Suriye, Fransa ve diğer ülkelerin Brunner'i soruşturma ve hatta Brunner'in ülkede olduğunu kabul etme girişimlerini her zaman reddetti.
Brunner'in ölümündeki gizem
1990'lara gelindiğinde Brunner'in yüksek profilli röportajları onu Şam'daki ev sahipleri için bir sorumluluk haline getirmişti.
Revue XXI dergisi Brunner'in 2001 yılında Şam'da 89 yaşında öldüğünü ve 1996 yılında yetkililer tarafından sessizce saklandığı bir polis karakolunun altındaki izbe bir bodrum katında yaşadığını öne sürdü. Haberde Brunner'in gardiyanlarından birinin “son yıllarında çok acı çektiği ve ağladığı, [ve] herkesin onu duyduğunu” söylediği aktarıldı.
İkinci bir gardiyan ise, Sednaya'da çok sayıda mahkûma uygulanan akıbete benzer şekilde, Brunner'in hücresinin kapısının “kapatıldığını ve bir daha açılmadığını” ifade etti. Nazi avcısı Serge Klarsfeld o dönemde AFP haber ajansına yaptığı açıklamada, “İyi değil kötü yaşadığını öğrenmek bizi tatmin etti” dedi. Bir Alman istihbarat yetkilisi tarafından 2010 yılında Simon Wiesenthal Merkezi'ne sunulan bir başka raporda da onun öldüğü öne sürülmüştü.
Suriye devletinin şeffaf olmayan yapısı, yakın zamanda yaşanan iç savaşın kaosuyla birleşince Brunner ve diğer Nazi savaş suçlularının Esad hanedanı üzerindeki etkisinin gerçek boyutunun hala bilinmediği anlamına geliyor.
Nazi Almanya'sının çöküşünü takip eden yıllarda, sorumluların adaletle yüzleşmesini sağlamak amacıyla savaş suçları davaları açıldı. Uluslararası İnsan Hakları Federasyonu yaptığı açıklamada, 2011 yılından bu yana Suriye halkına uygulanan şiddet için benzer bir hesap verebilirlik çağrısında bulundu.
“Mart 2011'den bu yana Suriye halkına uygulanan acımasız baskılar yaklaşık 500,000 kişinin ölümüne, 6 milyondan fazla mültecinin yerinden edilmesine ve 150,000'den fazla kişinin kaybolmasına neden oldu” denildi.
Bu zulümler cezasız kalamaz ve sorumlular hesap vermelidir.
Alois Brunner vakası, Suriye'deki baskı mirasının 2011'den önce başladığını ve pek çok açıdan İkinci Dünya Savaşı ve öncesine kadar geri götürülebileceğini kanıtlamaktadır.
Kaynak: Middle East Eye
*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Makalede temsil edilen görüşlerin sorumluluğu yazara aittir, söz konusu yazı ve görüşler Hamaset'in editoryal politikasını yansıtmayabilir.