Yazar: Javier Villamor
Çeviri: M. Hulusi Cengiz
Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika ve diğer müttefiklerin genişlemesi ve artan etkisi, küresel güç dengesine eşi benzeri görülmemiş bir meydan okumayı temsil ediyor.
Avrupa Birliği (AB), küresel önemini ve 2030 Gündemi gibi hedeflere ulaşma kabiliyetini tehdit eden ekonomik ve stratejik risklerle karşı karşıya. Reelpolitik ön plana çıktığında iklim dogmaları çöküyor. Avrupa, tarihi bir kavşakta bulunuyor: BRICS'in değişime öncülük ettiği çok kutuplu bir dünyaya uyum sağlayacak mı, yoksa seyirci olarak geride mi kalacak?
İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana Washington, Avrupa kıtasında merkezkaç bir güç olmuştur. Ancak Batı çıkarlarına karşı küresel bir bloğun ortaya çıkması, SSCB'nin çöküşünden bu yana dramatik bir değişime işaret ediyor.
2009 yılında kurulan BRICS, gelişmekte olan bir ekonomik gruplaşmadan 'Küresel Güney' olarak adlandırılan stratejik bir merkeze dönüşmüştür. BRICS'in mevcut üyeleri ve Suudi Arabistan gibi potansiyel müttefikleri dünya nüfusunun yüzde 46'sını oluşturmakla kalmıyor, petrol üretimi ve stratejik madenlerin kontrolü gibi kilit alanlarda G7'yi geride bırakmış durumda.
Bu avantajlar, enerji ve emtianın ekonomiler için hayati önem taşıdığı bir bağlamda kritik önem taşıyor. SWIFT'e meydan okuyabilecek bir uluslararası ödeme sistemi olan BRICS Pay ve yerel para birimleriyle ticaret anlaşmaları gibi BRICS girişimleri, ABD dolarına olan bağımlılığı azaltmayı ve çok kutuplu bir sistem kurmayı amaçlıyor.
Bu yükseliş sadece ekonomik değil, aynı zamanda siyasidir.
BRICS, kendisini pek çok kişinin modasının geçtiğini düşündüğü Batı modelini eleştiren bir platform olarak konumlandırıyor.
Vladimir Putin ve Xi Jinping gibi liderler, Batı'nın ideolojik radikalizminin ve ahlaki sapmasının küresel cazibesini zayıflattığını savunuyor. Geleneksel olarak ABD'nin müttefiki olan Avrupa ise bu durumdan rahatsız.
Artık G7'nin etrafında dönmeyen bir dünyada, AB'nin Afrika ve Asya gibi bölgelerdeki etkisi azalıyor. BRICS, somut önerilerle gelişmekte olan ekonomileri cezbederken, Avrupa artık saygı ve özerklik talep eden 'Küresel Güney' ile uyuşmayan koşullar ve politikalar sunuyor.
BRICS'in petrol üretimi ve stratejik madenlere erişimdeki hakimiyeti, Avrupa'nın yeşil dönüşümüne doğrudan bir meydan okuma teşkil ediyor. Çin ve Rusya gibi ülkeler, temiz teknolojiler için gerekli kaynakları kontrol ederek AB'yi savunmasız bırakıyor. Bir zamanlar hidrokarbonlar konusunda Rusya'ya karşı savunmasız olan AB, iklim fanatizmi sayesinde artık daha fazla ülkeye karşı savunmasız hale gelmiş durumda.
Moskova'nın tedarikçi olarak izole edilmesiyle daha da kötüleşen ithalat bağımlılığı, maliyetleri arttırma ve tedarik zincirlerini zayıflatma tehdidinde bulunuyor. Ursula von der Leyen ve ekibi, küresel anlaşmalar yoluyla bu riski azaltmaya çalıştı. Ancak BRICS içi ticaretin büyümesi ve Endonezya ile Nijerya gibi oyuncuların entegrasyonu, piyasaları yeniden çiziyor.
Özellikle imalat ve teknoloji alanındaki Avrupa endüstrileri, giderek daha şiddetli bir rekabetle karşı karşıya. Bu bağlamda ABD, Başkan Donald Trump'ın NAFTA ortakları da dahil olmak üzere daha yüksek gümrük tarifeleri vaat etmesiyle korumacı politikalar benimsiyor. Bu durum, Çin'i yeni pazarlara açılma stratejisini yoğunlaştırmaya itebilir ve BRICS'i daha da güçlendirebilir.
Bu arada Avrupa, toplumsal cinsiyet, temsiliyetin gerçekte ne anlama geldiği ve bürokrasi konularındaki iç tartışmalara takılıp kalıyor ve kritik jeopolitik zorlukları gözden kaçırıyor.
Avrupa, iddialı iklim politikalarını zorlarken BRICS, fosil yakıt temelli kalkınmayı ve hızlandırılmış büyümeyi teşvik ediyor. Çin, Rusya veya Hindistan'ı küçülme modelini benimsemeye ikna etmeye çalışmak beyhude görünüyor.
BRICS karşısında ikincil bir konuma düşmemek için AB, dört temel alanda acilen harekete geçmelidir: yeni ittifaklar kurmalı ve Afrika ile diğer yükselen ekonomilere yönelik yaklaşımında reform yapmalıdır.
Kalkınma yardımlarının kültürel ya da siyasi dayatmalarla şartlandırılması etkisiz hale gelmiştir. Avrupa, BRICS modeline karşı dürüst ve saygılı alternatifler sunmalıdır. Ayrıca rekabetçiliğe odaklanmalı, teknolojik yeniliklere, altyapıya ve enerji bağımsızlığının temeli olarak nükleer enerjiye yatırım yapmalıdır.
Bu tür tedbirlerle Avrupa, üçüncü taraflardan bağımsız kalacaktır. Stratejik özerklik esastır. Ancak bu, ABD ile pragmatik bir ortaklığı sürdürürken Washington'a olan bağımlılığın azaltılması anlamına gelmektedir. Bu da köklü bir siyasi değişim gerektiriyor ki Trump'ın Beyaz Saray'a geri dönmesiyle bu çok zordur.
BRICS'in yükselişi, Batı hegemonyasına doğrudan bir meydan okuma ve Avrupa için bir uyandırma çağrısıdır. Küresel oyunun kurallarının yeniden yazıldığı bir dünyada AB, eylemsizlik lüksüne sahip değildir.
Brüksel, liderlik edecek siyasi iradeye sahip mi, yoksa ikincil bir rolü mü kabul edecek? Avrupa'nın geleceği, bu yeni dünya düzeninde stratejik ve kararlı bir şekilde hareket etme becerisine bağlıdır.
Kaynak: Brussels Signal
*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Makalede temsil edilen görüşlerin sorumluluğu yazara aittir, söz konusu yazı ve görüşler Hamaset'in editoryal politikasını yansıtmayabilir.