Dr. Haşim Türker
Çeviri: M. Hulusi Cengiz
ABD Korumacılığı Yeniden Doğuyor
Başkan Donald Trump'ın ikinci döneminin başlamasıyla birlikte, ABD ticaret politikalarında korumacı bir tırmanış yaşanmış ve bu durum, ABD ile Çin arasında genişleyen ekonomik ve teknolojik eşitsizliklere dair derin stratejik kaygıları yansıtmıştır. Trump yönetimi, ABD'nin Çin’e kıyasla ekonomik refahı ve ulusal güvenliği besleyen önemli sektörlerdeki gerilemesini ele almak için, korumacı bir duruşu kritik bir strateji olarak benimsemiştir.
Daralan Teknolojik Uçurum
Amerika Birleşik Devletleri, tarihsel olarak küresel inovasyona hâkim olmuş ve yapay zekâ (AI), yarı iletkenler ve yenilenebilir enerji gibi kritik sektörlerde teknolojik üstünlüğünü korumuştur. Ancak son gelişmeler, Çin’in devlet öncülüğündeki stratejik girişimleri ve sürekli yatırımlarıyla bu alanda önemli ilerleme kaydettiğini göstermektedir.
Örneğin, 2023 yılında Çin'in Ar-Ge’ye yaptığı yatırım yaklaşık 722,8 milyar dolara yükselmiş ve ABD’de kaydedilen 784 milyar dolarlık rakamı neredeyse yakalamıştır. Bu eğilimlerin birbirine yaklaşması, ABD’li politika yapıcılar açısından teknolojik üstünlük dengesinde kayda değer bir değişime işaret etmekte ve bu durumun aciliyeti, Trump’ın korumacı önlemler almaya başlamasıyla daha da belirginleşmiştir.
Çin’in yenilikçiliğindeki hızlı büyüme, özellikle yapay zekâ ve ilgili teknolojiler alanında patent başvurularındaki artışta açıkça görülmektedir. Bu sektörde Çinli mucitler, ABD’li meslektaşlarına kıyasla patent başvurularının hacmi açısından önemli bir liderlik göstermiştir.
Öncü araştırmalar alanında ABD’li araştırmacıların süregelen üstünlüğüne ve ABD inovasyonunun tartışılmaz kalitesine rağmen, Çin’in teknolojik gücünün artan kapsamı, ABD’ye küresel liderlik pozisyonu açısından stratejik bir meydan okuma oluşturmaktadır. Bu değişim, zamanla ABD’nin ekonomik gücünü ve askeri üstünlüğünü azaltacak; stratejik rekabeti yoğunlaştıracak ve ciddi güvenlik endişelerine yol açacaktır.
Küresel Tedarik Zincirlerinde Bağımlılık ve Kırılganlık
Trump’ın korumacı politikalarının temelindeki önemli bir kaygı, Çin kontrolündeki tedarik zincirlerine olan yoğun bağımlılığın ABD için yarattığı kırılganlıktır. Bu stratejik bağımlılık, yarı iletkenler ve temiz enerji teknolojilerine yönelik yüksek düzeydeki dış bağımlılıkla örneklendirilebilir. ABD, gelişmiş yarı iletken teknolojilerinde hâlâ sınırlı bir avantaja sahip olsa da Çin’in çip üretiminde kendi kendine yeterlilik konusundaki iddialı arayışı önemli bir tehdit oluşturmaktadır. Bu gelişme, ABD’nin rekabet gücünü aşındırma ve potansiyel olarak ülkenin ekonomik ve askeri üstünlüğüne zarar verme riski taşımaktadır.
Benzer bir kırılganlık, Çin’in yenilenebilir enerji sektöründeki baskın konumunda da gözlemlenmektedir. Çin, şu anda küresel güneş fotovoltaik üretiminin %80’inden fazlasını ve lityum-iyon pil üretiminin yaklaşık %65’ini gerçekleştirmektedir. Bu oranlar, ABD’nin Çin kaynaklarına olan kritik bağımlılığını ortaya koymaktadır.
Çin’in bu sektörlerdeki hâkim konumunun stratejik sonuçları, özellikle de ABD’nin büyük ölçüde Çin üretimine dayanan yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmesi bağlamında önemlidir.
Sonuç olarak, Trump tarafından savunulan stratejik yaklaşım; kritik endüstrilerin başka ülkelere kaymasını önlemeye, yerli üretimi teşvik etmeye ve kendi kendine yeterliliği artırmaya çalışan korumacı bir politika gündemidir. Tarifeler, ihracat kontrolleri ve stratejik sektörlere kamu destekli yatırımlar, bu kapsayıcı stratejinin temel bileşenlerini oluşturmaktadır.
İmalattaki Düşüş ve Ekonomik Güvenlik
ABD’nin imalat kapasitesindeki süregelen düşüş, Trump’ın korumacı stratejisini daha da güçlendirmektedir. ABD’nin küresel imalat üretimine mevcut katkısı yaklaşık %16’dır; bu oran, Çin’in %32’lik payına kıyasla ciddi bir düşüşe işaret etmektedir. Büyük ölçüde Çin’in düşük maliyetli üretimiyle rekabet zorluğuna dayanan bu değişim, yalnızca ekonomik kayıplara değil; aynı zamanda savunma sanayi tabanına ve inovasyon altyapısına da zarar vermektedir.
Trump yönetimi, imalat gücünü açıkça ulusal güvenlikle ilişkilendirmiştir. Çin ile 2024 yılı itibariyle 295 milyar dolarlık dış ticaret açığı, ABD’nin endüstriyel zayıflığını ve dışa bağımlılığını simgeleyerek bu endişeleri artırmaktadır. Buna yanıt olarak Trump yönetimi, üretimdeki düşüşü tersine çevirmek, yerel kapasiteyi yeniden inşa etmek ve ekonomik bağımlılıktan doğan stratejik kırılganlıkları azaltmak amacıyla tarifeler ve sanayi sübvansiyonları dahil olmak üzere çeşitli korumacı politikalar uygulamaya koymuştur.
Stratejik Ayrışma ve Ulusal Özerklik
Trump'ın yeniden canlandırdığı korumacı politikaların merkezinde Çin’den stratejik ayrışma düşüncesi yer almaktadır. Bu yaklaşım, ABD ekonomisini, Çin’in etkili olduğu küresel tedarik zincirlerinin neden olduğu kesintilerden ve kırılganlıklardan izole etmeyi amaçlamaktadır. Bu yeniden yapılanma; teknoloji ihracatına getirilen kısıtlamalar, yabancı yatırımların daha fazla denetlenmesi ve yerli sanayilere verilen destek gibi önlemlerle somutlaştırılmakta ve ulusal özerkliğe yönelik kararlı bir yönelim sergilemektedir.
Savunma ve yüksek teknoloji uygulamaları için hayati olan nadir toprak elementlerine bağımlılık, ABD ekonomisinin savunmasızlığını daha da derinleştirmektedir. Çin’in bu kritik minerallerin işlenmesindeki %90’lık tahmini hâkimiyeti, ABD’yi ciddi stratejik risklere açık bir konuma getirmektedir. Buna karşılık Trump yönetimi, bu minerallerin tedarikini çeşitlendirmeyi ve güvence altına almayı hedefleyen politikaları yürürlüğe koymuştur. Bu politikalar; yerli madenciliği, rafinajı ve ilgili sektörler arası iş birliğini teşvik ederek tedarik zinciri güvenliğini artırmayı amaçlamaktadır.
Sonuç
Sonuç olarak, Trump’ın ikinci döneminde ABD ticaret politikalarındaki yeniden yapılanma, derin yapısal zorluklara verilen ölçülü bir tepki olarak değerlendirilebilir. Gümrük tarifeleri, ihracat kontrolleri ve stratejik yatırımları kapsayan korumacı önlemler, uzun süredir devam eden sanayi gerilemesini tersine çevirmeyi ve ABD'nin teknoloji ile imalat alanlarındaki liderliğini yeniden kurmayı hedeflemektedir.
Bu politikalar, özellikle yarı iletkenler gibi hayati sektörlerdeki kırılganlıkları azaltarak Çin üretimine olan bağımlılığı sınırlandırmaya çalışmaktadır.
Etkili bir şekilde uygulandığı takdirde, bu politikaların önümüzdeki on yıl içinde ABD’nin imalat açığını %5 ila %10 oranında azaltması ve stratejik bağımlılıkları minimize etmesi mümkündür.
Ancak Çin’in devlet destekli yatırımlarının ölçeği ve hızı – Ar-Ge harcamalarının ABD seviyelerine ulaşması ve yenilenebilir enerji bileşenlerindeki hâkimiyet gibi göstergelerle, ABD girişimleri büyük atılımlar gerçekleştirmediği sürece teknolojik uçurumun daha da büyüyebileceğini göstermektedir. Ayrıca stratejik ayrışma, ulusal özerkliği artırabilir; fakat küresel karşılıklı bağımlılıkların doğasında var olan karmaşıklık, tam bir kopuşu mümkün kılmamakta ve uzun vadeli ekonomik etkiler büyük bir belirsizlik taşımaktadır.
Dolayısıyla mevcut korumacı gündem, kısa vadeli stratejik gerekliliklere hitap etmekle birlikte; uzun vadeli başarısı, iç ekonomik yeniden yapılanmayı, dikkatli ve incelikli bir uluslararası angajmanla birleştiren dengeli bir yaklaşıma bağlı olacaktır. Bu gerçek, küresel ekonomik ve teknolojik dengelerin değiştiği günümüzde, izolasyonist politikalar ile çok taraflı iş birliği arasındaki ideal dengenin ne olması gerektiğine dair tartışmaların süreceğini göstermektedir.
Kaynak: Geopolitical Monitor
*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Makalede temsil edilen görüşlerin sorumluluğu yazara aittir, söz konusu yazı ve görüşler Hamaset'in editoryal politikasını yansıtmayabilir.