PUTİN İKİNCİ BİR YALTA İSTİYOR

System.Web.UI.WebControls.Label / PUTİN İKİNCİ BİR YALTA İSTİYOR / PUTİN İKİNCİ BİR YALTA İSTİYOR / hamaset.com.tr

17 Şubat 2025 Pazartesi

Çeviren:Haber Merkezi |

Rus hükümeti ve devlet propagandası, dünyanın etki alanlarına göre yeniden bölünmesini aktif bir şekilde teşvik ediyor.

PUTİN İKİNCİ BİR YALTA İSTİYOR / hamaset.com.tr

Yazar: Lesia Bidochko

Çeviri: M. Hulusi Cengiz

Bu yıl, savaş zamanı Büyük İttifak liderlerinin savaş sonrası uluslararası düzeni müzakere ettikleri tarihi Yalta Konferansı’nın sekseninci yıldönümü.

Franklin D. Roosevelt, Winston Churchill ve Joseph Stalin, o dönemde savaş sonrası uluslararası düzeni şekillendiren isimlerdi. Ancak bu düzen, özellikle Sovyetler Birliği’nin dağılması ve bir zamanlar SSCB’nin parçası olan ya da etkisi altında bulunan devletlerin Avrupa-Atlantik entegrasyonuna yönelmesiyle önemli değişimler geçirdi.

2014 yılında Kırım’ın ilhakı, Yalta-Potsdam sisteminin aşınmasında bir dönüm noktası oldu. Bu gelişme, büyük güç politikalarının yeniden canlanmasına ve İkinci Dünya Savaşı sonrası belirlenen normların reddedilmesine işaret etti.

Yıldönümü vesilesiyle Ukrayna Dışişleri Bakanı Andriy Sybiha, sosyal medya platformu X’te şu paylaşımı yaptı:
“Seksen yıl önce savaş sonrası düzen ve etki alanları Yalta’da şekillendirildi. Bugün Putin yeni bir ‘Yalta’, yeni sınırlar ve etki alanları istiyor. Güvenli bir dünya için saldırganın gayrimeşru talepleri reddedilmelidir. Bunun yerine adil bir barışa zorlanmalıdır.”

Yalta’dan seksen yıl sonra dünya, bu konferansın mirasını temelde farklı şekillerde algılıyor. Batı için Yalta, uluslararası iş birliğinin temelini atan gerekli ama kusurlu bir uzlaşmayı temsil ediyor. Ancak Rusya için Yalta, neo-emperyalist emellerini meşrulaştırmak için bir araç işlevi görüyor.

Yalta'da Başlayan Kırım'da Sona Erdi

Yalta Konferansı (4-11 Şubat 1945) ve Potsdam Konferansı (17 Temmuz-2 Ağustos 1945), savaş sonrası uluslararası düzenin jeopolitik çerçevesini oluşturdu.

Bu konferanslar, öncelikle fiili bir nüfuz paylaşımını resmileştirdi. Doğu Avrupa Sovyetlerin kontrolüne girerken, Batı Avrupa ABD ve müttefiklerinin yanında yer aldı. Ayrıca, Birleşmiş Milletler’in kurulmasına zemin hazırlayarak kolektif güvenlik ve çatışma çözümü için bir mekanizma oluşturdu.

En önemli gelişmelerden biri ise askerden arındırma ve silahsızlandırma süreçlerinin başlatılmasıydı. Almanya bölünerek gelecekteki saldırganlığı önlemek amacıyla yeniden yapılandırıldı.

Yalta-Potsdam düzeni, Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle yavaş yavaş aşındı. Sovyetler Birliği’nin 1991’de çöküşü, iki kutuplu dünya düzenini ortadan kaldırarak Moskova’nın Doğu Avrupa üzerindeki hakimiyetini sona erdirdi. Eski Sovyet cumhuriyetleri ve uydu devletler, Avrupa-Atlantik entegrasyonuna yönelerek Rusya’nın Yalta sonrası etki alanını daha da zayıflattı.

1999 ve 2004 yılları arasında NATO ve Avrupa Birliği, eski Varşova Paktı üyeleri ve eski Sovyet cumhuriyetlerini entegre ederek önemli ölçüde genişledi. Estonya, Letonya, Litvanya, Polonya, Slovakya, Slovenya, Macaristan ve Çek Cumhuriyeti, Batı’nın güvenlik ve ekonomik yapılarına katıldı. Bu ülkelerin NATO ve AB’ye üye olması, Rusya’nın etki alanını zayıflatarak Sovyet sonrası jeopolitik hedeflerine meydan okudu.

2008 yılında Rus kuvvetleri, Güney Osetya olarak bilinen Tskhinvali bölgesindeki Rusya yanlısı ayrılıkçıları koruma bahanesiyle Gürcistan’ı işgal etti. Bu askeri müdahale, Soğuk Savaş sonrası devlet egemenliği ilkesine doğrudan bir meydan okuma niteliğindeydi.

Bunun ardından 2014 yılında Rusya, uluslararası hukukun temel ilkesi olan toprak bütünlüğünü ihlal etti ve İkinci Dünya Savaşı sonrası küresel uzlaşının çöküşünün sinyalini verdi.

Kırım’ın yasadışı ilhakı ve ardından Ukrayna’ya yönelik geniş çaplı savaş, Avrupa’da savaşları önlemek üzere tasarlanan büyük güç mutabakatının kesin olarak sona ermesine neden oldu. Bu olaylar, uluslararası kurumların yetersizliklerini de ortaya çıkardı. Birleşmiş Milletler ve Batılı güçler, saldırganlığı caydırma veya kalıcı bir barış sağlama konusunda başarısız oldu.

Siyasi Bir Araç Olarak Tarihsel Revizyonizm

Rusya devleti ve siyasi elitleri, çağdaş jeopolitik hırslarını meşrulaştırmak için Yalta Konferansı’nın mirasına giderek daha fazla atıfta bulunuyor.

Örneğin, Haziran 2020’de, Sovyetler Birliği’nin “Büyük Zaferi”nin yetmiş beşinci yıldönümü vesilesiyle Vladimir Putin şu ifadeleri kullandı:
“Şu anda Batı’da tanık olduğumuz tarihsel revizyonizm – özellikle İkinci Dünya Savaşı ve sonuçları ile ilgili olarak – tehlikelidir. 1945’te Yalta ve San Francisco konferanslarında oluşturulan barışçıl kalkınma ilkeleri, alaycı bir şekilde çarpıtılmaktadır.”

Ancak Putin, “diplomasi çerçevesi”nden bahsettikten sadece iki yıl sonra Ukrayna’ya geniş çaplı bir işgal başlattı. Bundan altı yıl önce de Kırım’ı ilhak etmiş ve Doğu Ukrayna’da savaş başlatarak Yalta-Potsdam sisteminin çöküşüne neden olmuştu.

Rus propagandası, NATO’nun genişlemesini ve Batı’nın Rusya’nın güvenliğini “baltaladığını” iddia ederek “Yalta ruhunu” ihlal edenin Batı olduğunu öne sürüyor. Bu anlatıya göre, Yalta Konferansı, Moskova’nın eski Sovyet cumhuriyetleri üzerindeki kontrolünü meşrulaştırırken, bu cumhuriyetlerin demokratikleşmesi ve Batı ile iş birliği yapması gayrimeşru bir müdahale olarak görülüyor.

Örneğin, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, konferansın mirası hakkında yazdığı bir makalede Batı’nın Yalta ilkelerine ihanet ettiğini savundu. Ayrıca, ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio’nun modern dünya düzenini Amerikan çıkarlarına karşı silah olarak kullandığını iddia etti.

Emperyalist “Yalta-2”

2023 yılında Kırımlı yetkililer, Kırım’ın yeniden dünya siyasetinin merkezi hâline geleceğini ilan etti. Yerel medya, modern bir Yalta Konferansı olasılığı üzerine çeşitli spekülasyonlar yapmaya başladı.

Kremlin’in propaganda organları, “Yalta-2” fikrini destekleyerek, Rusya’nın küresel jeopolitik kararları belirleyen kilit aktörlerden biri olması gerektiğini savundu.

Ancak bugünün Rusya’sı, Sovyetler Birliği’nin 1945’te sahip olduğu jeopolitik güçten çok uzakta. Küresel erişimi ve etkisi zayıflamış durumda. Yine de Kremlin, tarihi zirvelere ve diplomatik anlara atıfta bulunarak Rusya’nın büyük güç statüsünü koruduğu yanılsamasını sürdürüyor.

Moskova, barışı savunma kisvesi altında mevcut savaşı dondurmayı ve ileride toprak iddialarını genişletmeyi amaçlıyor. Ancak Putin’in mevcut stratejisi, Stalin’inkinden çok Hitler’inkine benziyor.

Putin, küresel meselelerde liderlik yapacak güce sahip değil ve uluslararası düzeni kendi lehine yeniden şekillendirme konusunda jeopolitik yetkisi bulunmuyor. Ancak, Kremlin'in stratejisi açık: askeri güç ve siyasi baskılarla uluslararası hukuku göz ardı eden yeni bir dünya düzeni yaratmak.

Kaynak: The National Interest

*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Makalede temsil edilen görüşlerin sorumluluğu yazara aittir, söz konusu yazı ve görüşler Hamaset'in editoryal politikasını yansıtmayabilir.



DİĞER YAZILAR


Haritalar ile belirlenen sınırların ötesinde

2022 © Tüm hakları saklıdır.