Yazar: Elfadil İbrahim
Çeviri: M. Hulusi Cengiz
Sudan'ın yıkıcı iç savaşının gölgesinde, iki bölgesel güç arasında daha az görünür ancak aynı derecede önemli bir güç mücadelesi yaşanıyor: Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE).
Mısır, 15 Nisan 2023'te patlak veren çatışmada Sudan Silahlı Kuvvetleri'ni (SAF) desteklerken, BAE Hızlı Destek Güçleri'ni (RSF) destekliyor. Yaklaşık iki yıldır süren çatışmalar feci bir insani krize yol açarak Sudan'ı tamamen çöküşe sürükledi.
Biden yönetimi son günlerinde hem RSF başkomutanı Hemedti'ye soykırımdan sorumlu güçler üzerindeki komuta sorumluluğu nedeniyle, hem de SAF'tan General Abdülfettah el-Burhan'a barış çabalarını engellemek, yardımı bloke etmek ve kimyasal silah kullandığı iddiasıyla yaptırım uyguladı.
BM ve ABD müfettişlerinin BAE'nin Sudan'daki savaşta RSF'yi destekleme konusundaki yoğun katılımına dair artan kanıtlarına rağmen, Abu Dabi insani bir aktör olarak tarafsızlığını iddia etmeye devam ediyor. Ancak bu iddia ABD hükümetinin en üst düzeylerinde doğrudan sorgulanmıştır.
Dışişleri Bakanı Marco Rubio, Senato'daki onay duruşmasında BAE'yi açıkça “soykırım gerçekleştiren bir oluşumu açıkça desteklemekle” suçladı.
Mısır'ın SAF'ı ve Port Sudan'daki ordu liderliğindeki hükümeti desteklemedeki rolü giderek daha açık hale geldi. Eylül ayında Mısır Dışişleri Bakanı Badr Abdelatty, Rubio'nun selefi Antony Blinken ile düzenlediği basın toplantısında “Sudan ulusal ordusunu diğer taraflarla aynı kategoriye koymamanın önemini” vurguladı.
Abdelatty ayrıca kısa süre önce Mısır'ın “Sudan ordusunun yeteneklerini destekleme” ve bunu Afrika Boynuzu, Eritre ve Somali'deki yükselen güvenlik ortaklarıyla uyum içinde yapma taahhüdünü de kabul etti.
Bölgesel meselelerin çoğunda aynı safta yer almalarına rağmen Mısır ve BAE kendilerini garip bir şekilde Sudan'daki savaşın karşı taraflarında buluyor.
Mısır ordusunun demokratik yollarla seçilmiş Müslüman Kardeşler hükümetini devirdiği 2013 yılında iktidara gelmesinin ardından Cumhurbaşkanı Abdülfettah el Sisi ekonomik destek için Körfez ülkelerine, özellikle de BAE'ye bel bağladı.
BAE kısa süre önce Akdeniz'deki Ras El-Hekma bölgesini turizm için geliştiren 35 milyar dolarlık önemli bir yatırımla Mısır'la bağlarını derinleştirdi ve Sisi rejimine önemli bir ekonomik can simidi sağladı. Ancak bu devasa yatırıma rağmen Mısır, Abu Dabi'nin Sudan'a yaklaşımına uyum sağlayamıyor.
Mısır için güney sınırı boyunca istikrarın siperini RSF değil ordu temsil ediyor. Bu bakış açısı Sudanlı mülteci hareketlerinin seyriyle de pekişiyor: Ordu son birkaç ay içinde Sennar eyaletinin bir kısmını ve Sudan'ın orta kesimlerinin diğer kısımlarını yeniden ele geçirdikçe çok sayıda kişi Mısır'dan evlerine dönerken, tersine, RSF ne zaman zemin kazansa bir göç yaşanıyor.
Mısır için riskler varoluşsaldır
Mısır, Nisan 2023'ten bu yana 1,2 milyondan fazla Sudanlı mültecinin akınını yönetiyor ve şu anda ülkedeki en büyük mülteci topluluğu. Sudan'da devletin tamamen çökmesi milyonlarca kişiyi daha sınır ötesine gönderme potansiyeline sahip.
Buna ek olarak Mısır'ın Nil suyu güvenliği de tehlikede. Sudan'daki güç boşluğu, Mısır'ın Nil Havzası'ndaki uzun süreli rakibi Etiyopya karşısındaki pazarlık pozisyonunu önemli ölçüde zayıflattı.
Sudan, Büyük Etiyopya Rönesans Barajı'nın (GERD) yarattığı tehdide karşı koymada Mısır'ın kilit bir müttefiki olmaya devam etti. Sudan Dışişleri Bakanı Ali Youssif kısa süre önce yaptığı bir açıklamada bu ittifakı pekiştirerek “Sudan'ın Mısır'ın yanında duracağı” sözünü verdi ve bir anlaşmaya varılmaması halinde savaş seçeneğinin masada olduğunu belirtti.
Ancak Sudan'ın iç savaşa sürüklenmesi ve bunun sonucunda Mısır'ın pazarlık pozisyonunun zayıflamasıyla birlikte Nil Havzası'nın yukarı kıyısındaki ülkeler kendi çıkarlarını ilerletme fırsatını yakaladı.
Önemli bir gelişme olarak, İş birliği Çerçeve Anlaşması (CFA) geçtiğimiz temmuz ayında Güney Sudan'ın beklenmedik katılımıyla yürürlüğe girmiştir.
Anlaşma, Etiyopya gibi yukarı kıyıdaş ülkelere önemli ölçüde fayda sağlayan bir “adil kullanım” ilkesi getirerek Mısır ve Sudan'ı kayıran eski sömürge dönemi anlaşmalarına meydan okuyor.
Nil üzerindeki zayıflayan konumunun bir sonucu olarak Mısır, bunun yerine Etiyopya'yı çevreleyen bölgesel bir güvenlik mimarisi inşa etmeye yöneldi ve Somali ve Eritre ile bir güvenlik ittifakı kurdu. Mısır Dışişleri Bakanı, Kahire'nin bu güvenlik ittifakını Sudan ordusunun “terörizmle” mücadelesine yardımcı olmak için kullanacağını belirtti.
RSF'ye verilen kapsamlı desteğe rağmen, BAE'nin Sudan'daki stratejik hedefleri, paramiliter grubun ülkenin kontrolünü ele geçirememesi nedeniyle önemli ölçüde baltalandı.
BAE'nin planı Sudan'ın altın ticaretinden faydalanmak ve devlete bağlı şirketlerin arazi satın almaları yoluyla gıda güvenliğini arttırmak üzerine odaklanıyordu. Bu stratejinin merkezinde, Sudan'ın Kızıldeniz kıyısında, tarım alanlarını bir ihracat terminaline bağlamak için tasarlanan ve BAE'nin komşu ülkelerdeki liman operasyonlarını tamamlayan daha geniş bölgesel denizcilik stratejisiyle uyumlu olan 6 milyar dolarlık Abu Amama limanının geliştirilmesi vardı.
Ancak Sudan'ın liman anlaşmasını resmen iptal etmesi ve Sudan Maliye Bakanı'nın “olanlardan sonra BAE'ye Kızıldeniz'de tek bir santimetre bile vermeyeceğiz” açıklamasıyla devam eden çatışma bu planları rayından çıkardı.
Dahası, Sudan'ın savaşı Mısır ve BAE arasındaki vizyon farklılığını da ortaya çıkardı.
Mısır, SAF'ı Sudan'ın devlet yapısının kritik kurumsal omurgası olarak görüyor ve kendi askeri merkezli yönetişim modelini yansıtıyor. Sonuç olarak Kahire, SAF'ın istikrarını sağlamaya sıkı sıkıya bağlı ve onu Sudan'da gelecekteki herhangi bir hükümette lider güç olarak konumlandırmayı hedefliyor. Bu vizyon, Mısır'ın güney sınırındaki çatışmaları yeniden alevlendirebileceğinden korktuğu RSF gibi paramiliter grupların katılımını dışlıyor.
Buna karşılık BAE, Sudan'a öncelikle çıkarıcı bir gözle bakıyor ve ülkenin kritik kaynaklarına stratejik erişim arayışında. Bu çerçevede, RSF kaynak çıkarımı için çok önemli bir araç olarak hizmet ediyor ve Dubai zaten milislerin kaçak altınları için ana hedef.
Sudan'da ordu liderliğindeki hükümet, yabancı hamisine bağımlı, iyi kaynaklara sahip bir güçle karşı karşıya olduğunu kabul ederek BAE ile doğrudan görüşmeyi kabul etti ancak BAE'nin RSF'ye desteğini kesmesi ve “Sudan halkına tazminat” ödemesi şartıyla.

Bu teklif devam eden çatışmalar için potansiyel bir çıkış yolu teşkil ediyor ancak zengin petro-devlet için bile itibar ve mali açıdan zorlayıcı olacaktır.
Çatışmalar ülkenin üretken altyapısının çoğunu tahrip etti ve 200 milyar doların üzerinde zarara neden oldu. BAE, Afrika'nın üçüncü büyük ülkesi olan Sudan'ın yeniden inşasını finanse etmekle yükümlü olurken, aynı zamanda hem Sudan'daki ekonomik ve stratejik çıkarları için hem de yurtdışında Yemen gibi kritik jeopolitik ortamlarda paralı bir güç olarak hayati öneme sahip olan RSF'nin feshini kabul etmek zorunda kalacaktır.
İkincisi, BAE'nin RSF'yi silahlandırarak dünyanın en büyük insani ve yerinden edilme krizine katkıda bulunmadaki rolünü kabul etmesini gerektirecektir ki bu, insani bir hayırsever olarak özenle geliştirdiği imajıyla açıkça çelişen eylemlerdir.
Mevcut durum göz önüne alındığında Mısır, Sudan'ın talepleri ile BAE'nin ısrarlı inkâr söylemi arasında genişleyen uçurumun kapatılmasında kritik bir arabulucu rolü oynamak için iyi bir konuma sahip.
Mısır Dışişleri Bakanı'nın Sudan'ın savaş zamanındaki başkenti Port Sudan'a altı hafta içinde yaptığı ikinci ziyaretin ardından Sudan Dışişleri Bakanı böyle bir girişimin başladığının sinyallerini verdi bile.
Önümüzdeki yol zorlu olsa da açık: Yakın vadede bir ateşkesin gerçekleşmesi ve Sudan'ın uzun vadede istikrara kavuşması için Abu Dabi ve Kahire arasında bir zihin buluşması gerekiyor.
ABD'nin Mısır ve BAE arasında arabuluculuk yaparak diplomatik nüfuzunu kullanması, müttefiklerini ortak bir zemin bulmaya teşvik etmesi ve Sudan'ın daha fazla krize sürüklenmesini önlemesi için bir fırsat var.
Bunun alternatifi ise çok açık: karşıt gruplara desteğin sürmesi ülkenin uzun süreli ve giderek daha acımasız bir iç savaşa sürüklenmesini derinleştirmekten başka bir işe yaramayacak.
Kaynak: Responsible Statecraft
*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Makalede temsil edilen görüşlerin sorumluluğu yazara aittir, söz konusu yazı ve görüşler Hamaset'in editoryal politikasını yansıtmayabilir.