Yazar: Frank Okata
Çeviri: M. Hulusi Cengiz
Son yıllarda Türkiye'nin NATO müttefiklerinin sabrını zorladığı ve bazen neredeyse kırılma noktasına getirdiği inkâr edilemez. İsveç'in NATO'ya katılımını, Türkiye karşıtı Kürt gruplarla ilgili bir tartışma nedeniyle engellemesi; 2022'de Rusya'nın Ukrayna'ya karşı başlattığı savaş sonrası Rusya'ya yaptırımlar uygulamayı reddetmesi ve hatta yaptırımların ihlaline yardımcı olması; ABD liderliğindeki F-35 programından çıkma pahasına Kremlin'den Rus S-400 uçaksavar sistemlerini satın alması gibi pek çok örnek sayılabilir.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve bakanlarının bazı söylemleri provokatifti ve Batı'da öfkeyle karşılandı. New York Times onu “bir tür soyguncu” olarak tanımladı, senatörler ona saldırdı ve hükümetinin davranışını cezalandırmak için NATO üyelik kurallarında değişiklikler önerildi.
Şimdi durup biraz düşünelim ve burada neler olduğunu anlamaya çalışalım; çünkü NATO'nun Türkiye'ye ihtiyacı var.
Türkiye, pek çok açıdan iyi bir NATO müttefiki olduğunu kanıtlamıştır. 1952'de NATO'ya katıldığından bu yana, Avrupa'daki kurumsal ve kurallara dayalı düzenin, kurallara daha az uyan Yakın Doğu komşularından ayrılmasına yardımcı olan “çit”in korunmasında NATO'ya destek vermiştir. Türkiye olmadan Avrupa'nın güvenliği sağlanamaz.
Türkiye'nin temelinde yatan güvensizlik duygusu, özellikle Suriye gibi istikrarsız komşuları bir yana, Rus İmparatorluğu'na karşı kaybedilen savaşların Osmanlı mirasından kaynaklanmaktadır. 1923'te Türkiye, Osmanlı İmparatorluğu'nun yerini aldı ve kurucusu Kemal Atatürk'ten Anadolu ve Trakya'da toprak kaybetmeme kararlılığını miras aldı.
Osmanlı İmparatorluğu, bir zamanlar Karadeniz Bölgesi'nin neredeyse tamamını kontrol ederken, Rus emperyalizmi güneye ilerleyerek Türk Boğazları'nın kontrolünü ele geçirmeye ve denize buzsuz erişim sağlamaya çalıştı. Osmanlılar, 1568-1918 yılları arasında Ruslara karşı 12 savaş yaptı, 10'unu kaybetti ancak Rusların Akdeniz'e erişimini başarıyla engelledi.
I. Dünya Savaşı'nda Osmanlı İmparatorluğu'nun yenilmesinin ardından, İngilizler ve Fransızlar Sevr Antlaşması ile onlara aşağılayıcı bir barış antlaşması dayattılar. 1919'da yapılan bu anlaşma, İngiltere'ye Boğazların kontrolünü verirken, Anadolu'yu da Fransızlar ve Yunanlılar arasında paylaştırdı.
Kemal Atatürk'ün milliyetçileri Sevr'i reddetti, Osmanlı hükümetini lağvetti ve 1922'de Türk Kurtuluş Savaşı'nda Yunanlıları mağlup etti.
Türk müzakereci İsmet İnönü, 1922 Lozan Antlaşması ile Anadolu ve Trakya'yı korudu ve Boğazların kontrolünü Türkiye'ye geri verdi. Lozan, I. Dünya Savaşı sonrasında imzalanan ve halen yürürlükte olan tek antlaşmadır.
Ancak Lozan her şeyi kazanmak anlamına gelmedi. Türkiye, bu anlaşma ile Irak'taki petrol zengini Musul'u kaybederken, Yunanlılar Ege kıyılarındaki Oniki Ada'yı ve İngiltere ise Kıbrıs'ı kontrol altında tutmaya devam etti.
Bu adalar, Türkiye'nin Akdeniz'e engelsiz erişimini azaltmaktadır. Türkiye'nin 2020-22 yılları arasında Akdeniz'de petrol ve doğalgaz arama faaliyetlerine başlamasıyla Batı ile yaşanan gerilimlerin en az birini bu durum açıklamaktadır. Bu süreçte, Türk ve Yunan savaş gemileri arasında çeşitli çatışmalar yaşandı.
Güney Kıbrıs açıklarındaki deniz yatağı, çok önemli gaz rezervlerine sahiptir. Hali hazırda kurulmuş olan gaz sahaları, Avrupa'nın bir yıllık tüketiminden fazlasına tekabül ediyor, arama çalışmaları devam ediyor ve üretim 2026'da başlayacak.
Kıbrıs, Doğu Akdeniz ve Süveyş Kanalı'ndan Türkiye'ye olan yaklaşımları kapsadığı için daha da büyük bir öneme sahiptir. Atatürk, 1928'de Kıbrıs'ın stratejik öneminin farkındaydı ve İngiliz yönetiminin bir gün sona ereceğini biliyordu. Bu, 1960 yılında gerçekleşti, ancak İngiltere adada hala iki askeri egemen üs bölgesini muhafaza etmektedir.
Kaynak: The Center for European Policy Analysis (CEPA)
*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Makalede temsil edilen görüşlerin sorumluluğu yazara aittir, söz konusu yazı ve görüşler Hamaset'in editoryal politikasını yansıtmayabilir.