Yazar: Joseph Massad
Çeviri: Muhammet Hulusi Cengiz
Batılı anlatıya göre, Filistinliler, ırkçı ve sömürgeci Siyonist şiddete karşı direnerek olayı başlattılar; bu sebeple, Filistinlilerin direnişi misilleme olarak kabul edilmiyor.
Batı'nın Filistin'deki yerleşimci-sömürgeciliğe verdiği destekle ilgili dikkat çekici hususlar bulunmaktadır. Bunlardan biri, Siyonist sömürgeleştirme eyleminin meşru olduğudur. Bir diğeri ise, yerli Filistinlilere karşı bir saldırı teşkil etmediği yönündeki ısrarıdır.
Öte yandan, Filistinlilerin yerleşimci-sömürgeciliğe karşı yürüttüğü direnişi gayrimeşru olarak görmekteler.
Bu nedenle Yahudi sömürgecilerin Filistinli yerlilere uyguladığı büyük baskılar, İsrail, Batılı hükümetler, düşünce kuruluşları ve dalkavuk Batı basını tarafından her zaman "kısas" ya da "misilleme" olarak tanımlanmaktadır.
Bu tür tanımlamalar yerleşimci sömürgeler tarafından, genel olarak, katliamları için kullanılmış, ancak yerli halkların yerleşimci sömürgeciliğe karşı direnişini ifade etmek için asla kullanılmamıştır. Bu bakış açısına göre, yerleşimci kolonilerdeki ilk şiddet her zaman yerli direnişidir, bu nedenle sömürgecilerin yerlilere karşı savaşı her zaman bir "misilleme" eylemidir.
Bu, İsrail'in 7 Ekim'den bu yana Gazze'ye karşı yürüttüğü ve hem kendisinin hem de Batı medyasının "misilleme" olarak tanımladığı son soykırım savaşıyla sınırlı değildir.
Bu terim hiçbir zaman Filistinlilerin aynı günkü direniş operasyonuna uygulanmadı ancak İsrail'in 1948'deki kuruluşundan bu yana gerçekleştirdiği tüm büyük katliamları tanımlamak için kullanıldı.
Irkçılıkla ilgili alıntılar
1982 yılında İsrail, 18.000 kişiyi öldürdüğü ve barbarca yarım milyondan fazla kişiyi yerinden ettiği Lübnan işgalini, Filistin Kurtuluş Örgütü'ne (FKÖ) karşı “misilleme” olarak nitelendirdi. İsrail'in Londra Büyükelçisine yönelik suikast girişimini de FKÖ değil, FKÖ karşıtı Ebu Nidal grubu üstlendi.
Yerleşimci koloniler bu söylemi sistematik olarak kullandılar. 1976'da Rodezya yerleşimci kolonisi, yerleşimci sömürgeciliğini ve beyaz üstünlüğünü sona erdirmek için savaşan 310 Siyah gerillayı ve sivili katlettiğinde, Rodezyalı beyaz üstünlükçüler, The New York Times'ın alıntı yaptığı "siyasi analistlerin" yaptığı gibi, saldırılarını bir "misilleme" olarak nitelendirdiler.
Benzer şekilde, The Times 1978 yılında beyaz Rodezyalıların Zambiya'daki mülteci kamplarında 1.600 Afrikalıyı öldürmesini "misilleme baskınları" olarak adlandırdı. Ancak bu terimi beyaz üstünlükçü yerleşimci kolonisine yönelik gerilla saldırılarını tanımlamak için kullanmadı.
Güney Afrika'da, Apartheid (işgal için gelen yabancılar) rejiminin Güney Batı Afrika Halk Örgütü'nün (Swapo) Namibya özgürlük savaşçılarını yenmek için yürüttüğü askeri kampanya, BM ve Times tarafından 1990'da Namibya'nın bağımsızlığının arifesinde 1989 gibi geç bir tarihte "misilleme" olarak etiketlenmeye devam etti.
Beyaz üstünlükçü yerleşimci kolonisi Mozambik'te, Portekiz ordusu ve sömürgecilerin Afrikalı nüfusa ve 1970'lerde Portekiz egemenliğine son vermek için mücadele eden gerillalara yönelik saldırıları da “misilleme” olarak kabul edildi. Beyaz üstünlükçü yerleşimci kolonisi Angola’da da Portekizlilerin Angola'nın Afrikalı nüfusunu ve Angola'nın Kurtuluşu için Halk Hareketi (MPLA) gerillalarını hedef alan saldırıları da misilleme olarak adlandırdı.
Nitekim, İnsan Hakları İzleme Örgütü, apartheid döneminde Angola'yı 1981 ile 1993 arasında işgal eden Güney Afrika'nın, Swapo'ya destek veren MPLA'ya "misilleme" olarak kabul edildiğini belirtti. Bu ise kendisi için sömürgeci yerleşimciliğe karşı bir "misilleme" olarak değerlendirilmedi.
Sömürge vahşeti
Cezayir belki de Filistin örneğine çok benzeyen örnek bir sömürge vahşeti vakasını yaşamıştır. Fransa 1830'da burayı sömürgeleştirdi ve yerli Cezayirlilerin topraklarını ele geçiren yüz binlerce yerleşimciyi buraya gönderdi. Fransız sömürge ordusu ve yerleşimciler bir Apartheid sistemi kurdular ve İkinci Dünya Savaşı'na kadar devam eden sömürge karşıtı isyanları acımasızca ve soykırıma varan bir şekilde bastırdılar.
Savaşın sona ermesinin ardından, Cezayirlilerin Fransız sömürgecilerinden bağımsızlık talepleri, Mayıs 1945'te patlak veren gösterilerle doruğa ulaştı. Halk ülkenin dört bir yanında "Kahrolsun Sömürgecilik" sloganları attı.
8 Mayıs'ta, topraksızlığın ve yoksulluğun giderek arttığı Setif'te, Cezayir bayrakları taşıyan 8.000 gösterici, genç bir Cezayirliyi vurarak öldüren Fransız polisiyle karşı karşıya geldi.
Kalabalık panik içinde dağıldı ve önlerine çıkan Fransız sömürgecilere saldırarak 21'ini öldürdü. Şiddet hemen Konstantin bölgesine sıçradı ve Cezayirliler açlık ve öfkeyle 102 sömürgeciye daha saldırarak ölümüne sebep oldu. Aynı zamanda çoğu zaman çalıştıkları sömürge çiftliklerindeki işverenlerine karşı intikam almak için cesetlerini parçaladı.
Karşı karşıya kalınan bu durum ardından, Özgür Fransız hükümeti, Cezayir'de olağanüstü hâl ilan etti ve isyanı bastırmak için 10.000 askeri sokağa indirdi. Evleri yakıp yıkan ve yargısız infazlar gerçekleştiren Fransız donanması ve hava kuvvetleri, sahili topa tuttu ve tüm köyleri bombaladı.
Binlerce Cezayirli Fransız bayrağı önünde diz çökmeye ve "Biz köpeğiz" sloganları atmaya zorlanırken, askerler savaş ganimeti olarak ölü Cezayirlilerin kesik parmaklarından yüzükler yaptı.
Sömürgeci milisler, Tunus sınırındaki Guelma'da Cezayirlilere saldırdı, burada yerel Fransız sömürge lideri, polisin saldırdığı 8 Mayıs gösterilerini beklerken, 4.000 sömürgeciyi silahlandırdı.
Yerleşimciler Guelma'da yaşayan 16.500 Cezayirliyi hedef alarak saldırıya geçtiklerinde daha acımasız bir şiddet uyguladılar.
Fransız resmi rakamlarına göre, 25-45 yaş arası Cezayirli yetişkin nüfusun dörtte biri olan 1.500 kişiyi öldürdüler. Cesetleri toplu mezarlara gömdüler ve daha sonra herhangi bir soruşturmayla karşı karşıya kalmamak için mezarlarından çıkarıp yaktılar.
Fransız baskısının son bilançosu korkunçtu: New York Times 17.000 ila 20.000 Cezayirlinin öldürüldüğünü bildirirken, Cezayir kaynakları bu sayıyı 45.000'e kadar çıkarmaktadır. Fransız Tarihçiler ise 6,000-8,000'den fazla ölüden söz etmemektedir. Daha önce asker olan Fransız bir tarihçinin bize söylediği gibi, bunların hepsi "misilleme olarak" yapılmıştır.
De Gaulle tüm katliamın üstünü örttü ve Özgür Fransa'nın sömürgeleştirilmiş Cezayirlilere uyguladığı dehşeti araştırması gereken bir soruşturma komisyonunu askıya aldı.
On yıl sonra, Ağustos 1955'teki bir başka ayaklanmada Cezayirliler, 1838'de Konstantin yakınlarındaki antik Skikda kasabasında kurulan bir Fransız kolonisi olan Philippeville'deki kolonistlere, polis ve ordu askerlerine saldırdı. Saldırganlar 100 Avrupalı kolonisti öldürdü, birçoğunu da parçalayarak öldürdü.
Fransız "misillemesi" vahşiceydi. Ordu, polis ve sömürgeciler binlerce Cezayirliyi öldürdü. Düzinelercesi olay yerinde kurşuna dizildi ve yüzlercesi Philippeville futbol stadyumuna götürülerek idam edildi.
Sömürgecilerin cenaze töreni sırasında sekiz Müslüman, yas tutan Avrupalılar tarafından linç edildi. Cezayir Ulusal Kurtuluş Cephesi Fransızların 12.000 kişiyi öldürdüğünü iddia ederken, Fransızlar bu sayının onda birini öldürdüklerini iddia etti. Ancak bir Fransız yetkili ABD'li bir diplomata Fransızların Philippeville'deki saldırıdan sonraki bir ay içinde 20.000 kişiyi öldürdüğünü söyledi.
İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana ABD hükümetiyle yakın iş birliği içinde çalışan etkili Amerikan düşünce kuruluşu Rand Corporation'ın yaptığı bir araştırma, Cezayirli devrimcilerin beyaz sömürgecileri öldürdüğü "sivil katliamı"nı bir "misilleme" olarak tanımlıyor.
Ancak Rand araştırmacılarına göre, Cezayirlilerin sömürgecilere yönelik saldırısı, Fransız sömürgecilerinin ellerinde maruz kaldıkları soykırıma kıyasla, açıkça bir misilleme değildi. Fransızlar, Cezayirlilere yönelik soykırımında 1871 yılına kadar nüfusun üçte birini öldürmüştü.
Eğer tüm bunlar Batı'nın Filistin halkına karşı sürdürdüğü retorik savaşı anımsatıyorsa, bunun nedeni, aynı sömürgeci oyun kitabının takip ediliyor olmasından kaynaklıdır.
İsrail'in Aralık 2008 ve Ocak 2009'da Gazze'ye düzenlediği ve 1.400 Filistinlinin öldürüldüğü saldırı sırasında The New York Times, İsrail'i, Batılı hükümetleri ve ana akım basını taklit ederek, saldırının Filistinlilerin İsrail'e roket atmasına “misilleme” olarak düzenlendiğini iddia etti. Elbette bu olay hiçbir zaman İsrail'in sömürgeci şiddetine, işgaline ve Gazze kuşatmasına misilleme olarak gerçekleştirilmedi.
2012 yılında 180 Filistinlinin ölümüne neden olan İsrail saldırıları da "misilleme" olarak nitelendirilmişti.
New York Times ayrıca, İsrail'in Haziran 2014'te İsrail kuşatması altındaki Gazze'yi bombalamasının, temmuz ve ağustos aylarında topyekûn bir saldırıya yol açarak 2.250 Filistinlinin ölümüne neden olmasının bir "misilleme saldırısı" olduğunu bildirdi.
Diğer batılı yayın organlarının yanı sıra, The Times’da 2021'de İsrail'in 256 Filistinlinin öldürüldüğü Gazze'ye yönelik ölümcül saldırılarını "misilleme saldırıları" olarak tanımladı.
Dolayısıyla batılı tanımlamaların her yerinde yer alan "misilleme" ya da "misilleme hareketi" kelimelerinin, İsrail'in Gazze'de devam eden soykırımına ilişkisi hiç de şaşırtıcı değildir.
'Misilleme' soykırımı
İsrailliler, 7 Ekim'deki askeri yenilgilerinin Filistin halkına yönelik "misilleme" soykırımını haklı çıkarmak için tek başına yeterli olmadığını fark etmiş görünüyorlar.
Bebek yakma, hamile kadınların karınlarının deşilmesi ve sistematik tecavüz gibi korkunç hikayeler uydurmaya başladılar ve daha sonra Unrwa çalışanlarının Hamas üyesi olduğuna dair yalan kampanyası başlattılar.
Bebek yakma ve karın deşme hikayelerinin İsrail'in uydurduğu ve asla yaşanmamış hikayeler olduğu kısa sürede ortaya çıktı.
Bu arada İsrail basınında, İsrail güçlerinin çok sayıda İsrail’li sivili dost ateşiyle öldürdüğüne ve muhtemelen “Hannibal Direktifi” adı verilen bir İsrail askeri taktiği doğrultusunda kasıtlı olarak kurban ettirttiğine dair çok sayıda kanıt ortaya çıktı.
Tecavüz hikayelerine gelince, herhangi bir adli kanıt, tecavüz mağduru veya hayatta kalanların ifadeleri bulunmamaktadır. New York Times’ın ofisleri de dahil olmak üzere iddialar kanıtlanmamış olarak kalmaktadır.
İsrail'in bu iddialarının gerçekmiş gibi yayılmasında rolü oldu. Gazetenin kendi muhabirleriyle yaşadığı iç kavgalar, özellikle Arap ve Müslüman kökenli çalışanları hedef alan haberleri sızdırdıklarına dair şüpheler, bir cadı avına dönüştü. Ayrıca, İsrailli ailelerin kadın akrabalarının tecavüze veya cinsel tacize uğradığını reddetmesi, durumu daha da karmaşık hale getirdi.
İsrail'in propaganda çabalarında BM'nin bile rolü oldu. BM yetkililerinin soruşturma yapmasına izin verilmeyen, ancak İsrail hükümeti tarafından bilgi verilen tecavüz iddiaları, son BM raporu tarafından İsrail'in iddialarına inanmak için "makul gerekçeler" olduğu sonucuna vardı. Ancak rapor, bu gerekçeleri asla açıklamıyor ve hatta İsrail'in bazı sansasyonel iddialarını "asılsız" buluyor.
Rapor, soruşturma ekibinin "cinsel şiddetin yaygınlığını tespit edemediğini" ve "bu ihlallerin genel büyüklüğü, kapsamı ve spesifik atıflarının tam teşekküllü bir soruşturma gerektireceğini" belirtiyor. Ayrıca, BM ekibi "7 Ekim'den itibaren hayatta kalan hiçbir cinsel şiddet mağduru/kurbanı ile, onları öne çıkmaya teşvik eden yoğun çabalara rağmen görüşmemiştir."
Electronic Intifada'dan Ali Abunimah ve Asa Winstanley'in BM raporunun kapsamlı bir değerlendirmesinde ortaya koyduğu gibi, raporun şaşırtıcı yönü, cinsel şiddete ilişkin ortaya çıkardığı herhangi bir kanıttan bahsetmemesi, yalnızca "büyük ölçüde İsrail ulusal kurumlarından kaynaklandığını" kabul ettiği "açık ve ikna edici bilgilerden" bahsetmesidir.
BM raporu, ekibinin "kapsamlı dijital materyali" incelemesine rağmen "açık kaynak" soruşturmasında "özellikle cinsel şiddet eylemlerini tasvir eden hiçbir dijital kanıt" görmediğini belirtiyor.
Tecavüz iddialarının İsrail'in "misilleme amaçlı" soykırımını meşrulaştırmadaki merkezi önemi göz önüne alındığında, bu tür kanıt yokluğu birçok kişinin İsrail'in suçlamaları hakkında dile getirdiği şüpheleri doğrulamıştır.
Yine de BM raporunun inandırıcı bulduğu cinsel suç iddiaları, İsrail güçleri ve yerleşimciler tarafından Batı Şeria'da Filistinli kadın ve erkeklere karşı işlenen suçlardır. Rapor, İsrail ordusunu bu iddialarla ilgili soruşturma açmaya çağırmış, ancak İsrail ordusu bunu reddetmiştir.
Rapor, İsrailli kadın askerlerin, on yıllardır İsrailli erkek askerler tarafından cinsel saldırı ve tecavüze maruz bırakıldığı gerçeğini göz ardı etmektedir. Ancak yine de bu suçlamanın bir parçası değildi. Sadece 2020 yılında İsrail ordusu, 26 tecavüz, 391 müstehcen eylem ve 92 fotoğraf ve video dağıtma vakası dahil olmak üzere 1.542 şikâyeti içeren cinsel saldırı rakamlarını yayınladı. İsrail ordusu bunlardan 31'i hakkında iddianame hazırlayabilmiştir.
İsrail'in İsrailli ve Filistinli kadınlara yönelik cinsel saldırılarının da misilleme olup olmadığı belli değildir.
Batı'da İsrail'in "misillemesi" üzerine yapılan tartışmalarda genellikle göz ardı edilen şey, İsrail ordusunun Filistinli direniş grupları tarafından gerçek ve doğru bir şekilde yenilgiye uğratılmasıdır ki bu konuda çok sayıda kanıt mevcuttur. Bu gerçek inkâr edilemez.
Filistinlilerin birçok İsrail askeri üssünü ve Gazze Şeridi'ni kuşatan kontrol noktalarını ele geçirmesi ve saldırı sırasında uyuyan aşağılanmış İsrail askerlerinin görüntüleri, aslında İsrail'in öfkeli soykırım savaşının gerçek nedenidir. Çünkü İsrailli yetkililerin Filistinlilerden bahsettiği gibi sömürgeleştirilmiş "insani hayvanlar" sömürgeci İsrail ordusunu yenmesini anlaşılmaz bulmuştur.
Batılı anlatının sorunu, İsrail'in ve Siyonist sömürgeciliğin 1880'lerden bu yana yerli Filistinlilere karşı şiddet uygulamayı meşru görmesi ve bunu bir fetih hakkı olarak göstermesidir. Ayrıca, bu anlatıda meşru olarak karşı konulabilecek bir saldırganlık biçimi olmadığı düşüncesi de yer alır.
Bu anlatıda, şiddeti başlatanın Filistinliler olduğu ve onların ırkçı ve sömürgeci Avrupa Siyonist şiddetine karşı direnmeleri gerektiği vurgulanır. Bu nedenle, onların direnişine asla "misilleme" denemez.
Tercüme Kaynak: www.middleeasteye.net
Joseph Massad: Columbia Üniversitesi Ortadoğu, Güney Asya ve Afrika Çalışmaları Bölümü'nde Modern Arap Siyaseti ve Entelektüel Tarih Profesörü olarak görev yapan Ortadoğu çalışmaları konusunda uzmanlaşmış Ürdünlü bir akademisyendir.
*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Makalede temsil edilen görüşlerin sorumluluğu yazarlara aittir, söz konusu yazı ve görüşler Hamaset ’in editoryal politikasını yansıtmayabilir.