Yazar: Prabir Purkayastha
Çeviri: M. Hulusi Cengiz
Bağımsızlık Günü'nde (15 Ağustos), genellikle 1947'den bu yana kat ettiğimiz yolun muhasebesini yaparız. Bugün ise farklı bir bakış açısıyla, bir avuç Avrupa ülkesinin dünyanın büyük bir bölümünü nasıl ve neden kontrol altına aldığını inceleyeceğim.
Sömürge imparatorlukları yükselmeden önce Hindistan ve Çin, dünyanın en büyük ekonomileriydi. Dünya ekonomisinin yaklaşık %90'ının tarıma dayalı olması, bu durumu şaşırtıcı kılmıyordu.
Hindistan ve Çin dünya nüfusunun %50'sini oluşturduğundan, dünya ekonomisine katkıları da benzer orandaydı. Hindistan tekstil ve baharat sağlarken, Çin ipek ve porselen ihracatı yapıyordu. Bu ekonomik ilişkiler, Hindistan ve Çin'den külçe altın ve gümüş akışıyla dengeleniyordu.
Asya ile Avrupa arasındaki denge, 18. ve 19. yüzyıllarda değişti.
Asya, büyük mal üreticileri ve ihracatçıları olmaktan çıkarak hammadde üreticisi ve mamul mal ithalatçısı haline geldi. Batı'nın yazdığı geleneksel tarih, Avrupa Aydınlanması’nın bilim ve teknolojideki ilerlemelere yol açtığını ve Batı Avrupa’nın üstünlüğünün bu gelişmelere dayandığını savunur. Ancak Avrupa’nın bu "yeniden doğuş" dönemi, gerçekliği tam olarak yansıtmamaktadır.
Bugün ciddi tarihçiler, Avrupa'nın karanlık çağlarının Asya’da veya diğer kıtalarda benzer bir etkiye yol açmadığını kabul eder. Asya hem tarım hem de imalat alanlarında bilgi ve üretim anlamında gelişmeye devam etmiştir. Batı Asya, Türkiye, Orta Asya, Hindistan ve Çin gibi yerler öğrenim merkezleri olmaya devam etmiştir.
500 yıl boyunca sekiz Avrupa ülkesi dünyanın %68’ini sömürgeleştirdi. Bu ülkeler; İngiltere, Fransa, Hollanda, Almanya, İtalya, Belçika, İspanya ve Portekiz'dir. Bu ülkeler, geri kalmış ekonomik bölgelerden dünya hakimiyetine geçişlerini 16. ve 18. yüzyıllar arasında başardılar.
Ancak, Batı'nın yükselişini anlamak için bu dönemde neler yaşandığını detaylı incelemek gerekiyor. Bu döneme Batı tarihinin "Keşifler Çağı" dediği dönemle başlamak yerinde olacaktır.
Avrupalı krallıklar, Haçlı Seferleri sırasında Arap dünyasıyla tanıştıktan sonra şeker, baharat, tekstil ve ipeğin cazibesini keşfetmişlerdi. Bu ticari zenginlik Avrupa’da güçlü bir motivasyon yarattı ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Konstantinopolis’i ele geçirmesi, Hindistan'a giden deniz yollarını bulma çabasını artırdı.
İspanya, Kristof Kolomb’un Amerika’ya ulaşmasının ardından Amerika kıtasının büyük bölümüne hak iddia etti. 1494’te Vatikan aracılığıyla İspanya ve Portekiz arasında yapılan Tordesillas Antlaşması, Amerika'nın büyük kısmını İspanya'ya, Brezilya, Afrika ve Asya'yı ise Portekiz'e bıraktı. Ancak bu antlaşma, dünyadaki diğer topluluklar tarafından kabul edilmedi ve iki Avrupa gücünün dünya üzerinde hak iddia etmesi anlamına geliyordu.
Bu antlaşma, yerli halkların haklarının yok sayılmasını ve din değiştirmeyi reddedenlerin köleleştirilebileceğini veya öldürülebileceğini meşrulaştırdı. Amerika Birleşik Devletleri Yüksek Mahkemesi bile bu antlaşmaya atıfta bulunarak, ABD’deki toprak haklarına dair kararlar verdi.
Peki, Amerika'nın mevcut nüfusu neden Avrupalı fatihlere karşı koyamadı? Amerika'daki yerli halklar, M.Ö. 20.000'lerde donmuş Bering Boğazı üzerinden Asya’dan kıtaya geçiş yapmıştı. Büyük imparatorluklar ve şehirler kurmuş olsalar da askerî açıdan ölümcül eksiklikleri vardı.
Evcilleştirilebilecek büyük hayvanlara, demir aletlere, silahlara ve baruta sahip değillerdi. Bu nedenle Avrupalı fatihler karşısında savunmasız kaldılar. Şehirleri, İspanyol fatihler tarafından yok edilen Maya, İnka, Aztek ve Olmek medeniyetlerinin ulaştığı gelişmişliği halen sergilemektedir.
İspanyollar, Amerika kıtasında altın ve gümüş bulmuş olsalar da, Bolivya ve Meksika'daki gümüş madenleri, dünya gümüş üretiminin yaklaşık %80’ini sağlamıştı. Bu gümüş, İspanyol savaşlarını ve Avrupa'dan silah, barut ve gemi alımlarını finanse etti. İspanya sanayi geliştirmedi; diğer ülkelerden istediğini satın almak için bu gümüşe güvendi. Hindistan, Güneydoğu Asya ve Çin'den tekstil, baharat ve porselen satın almanın anahtarı, bu gümüş akışıydı.
Avrupalıların bir diğer başarısı da okyanuslar üzerindeki kontrolü sağlamalarıydı.
Portekizli Vasco da Gama, Ümit Burnu’ndan Hindistan'a giden deniz yolunu keşfetti. Bu keşif, Arapların ve Osmanlıların Asya ticaretindeki hakimiyetine alternatif yarattı. Avrupalılar zamanla okyanusların kontrolünü ele geçirerek Asya ve Afrika'nın kara imparatorluklarına karşı avantaj sağladılar. Bu gelişmeler, Avrupa’nın bilimsel bilgi veya üstün teknolojisiyle değil, okyanuslara hakimiyetleri ve yerli halkların askeri zayıflıkları sayesinde gerçekleşti.
Batı'nın yükselişi, Amerika kıtasını keşfetmesi ve oradaki medeniyetlerin askeri direniş kapasitesinden yoksun olmasıyla mümkün oldu. Mezo-Amerika'nın bilimsel ve matematiksel bilgi seviyesi Avrupa'nın ilerisindeydi. Ancak Avrupalıların silah, çelik ve atları, askeri anlamda onlara büyük bir üstünlük sağladı.
Bu süreç, Batı'nın Amerika'yı köleleştirmesi, yerli halkların yok edilmesi ve Batı'nın küresel ticaretteki hakimiyetini finanse eden gümüş akışıyla sonuçlandı. Kara imparatorluklarının okyanusları terk etmesi, Avrupa'nın küresel ticarette ve askeri güçte üstünlüğünü pekiştirdi. Böylece, sekiz Avrupa ülkesinin dünya üzerinde kurduğu sömürge imparatorluklarının temelleri atıldı.
Kaynak: MR Online
*Bu yazı ilk olarak Peoples Democracy'de yayınlandı.
**İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Makalede temsil edilen görüşlerin sorumluluğu yazara aittir, söz konusu yazı ve görüşler Hamaset'in editoryal politikasını yansıtmayabilir.