Savaş, insanlık tarihine paralel bir seyir izlemekle birlikte tıpkı insan faktörü gibi kendini dönemlere, sınırlara ve unsurlara göre çeşitlendirerek bir değişim ve gelişim göstermiştir. Savaş, -daha minimal ve ilk dönem ifadesi ile çatışma- bireyler arasında ortaya çıkmış, ölçek değiştirerek devletler, gruplar ve ittifaklar arasında dönemin teknolojik gelişmelerine paralel olarak hasım unsurları yok etmek ve hedef kazanımları elde etmeyi amaçlayan bir kapsama erişmiştir. Savaş kavramı üzerine pek çok söz söylenebilirse de biz bu metinde savaş kavramını, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin tanımı uyarınca, muharebelerin en şiddetlisi olarak kabul ettiğimizi ifade ile yetineceğiz.
Savaşın evrimi, askeri ve sivil pek çok stratejist ve araştırmacı tarafından çeşitli unsurlar temel alınarak kategorize edildiyse de bu araştırma-tartışmalar belirli bir tarihsel sürece kadar temellendirilmiştir. Günümüzü de içerisine alan savaş kategorileri üzerine tartışmaların ise akademide henüz filizlendiğini ve yaygınlık kazandığını söylemek mümkündür. Bu kapsamda pek çok savaşın doğasına dair modelleme ile karşılaşmaktayız. Martin von Creveld savaşları çağlara (Aletler, Makineler, Sistemler, Otomasyon), Donald J. Hanle dönemlere (Ortaçağ, Klasik, Erken Modern, Geç Modern, Nükleer), Alvin Toffler dalgalara (Birinci, İkinci, Üçüncü) ayırmıştır. John Arquilla ve David Ronfeldt savaşı; Kılıç Savaşları, Kitle ve Endüstri Savaşları, Manevra Savaşları, Savaşımsı Çatışmalar olarak sınıflandırılırken Qiao Liang ve Wong Xiangsui savaşı sınırları bağlamında Sınırlı Ortaçağ Savaşları, Sınırlı İmparatorluk ve Ulus-Devlet Savaşları, Sınırsız Post-Modern Savaşlar olarak kategorilendirmiştir. Bu metnin konusu ise, savaşı nesillere göre inceleyen yaklaşımdır.
İkinci Dünya Savaşı sonrasına bakıldığında, konvansiyonel savaşların sonlanması ile birlikte asimetrik savaşların sahneye çıktığı tespit edilmektedir. Konvansiyonel savaşların tarih sahnesinden aşamalı olarak silinişi devletlerarası stratejik çatışma sahasında yeni bir savaş türünün belirmesine yol açmıştır. Savaşın sınırsızlaşması ve belirsizleşmesi ile birlikte ortaya çıkan, yeni nesil savaşları tanımlama çabası akademik sahada pek çok tartışmayı da beraberinde getirmiştir.
Dördüncü Nesil Savaş, Ekim 1989’da Marine Corps Gazette’de William S. Lind, Keith Nightengale, John F. Schmitt, Joseph W. Sutton, Gary I. Wilson tarafından yazılmış “The Changing Face of War: Into the Fourth Generation” (Savaşın Değişen Yüzü: Dördüncü Nesil Savaşa Doğru) başlıklı makalede bir model olarak tespit edilmeye çalışılmıştır. Söz konusu makalede tespit edilen çerçeve, akademik çalışmalarda Dördüncü Nesil Savaş Teorisi ya da Lind Modeli olarak adlandırılmaktadır.
Bu modele göre Birinci Nesil Savaşlar, 1648-1830 arasındaki dönemi kapsamakla birlikte geleneksel savaş olarak tanımlanabilir. Bu dönem kapsamındaki savaşlarda; azami ateş gücüne sahip, piyade ağırlıklı orduların doğrusal bir ateş hattında omuz omuza savaşması kastedilmektedir. İkinci nesil Savaşlar ise, 1830-1918 tarihlerini kapsar ve orduların sınıflara ayrıldığı, manevra kabiliyetlerinin ve iletişimin geliştiği dönemi ifade etmektedir. Bu kapsamda bakıldığında ateş gücünün ve stratejisinin ön planda olduğu İkinci Nesil Savaşlar, teknolojideki gelişmeler paralelinde ortaya çıkmıştır. 1918-1948 arasındaki dönemi tanımlayan Üçüncü Nesil Savaşlar ise, daha çok manevra savaşları olarak tanımlanabilir. Bu savaşların kapsamına Blitzkrieg gibi Alman ordusunun yıldırma harekatları ve psikolojik harekatlar da dahil edilmektedir. Bu yazının konusu olan Dördüncü Nesil Savaşlar ise 1948 sonrası dünyada gerçekleşen savaşları tanımlamak için kullanılır.
T.X. Hammes, Dördüncü Nesil Savaş ile ilgili şu ifadeleri kullanır;
“Ayaklanmadan evrilmiş ve geleneksel savaş tanımları dışında, savaş hali ile barış arasında sınırları, cephesi ve muharebe sahası belli olmayan, ‘sivil’ ve ‘asker’ arasındaki kesin ayrımı ortadan kaldıra; tarafların devletler olduğu gibi devlet dışı unsurlar da olabildiği, klasik gerilla operasyonlarının ve terörizmin modernlik ile revize edildiği bir savaş türüdür.”
Dördüncü Nesil Savaş olarak tanımlanan yeni savaş algısı, düşmanı belirli bir coğrafi sınır içerisinde belirli bir zamanda yenilgiye uğratmayı değil, yıllar süren ve düşük yoğunluklu çatışma ile yıpratarak alt etmeyi hedefleyen bir savaş türüdür. Bu savaş türünde amfibolik (iki yönlü) unsurlar arasındaki ayrım ortadan kalkmaya başlamıştır. Savaş ve barış, asker ve sivil, yenilgi ve zafer arasındaki kalın çizgi giderek silikleşmiştir.
TEMEL HEDEF DÜŞMANI YOK ETMEK DEĞİL İÇERİDEN ÇÖKERTMEK
Dördüncü Nesil Savaşları dört faktör oluşturmaktadır: kapsam, lojistik, manevra, içten çökertme. İlk olarak Dördüncü Nesil Savaş, önceki dönemlerin aksine belirli bir savaş alanını değil, hasım topluluğun tüm unsurlarını kapsayacaktır. İkincisi, topyekun ve konvansiyonel olmayan bir savaş olarak merkezi lojistiğe bağlılık azalacaktır. Üçüncüsü, bu savaşlarda kitle orduları ve ateş gücü belirleyici bir faktör değildir. Aksine büyük kitleler kolay hedef olacağından dezavantaj olarak görülmektedir. Kitle orduları yerine yüksek manevra kabiliyetine ve eğitime sahip, özel birlikler hakimiyeti sağlayacaktır. Dördüncü faktöre gelecek olursak, yeni nesil savaşlarda artık temel hedef düşmanı fiziksel olarak yok etmek değil, içten çökertmektir. Bu yüzden de hasım halkın savaşa desteği ve manevi unsurları yıpratılacaktır. Bu dönemde gerçekleşen savaşlar; doğrusal, sınırlandırılabilir ve belirli tanımlara sığdırılabilir olmamakla birlikte, yalnızca fiziksel olarak değil, aynı zamanda kültürel olarak da eşzamanlı bir şekilde toplumların tüm katılımcılarını etkileyecektir.
Lind ve arkadaşları genel olarak Dördüncü Nesil Savaşları; “Savaş ile barış dönemleri arasındaki ayırımın bulanıklaştığı, mücadelenin belirlenmiş muharebe sahaları dışına çıktığı, sivil ve askerler arasındaki farkların ortadan kalktığı ve asimetrik özellikleri de içinde barındıran askeri, yarı-askeri ve bazen de sivil gayretler bütünü” olarak ifade etmektedir.
YENİ SAVAŞLAR İSLAMİ VE ASYATİK UNSURLAR İLE TASARLANABİLİR
İkinci Nesil Savaşlar’da itici güç teknoloji, Üçüncü Nesil Savaşlar da ise fikirler idi. Dördüncü Nesil Savaşlar da yine fikir temellidir. Batı, uzun zaman boyunca savaşı tanımlayan bir güç olsa da artık dünyadaki tek hakim unsur değildir. Lind ve arkadaşlarına göre Dördüncü Nesil Savaş’ın temel unsurları, İslami veya Asya merkezli gelenekler gibi Batı-dışı askeri kültürlerden de doğabilir. Batı-dışı dünyanın teknoloji bağlamındaki gücüne sahip olmayan İslami ve Asyatik ülkeler, teknolojiden çok fikir temelli bir savunma ve saldırı stratejisi oluşturabilirler.
ÇOK TABAKALI DÜNYA
Soğuk Savaş sonrasındaki dönemde tek kutuplu ancak çok tabakalı bir dünya modeli meydana gelmiştir. İç savaşların artışı, cephede devletler tarafından desteklenen devlet-dışı aktörlerin rol oynaması, otorite boşluğu oluşturarak siyasi çatışma alanının meydana getirilmesi ile artık savaş devletin tekelinden çıkmıştır. Artık harekat sahasındaki ordunun karşısındaki aktör, geleneksel durumun tersine devlet değil, devlet-dışıdır. Günümüzde Türkiye’nin Doğu sınırında ve Suriye’de mücadele ettiği PKK/YPG/PYD unsurları ve DEAŞ, söz konusu devlet-dışı aktörlere örnek gösterilebilir.
Dördüncü Nesil Savaş teorisi henüz kesinliği olmayan bir teori olarak gözükse de günümüzde savaşın evriminin gittiği nokta açısından bakıldığında asimetrik-hibrit savaş kavramları ile açıklamaya çalıştığımız mevcut çatışma durumlarını tespit etmenin ilk sağlam temelli açıklaması olarak kabul edilebilir. Geçmişin savaşlarını inceleyerek geleceğin savaşlarına yönelik hazırlık yapma süreçleri hala tedavülden kalkmamış olsa da, günümüzde askeri karar mekanizmaları, son savaşın tecrübelerine adapte olmakla kalmayıp ‘yeni bir şeyler söylemek’ zorundadırlar.
Dördüncü Nesil Savaşlar olarak tanımlanan dönem hakkında; ancak askeri teknoloji ve düşüncede yeni bir dönem başlatacak bir gelişme olduğunda ve bu dönem nihayete erdiğinde üzerine tekrar konuşmaya, söz söylemeye hakkımız olacağını ifade ederek bu yazıda bu tartışmayı sonlandıracağız. Çünkü hali hazırda yaşadığı bir dönemi tartışırken çoğu zaman hataya düşmek insanın özelliğidir. Bu sebeple bu görevi bizden sonrakilere bırakıyoruz.