Yazar: Gergeli Varga
Çeviri: M. Hulusi Cengiz
Macaristan Başbakanı Viktor Orbán’ın 2010 yılında iktidara gelmesinden bu yana, Avrupa’nın büyük bir kısmı Orbán’ın hükümetlerini Moskova’ya yakınlaşmakla suçluyor.
Bazı eleştirmenler, Macar liderin Rusya’ya yönelik sözde dostane yaklaşımının, Vladimir Putin ile Viktor Orbán’ın Kasım 2009’da yaptığı görüşmeden kaynaklandığını öne sürüyor.
Orbán’ın muhaliflerinin birçoğu için bu görüşme hâlâ neredeyse mistik bir öneme sahip. Sanki daha önce Rusya karşıtı olan Macar siyasi lider, aniden ve açıklanamaz bir şekilde Pavlusvari bir dönüşüm geçirmiş gibi yorumlanıyor.
Oysa gerçekte, Macar sağcı liderin dış politika perspektifindeki değişim, Putin ile yaptığı on beş dakikalık bir görüşmenin değil, önceki on beş ay boyunca yaşanan uluslararası gelişmelerin bir sonucuydu. Orbán’ın bakış açısındaki değişimin kökenleri Moskova ya da St. Petersburg’da değil, Macaristan’ın Batılı müttefiklerinin başkentlerinde aranmalıdır.
2009 yılı, Viktor Orbán’ın Batı’nın ve özellikle de Amerika’nın isteklerine eleştirel olmayan bir şekilde uymanın Macaristan için ağır bir bedeli olabileceğini öğrendiği ilk yıl değildi. NATO’nun 1999’da Yugoslavya’ya karşı başlattığı savaş sırasında yaşadığı deneyim bunun en çarpıcı örneğidir. Hava harekâtı, Miloşeviç’in hızla teslim olmasını sağlamayınca Washington, savaşın başlamasından yalnızca bir hafta önce tam NATO üyesi olan Macaristan’dan, bir NATO kara harekâtı seçeneğini değerlendirmesini talep etti.
Ancak Orbán bunu reddetti.
Çünkü Macaristan üzerinden bir saldırıya izin vermek, ülkeyi doğrudan Yugoslavya ile savaşa sürükleyecek, kuzey Sırbistan’daki Macar azınlığın güvenliğini tehdit edecek ve Macar-Sırp ilişkilerine uzun vadede ciddi zarar verecekti. Neyse ki kara savaşı hiçbir zaman gerçekleşmedi, ancak bu olay Orbán’a asla unutmadığı bir ders verdi.
Daha az analiz edilen bir başka deneyim ise Bush yönetiminin 11 Eylül’e verdiği tepkiydi. Orbán hükümeti, 12 Eylül 2001’de NATO’nun Beşinci Maddesi’ne başvuran ilk ülkeler arasında yer aldı. Ancak Amerikan bakış açısına göre, “koalisyonu ittifak değil, misyon belirleyecekti.” Bu durum, Avrupa’nın güvenlik çıkarlarının “teröre karşı savaş” çerçevesinde dikkate alınmayacağı anlamına geliyordu. Irak Savaşı’nın feci sonuçları da bunu doğruladı. Macar muhafazakâr kesimi, “demokrasi ihracı” gündemini hiçbir zaman gerçekten desteklemedi ve bunu iyi niyetten ziyade Amerikan kibri olarak değerlendirdi.
Jeopolitik Değişimler ve Orbán’ın Bakış Açısı
NATO’nun 2008’deki Bükreş Zirvesi’nde, Ukrayna ve Gürcistan’ın gelecekteki üyeliği gündeme geldi. Bush yönetiminin baskısı altında, müttefikler zirve sonuç bildirgesine Ukrayna ve Gürcistan’ın bir gün NATO üyesi olabileceğini ekledi. Ancak Fransız-Alman ikilisi, bu süreç için somut bir takvim belirlemekten kaçındı.
Kremlin’in bakış açısına göre Batı zaten çok ileri gitmişti. Rusya, Ukrayna’nın NATO üyeliğinin kesin bir kırmızı çizgi olduğunu defalarca dile getirmişti. 2008 yılı boyunca, Abhazya ve Güney Osetya’nın statüsü nedeniyle Rusya ve Gürcistan arasındaki gerilim tırmandı. Gürcistan Cumhurbaşkanı Mihail Saakaşvili’nin cesur askeri hamlelerinin ardından, Rus birlikleri Ağustos 2008’in başlarında Gürcistan topraklarına girdi.
Ancak Batı, Moskova’yı geri adım atmaya zorlamak için çok az şey yaptı ve Kafkasya’daki yeni statükoyu fiilen tanıyarak, jeopolitik önceliklerinin başka yerlerde olduğunu gösterdi. Bu olay, Macaristan Başbakanı’na NATO’nun Ukrayna ve Gürcistan için her şeyi riske atmaya istekli olmayacağını düşündürdü.
Gürcistan’daki savaşın ardından birkaç hafta içinde küresel mali kriz patlak verdi. ABD ekonomisinin gücüne duyulan güven sarsıldı ve Washington, uluslararası finans sistemini tek başına ya da yakın müttefikleriyle birlikte istikrara kavuşturamadı. Tek çözüm, Küresel Güney’in yükselen güçlerini içeren G20’nin kurulmasıydı. “Washington uzlaşısına” olan inanç azalırken, Çin’in küresel gücü hızla arttı.
Aynı dönemde Barack Obama, Amerika Birleşik Devletleri Başkanı seçildi. Yeni yönetim, Mart 2009’da Moskova ile bir “reset” ilan etti. Ardından, önceden herhangi bir istişarede bulunmadan, Bush yönetiminin Polonya ve Çek Cumhuriyeti ile imzaladığı Anti-Balistik Füze Anlaşması’nı, 17 Eylül 2009’da, yani 1939 Molotov-Ribbentrop Paktı’nın imzalanmasının yıldönümünde aniden feshetti. Putin, 2009 sonbaharında Polonya’yı ziyaret etti ve burada Katyn Katliamı’nın Polonyalı kurbanları hakkında alışılmadık bir açıklıkla konuştu. Takip eden aylar, Varşova ve Moskova arasında daha önce düşünülemeyen bir yakınlaşmaya sahne oldu.
Bu dönemde Almanya, Kuzey Akım boru hattının inşası için yıllardır çalışıyordu. Ancak Macaristan ve Orta Avrupa’yı Rus enerjisine daha az bağımlı hâle getirecek Nabucco boru hattı projesi, bazı Batılı büyük güçlerin ilgisizliği veya itirazları nedeniyle çıkmaza girmişti. Ayrıca, Macaristan ve Orta Avrupa, Rusya ve Ukrayna arasındaki “gaz savaşları” nedeniyle, 2009’un başlarında üç yıl içinde üçüncü kez gaz kesintisi tehdidiyle karşı karşıya kaldı.
Tüm bu gelişmeler göz önüne alındığında, muhalefet lideri Orbán’ın dış politikasını yeniden şekillendirmesi ve Doğu’ya açılım için zemin hazırlaması şaşırtıcı değildi. Bu politika, Macaristan’ı Batı’dan koparmayı değil, Batı’nın rekabet ettiği Doğu pazarları ve yatırımları ile ilişkilerini artırmayı amaçlıyordu.
Bugüne Bakış
Bugüne geldiğimizde, Batı ve Rusya’ya yönelik yaklaşımlar yine benzer bir örüntüyü takip ediyor. Çok yakın zamana kadar, Ukrayna ile Moskova arasındaki müzakereler ve olası tavizler Batı’da tabu olarak görülüyordu. Ancak Macaristan, Rusya’nın 2022’deki geniş çaplı saldırısının ilk gününden itibaren müzakere ihtiyacını dile getiren tek ülke oldu.
Özetle, Batı’daki popüler anlatıların aksine, Macaristan’ın savaşa yaklaşımı hiçbir zaman Putin’e duyulan sempatiye dayanmıyordu. Belki de pek çokları için daha da şaşırtıcı olan, Macaristan’ın Rus enerjisine veya ekonomik çıkarlarına olan bağımlılığının en belirleyici faktör olmamasıdır. Macaristan’ın yaklaşımı, esasen jeopolitik gerçeklerden kaynaklanıyordu.
Özetle, Batı'nın Ukrayna’nın tam zafer kazanmasını sağlayacak askeri desteği vermeye istekli olmadığı açıktı. Bu nedenle, politika değişikliği konusunda cesaret gösteren tek ülkenin Macaristan olması, Batılı hükümetler açısından bir trajedi olarak değerlendirilebilir. Şimdi ise tüm gözler, kaybedilen zamanı telafi edip edemeyeceğini görmek için Başkan Trump’a çevrildi
Kaynak: The European Conservative
*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Makalede temsil edilen görüşlerin sorumluluğu yazara aittir, söz konusu yazı ve görüşler Hamaset'in editoryal politikasını yansıtmayabilir.