Yazar: Andrew Latham
Çeviri: M. Hulusi Cengiz
Kanada’nın Yavaşça Çözülüşü
Ülke, rakip ayrılıkçı projelerin ağırlığı altında çökmüyor. Bunun yerine, kurumsal çözülme, siyasi tutarsızlık ve bölgesel çıkarlar ile kimliklerin "Kanadalılık" hissinden daha önemli hale gelmesi nedeniyle sessizce eriyor. Dolayısıyla sorun dramatik bir kriz değil.
Daha çok kademeli bir Balkanlaşma hali. Eyaletler resmi olarak Kanada konfederasyonundan ayrılmıyorlar. Bunun yerine, Ottawa’yı ve o şehrin temsil ettiği ulusal vizyonu dikkate almaksızın kendi yollarını izliyorlar.
Ortaya çıkan yapı, yalnızca ismen bir federasyon.
Ülke genelindeki eyalet hükümetleri, federal koordinasyon ya da onay olmaksızın temel politika alanlarında giderek artan biçimde özerklik iddiasında bulunuyor. Bu, retorik ayrılıkçılık ya da sembolik bir duruş değil. Bu, fiili olarak yönetimsel egemenlik. Hem de gerçek zamanlı olarak gerçekleşiyor.
En doğrudan örnek Alberta. Alberta Birleşik Kanada İçinde Egemenlik Yasası başlangıçta ulusal yorumcular tarafından siyasi bir şov olarak değerlendirilmişti. Ancak durum öyle değil. Danielle Smith’in Muhafazakâr hükümeti bu yasayı, federal düzeydeki silah yasaları, doğal kaynak düzenlemeleri ve iklim değerlendirmeleri gibi alanları reddetmek veya atlatmak için kullandı. Eyalet, Kanada federalizminin sınırlarını test ediyor ve pek az direnişle karşılaşıyor.
Bu, ayrılıkçı bir tiyatro değil. Bu, “Ottawa artık bir değer katmıyor” inancının fiili hale gelmesi. Alberta’nın liderliği, eyaletin geleceğinin başkentte değil Edmonton’da belirleneceği varsayımıyla hareket ediyor. Kamuoyu da bu duruşu yansıtıyor.
Alberta’nın bağımsızlığına verilen destek, genellikle bir protesto değil, bir “yedek plan” olarak, yüzde 35 ila 45 arasında değişiyor. Bu eğilim öfkeye değil, federasyonun Alberta’nın çıkarlarıyla uyumlu olmadığına dair artan bir algıya dayanıyor.
Quebec’te ise politika daha eski ama benzer bir mantık izliyor. Parti Québécois, lideri Paul St-Pierre Plamondon önderliğinde, seçilmesi hâlinde 2030 yılına kadar üçüncü bir egemenlik referandumu düzenleme sözü verdi. Parti şu anda Ulusal Meclis’te sadece dört sandalyeye sahip, bu nedenle bu vaat stratejik bir hamleden öteye gitmiyor. Ancak Quebec’in özerkliğinin normalleştiğini gösteriyor.
Anketler, bağımsızlık desteğinin yüzde 29’a düştüğünü gösteriyor (üç ay önce bu oran yüzde 37 idi). Ancak bu düşüş yanlış okunmamalı. Quebec’lilerin resmi bir kopuşla daha az ilgilendiğini gösteriyor ama bu federal sistemden memnun oldukları anlamına gelmiyor.
Eyalet, göçmenlik, kültürel politika, emeklilik ve eğitim gibi alanlarda tek taraflı yetki kullanmaya devam ediyor. Federal programlar genellikle doğrudan reddediliyor ya da tanınmaz hâle getiriliyor. Alttaki mesaj şu: Egemenlik isim olarak değilse bile fiiliyatta zaten var.
British Columbia ise farklı bir yönelimle ilgisizliğini ortaya koyuyor.
Bir egemenlik hareketi bulunmamakla birlikte, giderek daha fazla Kanada eyaleti değil de bir Pasifik alt devleti gibi hareket ediyor. Ticaret, yeşil enerji ve göç gibi konularda B.C., içerdeki eyaletlerle değil, Hint-Pasifik bölgesiyle daha fazla ilgileniyor. Ottawa’yla ilişkisi çatışmalı değil; alakasız.
Saskatchewan, yetki alanı konusunda Alberta ile yakın hareket ediyor. Newfoundland ve Labrador, eşitleme ödemeleri ve deniz aşırı kaynak geliştirme konusunda hayal kırıklığını dile getiriyor. Federasyonun geleneksel merkezi olan Ontario bile artık ulusal uyumu önemsemeksizin hareket ediyor. Doug Ford’un federal-eyalet ilişkilerine yaklaşımı iş birliğinden çok işlem odaklı.
Tüm bu gelişmeleri birbirine bağlayan şey, Kanada federalizminin mantığında yaşanan temel bir kırılma. Ülke, bütünleşmek için ikna edici bir sebep bulabilmiş değil. Kurumlar hâlâ işliyor, ancak artık siyasi merkez belirleyici değil. Ottawa önemini, çatışma yoluyla değil, işlevsizliğe bağlı olarak yitiriyor.
Bu çözülmenin çoğu Justin Trudeau döneminde başladı.
Trudeau hükümeti sembolik politikalara büyük ölçüde bel bağladı ve ciddi bir yönetişim yerine ilerici mesajlarla ulusal birliği vaat etti. Federal sistem bir yapıdan çok bir sahne gibi ele alındı. Trudeau’nun hükümeti, ardıl hükümete yasal olarak hâlâ işleyen ama fiiliyatta tutarsızlaşmış bir federasyon bıraktı.
Yeni hükümet daha çok politika odaklı olsa da işleyişte olan bir sistemi devraldı. Eyaletler artık ne talimat bekliyor ne de koordinasyon iddiasında bulunuyor. Bağımsız biçimde yasa çıkarıyorlar. Yetki sınırlarını zorluyorlar. Dış ortaklıklar kuruyorlar. Federal hükümetin ülkeyi temsil ettiği varsayımı, ülkenin çoğu yerinde artık geçerli değil.
Bu artık sadece iç mesele de değil.
Donald Trump’ın Beyaz Saray’a dönüşü, Kanada federalizminin ne kadar raydan çıktığını gözler önüne serdi. Trump yönetimi, Kanada eyaletleriyle doğrudan ilişki kurmaya daha istekli. Alberta enerji altyapısı konusunda muhatap alınıyor. Quebec, kültür ve iklim konularında farklı bir aktör olarak kabul görüyor. Washington Ottawa’yı baltalamıyor; yeni gerçeğe uyum sağlıyor. Eylemin gerçekleştiği yer artık eyaletler. Federal hükümet ise işlerin yavaşladığı yer.
Bu değişim önemli. Yabancı güçler alt-ulusal aktörleri fiilen egemen olarak görmeye başladığında, bir ülkenin resmi bütünlüğü giderek daha az önem taşıyor. Kanada hâlâ ulusal bir hükümete, bir merkez bankasına ve bir orduya sahip. Ama bunlar birliği sağlayan araçlar değil; idari organlar.
Kanada’nın Yavaş Yavaş Dağılması
Önceki uyumsuzluk dönemlerinde Kanada en azından rotayı düzeltmeye çalıştı. Meech Lake Mutabakatı, Charlottetown Mutabakatı ve Netlik Yasası kusurlu ama ciddi ulusal uzlaşı çabalarıydı. Bugün böyle bir proje yok. Federal reform üzerine ciddi bir tartışma yok. Ulusal bir strateji yok. İkna edici bir vizyon yok. Sadece entropi var.
Federasyon şu an sadece alışkanlık, mali transferler ve yasal teamüllerle ayakta duruyor. Bu, yüzeydeki bütünlüğü korumak için yeterli olabilir. Ama tutarlılığı yeniden sağlamak için yetersiz. Ve jeopolitik baskıların arttığı, kurumsal verimliliğin her zamankinden daha önemli olduğu bir dünyada bu sürdürülebilir değil.
Kanada dağılmıyor. Ama çözülüyor.
Sonuç ise aynı. Eyaletler artık merkezin sesine kulak vermiyor. Merkez de onları tekrar bir araya getirecek güce sahip değil. Yeats’in sözü hâlâ geçerli: şahin artık şahin terbiyecisinin sesini duymuyor. Bunun nedeni isyan değil. Sesin artık duyulamayacak kadar zayıf olması.
Andrew Latham; Macalester College'da uluslararası çatışma ve güvenlik politikaları konusunda uzmanlaşmış bir Uluslararası İlişkiler profesörüdür. Uluslararası güvenlik, Çin dış politikası, Orta Doğu'da savaş ve barış, Hint-Pasifik Bölgesi'nde Bölgesel Güvenlik ve Dünya Savaşları üzerine dersler vermektedir.
Kaynak: 19FortyFive
*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Makalede temsil edilen görüşlerin sorumluluğu yazara aittir, söz konusu yazı ve görüşler Hamaset'in editoryal politikasını yansıtmayabilir.