Yazar: Hamza Hraoui
Çeviri: M. Hulusi Cengiz
Gazze'den Ukrayna'ya kadar, jeopolitik dengelerin değişmesi tüm stratejik dengeleri altüst ediyor. Çok taraflılık modelinin bu hızlı değişimlerle başa çıkamaması, dünyanın küresel yönetişime olan ihtiyacını ortaya koyuyor. Bunun etkili olabilmesi için, şu anda ana güç yapısının dışında tutulan Güney'i de içermesi gerekiyor. Bu, Uluslararası Kamu İşleri firması MGH Partners'ın kurucu ortağı Hamza Hraoui'nin görüşüdür.
Marjinal kabul edilen devletlerin yükselişiyle belirginleşen iki kutuplu güç oyununun çöküşü, küresel kurumların mevcut yapısına büyük bir meydan okuma teşkil ediyor ve bu kurumları reforma zorluyor. Bu, küresel yeniden dengelenmede önemli bir adımdır.
BM Genel Kurulu'nda 2 Mart 2022'de Rusya aleyhinde bir karar tasarısının oylanması, Batı'yı beklenmedik bir baş ağrısıyla karşı karşıya bıraktı. Batı, Afrika ülkelerinin çoğunun Rusya'nın Ukrayna'yı işgalini kınayan kararı destekleyeceğini düşünüyordu. Ancak 35 ülkenin, çoğunluğu Afrikalı olan bu devletlerin, çekimser kalması Batı'yı şok etti.
Afrika ve Arap ülkelerinin bu bağımsız analiz ve karar alma kapasitesi, sadece Batı'nın azalan merkeziliğini teyit etmekle kalmıyor, aynı zamanda daha derin bir yanlış anlamaya işaret ediyor: Kuzey ve Güney artık aynı uluslararası ilişkiler dilini paylaşmıyor- küresel zorluklar en azından Akdeniz'in iki kıyısı arasında anlatıların yakınlaşmasını gerektirse bile.
1989'da Berlin Duvarı'nın yıkılmasından sonra, daha yatay bir küresel çatışma çözüm sistemi inşa etme konusunda gerçek bir umut vardı. Yine de uluslararası dengenin tek garantörü olarak Atlantik İttifakı'nın gücüne güvenilmeye devam edildi.
Küreselleşmeyi takip eden coşku içinde, uluslararası, hatta anayasal bir düzenin mümkün olduğuna inanmak kolaydı: AB genişliyor, Amerikan ve Sovyet nükleer cephanelikleri büyük ölçüde azalıyor ve Dünya Ticaret Örgütü (WTO), Uluslararası Ceza Mahkemesi (ICC) ve IPCC gibi benzersiz kurumsal organlar yaratılıyordu.
Ancak liberal demokrasilerin gerilemesi, uluslararası iş birliği sisteminin zayıfladığını göstermektedir. Rusya ya da Türkiye gibi ülkeler popülist ya da otoriter cazibelere yenik düşerken, Çin gibi ülkeler açıkça anti-demokratik olan yeni bir dünya düzeni için Batı'ya karşı bir model sunmaktadır.
Bu modeller baştan çıkarıcıdır ve Afrika da dahil olmak üzere kolayca ihraç edilebilir. 2020 ve 2023 yılları arasında Afrika'da sekizden fazla darbe başarıyla gerçekleştirildi.
BM ise, 1945'te olduğu gibi aynı örgütsel yapıya sahip olmaya devam ediyor. Özellikle Güvenlik Konseyi, daimî üyelerin sık sık veto kullanması nedeniyle mevcut krizlere etkili bir şekilde yanıt verememesi eleştirilmektedir.
"Sıfırlanmayı" bekleyen bu nükleer güçler kulübünün, yükselen ve gelişmekte olan ülkelerin daha adil bir şekilde temsil edilmesini sağlayacak şekilde yeniden yapılandırılması gerekmektedir. İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesinden bu yana, beş ülke- iki eski Avrupa imparatorluğu da dahil olmak üzere- ABD ve Rusya tarafından aşırı derecede kullanılan veto hakkını paylaşmaktadır.
Yine de BM, devletlerin ulusal güvenlik meselelerini küreselleştirebilecek tek forum olmaya devam etmektedir. Reformist bir yeniden dirilişin aciliyeti buradan kaynaklanmaktadır. İnsanlığa yönelik gerçek tehdit artık komşular arasındaki rekabetlerden değil, başta sağlık güvenliği ve iklim güvensizliği olmak üzere, Antroposen'in küresel sorunlarından kaynaklanmaktadır.
Bu nedenle BM, günümüzün karmaşıklığını ve yapısal karşılıklı bağımlılıklarını yansıtacak şekilde evrim geçirmelidir. Bu da Güvenlik Konseyi'nde veto hakkına sahip bir Afrika ve bir Latin Amerika ülkesinin entegre edilmesiyle başlayacaktır.
Bugün Küresel Güney'in uluslararası meseleler etrafında hızlanan özgürleşme hareketini görmezden gelemeyiz. Bu, dekolonizasyondan bu yana inşa edilen ve uluslararası ilişkiler araştırmacısı Bertrand Badie tarafından ifade edilen "serbest diplomatik birlik" ilkesine yol açan bir harekettir. Bu doktrin, örneğin Fas ya da Suudi Arabistan'ın neden artık Paris ya da Washington yerine Tel Aviv ya da Pekin'e odaklandığını açıklamaktadır.
Geçtiğimiz aylarda, dünya petrol üretiminin %54'ünden fazlasını kontrol eden BRICS+ grubuna altı yeni üyenin katılması, dünya işlerinin artık Batı'nın tekelinde olmayacağına dair açık bir mesajdır. Gelişmekte olan ülkeler aynı zamanda uluslararası mali yapıyı da yeniden düzenlemek istiyor. Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa artık bunu görmeli, anlamalı ve kabul etmelidir.
Interregnum'dan çıkışın hızlandırılması
Açık olalım, gezegenin her zaman küresel yönetişime ihtiyacı olacaktır. O halde şimdi bunun için Güney'i de içeren bir çerçeve tanımlamalıyız.
Geleneksel olarak ikincil kabul edilen ülkelerin küresel diplomasi araçlarına entegre edilmesi, yenilenmiş ve etkin birçok taraflılığa doğru atılacak ilk adımdır. Bu ülkeler kendi bölgelerinde giderek daha önemli bir rol oynamakta ve alt-bölgesel ve küresel meselelere benzersiz bakış açıları getirmektedir.
Uluslararası kurumlara katılımları, karar alma sürecini daha meşru hale getirerek zenginleştirebilir ve böylece dünya meselelerinin daha dengeli bir şekilde yönetilmesini teşvik edebilir.
Bunu yapabilmek için, 10 yıl önce zayıf olarak görülen "öteki"nin dilini anlamak, dünya siyasetine farklı bir bakış açısı getirmenin mümkün olduğunu anlamak gerekir. Bu aynı zamanda, kuzeyin zengin ülkelerinin modellerini evrensel ve rasyonel ölçütler olarak yansıtan kibrin sona ermesini gerektirir.
Soukkot Savaşı
Soukkot Savaşı'nın (İsrail-Hamas) arka planında çifte standarda ilişkin mevcut tartışma, ahlaki değerleri diplomasinin temel ilkeleri haline getirme isteğinin sınırını göstermektedir.
Bu, hümanist değerlerin özenli ve tutarlı bir şekilde savunulmasıyla çelişmek zorunda değildir. Küresel Güney ülkeleri, Batı karşıtı tanımlanmış bir ideolojik tabana sahip değildir. Güvenlikleri için ABD ile, refahları için de Çin ile iş birliği yapmaları gerekecektir.
Bu nedenle NATO benzeri ittifakların yeniden oluşturulması söz konusu olmayacaktır, çünkü bu ülkeler kendilerini Soğuk Savaş dönemindeki gibi katı bir ideolojik kampa değil, ulusal çıkarlarına dayalı stratejik anlaşmalara yönlendirmektedir.
BM Genel Sekreteri Antonio Guterres bile, küresel yönetişimin mevcut yapılarının dünün dünyasını yansıttığını kabul etmektedir.
Küresel diplomasinin parçalanması ve milliyetçilik eğilimi, iklimin çöktüğü bir ortamda, insanlık için kritik bir anda uluslararası iş birliğini zayıflatmaktadır.
Çok taraflı sistemin reforme edilmesi uzun bir süreç olacaktır. Ancak içinde bulunduğumuz ara dönemin kısıtlamaları altında bu süreç halihazırda devam etmektedir. Batı, bir aktör olarak kalmak istiyorsa, artık Güney'i dünya meselelerine dahil etmek zorunda kalacaktır.
Nihayetinde bu, tüm devletlerin kendi toprakları üzerinde münhasır egemenliğe sahip olduğu Vestfalya kavramının sona ermesini ve Büyük Teknoloji ile devletler arasında yeni güç biçimlerinin ortaya çıkmasını gerektirecektir.
Kısacası, eski dünya (ulus devletler) ile teknolojik güçlerin toplamı arasında yeni bir küresel yönetişim dağılımı gerekmektedir.
Kaynak: newafricanmagazine.com
*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Makalede temsil edilen görüşlerin sorumluluğu yazara aittir, söz konusu yazı ve görüşler Hamaset'in editoryal politikasını yansıtmayabilir.