Yazar: Ralph Schoellhammer
Çeviri: M. Hulusi Cengiz
Merkel "Özgürlük. Anılar 1954-2021" adlı kitabını kendisinin uzun yıllar boyunca özel kalem müdürlüğünü yapan Beate Baumann ile birlikte kaleme aldı.
Hâlâ Noel hediyesi mi arıyorsunuz? Size önereceğim şık bir kapı süsü var, eski Almanya Başbakanı Angela Merkel'in izniyle. Tabii, teknik olarak bu bir kapı süsü değil, bir “Anı Kitabı”. Bu anı kitabında Alman halkını yabancı kültürlere yeterince meraklı olmamakla suçluyor ve Almanya'nın göçmenler için zaten “o kadar da iyi” olmadığından yakınıyor.
O halde Almanya'nın sınırlarını açık tutan kişinin yazdığı kitabı kendi kapılarınızı da açık tutmak için kullanmaktan daha uygun ne olabilir?
Angela Merkel artık Barack Obama'nın Doğu Almanya versiyonu haline geldi: Her iki siyasetçi de kendilerini hiçbir zaman halklarına hizmet eden kişiler olarak görmedi, aksine hak etmeyen tebaaya hükmeden hayırsever ataerkiller (ya da anaerkiller) olarak gördü.
Abarttığımı düşünebilirsiniz ama gerçekten abartmıyorum. Politico, 2017 tarihli bir yazısında çocuksuz Bayan Merkel'in Mädchen'den (kız) Mutti'ye (Anne) uzanan yolculuğunu anlatıyor.
2021 yılında, sol eğilimli Alman haftalık Der Spiegel dergisinin bir köşe yazarı Mutti wars nicht (“Annemin hatası değildi”) başlıklı bir kitap yazarak 2015'te başlayan feci göç politikalarından onu aklamaya çalıştı. Anılarını okuyunca insan onu tamamen yanlış anladığımızı fark ediyor. Gördüğünüz gibi, bizi hayal kırıklığına uğratan o değil, biz onu hayal kırıklığına uğratıyoruz.
Kitabının başlığı tek kelimeden oluşuyor: “Özgürlük” ki bu ironik bir durum, zira onun göreve gelmesinden bu yana Almanlar her zamankinden daha az özgür. Kadınlar artık sokaklarda özgürce yürüyemiyor, Dezavantajlı kesimler şehrin belli bölgelerinde özgürce dolaşamıyor, Alman enerji şirketleri artık nükleer enerji kullanamıyor ve Alman şirketleri artık iş yapmakta özgür değil. Belki de Bayan Merkel “Özgürlük ‘ten, içinde büyüdüğü Alman Demokratik Cumhuriyeti'nin -eski Doğu Almanya'nın- ’demokratik” olmasıyla aynı anlamda bahsediyordur.
Merkel'in 1998-2005 yılları arasında hem Almanya'yı hem de Sosyal Demokrat Parti'yi (SPD) yöneten selefi Gerhard Schröder hakkında çok sayıda görüş var. Bunu yazdığıma inanamıyorum ama gerçekten de onu özlüyorum.
Sıkı bir Sosyalist olmamasına rağmen, iş dünyası liderleriyle olan yakın ilişkileri nedeniyle Genosse der Bosse (CEO'ların Yoldaşı) lakabını aldı. İşgücü piyasası reformları Alman refah devletini önemli ölçüde değiştirdi ve Vladimir Putin ile olan dostane ilişkisi ona Gas-Gerd lakabını kazandırdı- Gerd, Gerhard'ın lakabıdır- özellikle de daha sonra Gazprom için çalıştığı için.
Rusya'ya yaklaşımını ve kitlesel göçü desteklemesini eleştiriyorum ancak Schröder tüm hatalarına rağmen ülkesinin potansiyelinin ve sınırlarının farkında olan bir realistti.
Pragmatik bir yapıya sahipti ve gerektiğinde sosyalist doktrinlerden sapabiliyordu: Her ne kadar mevcut hükümet Schröder'in çalışmalarını tersine çevirmek için elinden geleni yapmış olsa da, onun refah ve işgücü piyasası reformları Almanya'nın 2000'li yılların başındaki ekonomik gerilemesini önlediği için takdir edilmelidir.
Schröder'in başbakanlığı döneminde SPD'nin, göç konusunda büyük ölçüde sağa kayan Danimarka ve İsveç'teki kardeş partilere benzeyeceğini düşünüyorum.
Schröder hükümetinin nükleerden çıkış sürecini başlattığı da doğrudur, ancak bu gerçekte olduğundan çok kâğıt üzerinde kalmıştır. Gerçek nükleer enerji kapasitesi onun döneminde büyük ölçüde değişmeden kaldı ancak daha sonra halefi Angela Merkel döneminde önemli ölçüde azaltıldı.
Muhafazakâr Hıristiyan Demokrat Birliği'nden (CDU) olan Merkel, 2005 yılında Sosyalist-Yeşil koalisyonun başına geçti ancak yönetimi temelde Yeşil politikaları savundu ve bu da onu Almanya'nın gerçek anlamda ilk Yeşil Şansölyesi yaptı. Merkel görev süresi boyunca çılgın enerji dönüşümünü hızlandırdı ve göreve geldiğinde 20 GW olan nükleer enerji kapasitesi görevi bıraktığında 5 GW'ın biraz üzerine düştü.
Her ne kadar Schröder Gaz-Gerd olarak eleştirilse de Almanya'nın Rus gazına bağımlılığını Kuzey Akım 2 ve 2017'de fracking yasağı ile sağlamlaştıran Merkel oldu. Bu, Rusya'nın Gürcistan'daki çatışmalar ve 2014'te Kırım'ı ilhak etmesiyle vurgulanan Doğu Avrupa'daki açık niyetlerine rağmen gerçekleşti.
Stratejik bir dış politika Rusya'ya bağımlılığı en aza indirebilirdi, ancak Merkel farklı bir yol izledi ve Ukrayna konusunda ne NATO üyeliğine izin veren ne de potansiyel Rus saldırganlığına karşı askeri hazırlığı kolaylaştıran belirsiz bir duruş sergiledi.
Der Spiegel'e verdiği son röportajda Merkel, Putin'in yarattığı tehlikelerin farkında olduğunu iddia ederek kararlarından pişmanlık duymadığını gösterdi, ancak Alman sanayi politikası üzerinde Putin'e neden etkili bir koz verdiğini açıklayamadı.
2015 yılında Almanya'nın sınırlarını kitlesel göçe açma kararıyla ilgili olarak Merkel, asıl sorunun Alman halkının yabancı kültürleri benimseme konusundaki isteksizliği olduğunu savunuyor ve Almanya'daki göçmenler için de hayatın kolay olmadığını ekliyor. Merkel, göç politikasını İslamcı terör saldırıları korkusu ile Almanya'daki aşırı hoşgörüsüzlük endişesi arasında hassas bir denge olarak tanımlıyor.
Ah evet, hoşgörünün bedeli
Ara sıra yaşanan bıçaklama ve toplu tecavüzler. Bayan Merkel'i çok şaşırtan bir şekilde, giderek daha fazla sayıda Alman bu bedeli ödemek istemiyor.
Kitlesel göçün ve "çok kültürlü bir topluma" dönüşmenin tam olarak ne faydası oldu? İşte bir tanesi- en azından İslamcı iseniz: "Berlin Emniyet Müdürü Yahudileri ve eşcinselleri Arap mahallelerinde 'dikkatli olmaları' konusunda uyardı." Angela Merkel'den önce "Arap mahalleleri" yoktu ve şimdi de varlar ama çokkültürlülük fikrini pek benimsemiş görünmüyorlar.
Bunun yerine, bu mahalleler oldukça tek kültürlü hale geliyor: Yahudi yok, eşcinsel yok ve bazı bölgelerde yakında Alman da olmayacak. Sence abartıyor muyum? Evet, ama sadece birazcık: "Aşağı Saksonya eyaletinin entegrasyon komiseri Doris Schröder-Köpf geçenlerde Hannover-Ricklingen'deki Peter Ustinov Okulunu ziyaret etti [...]. Buradaki çocukların yüzde 90'ı yabancı."
Almanya için Alternatif'in (AfD) yükselişi, geleneksel yaşam tarzlarını korumak isteyen ortalama Almanları eleştiren bu röportaj ışığında daha az şaşırtıcı hale geliyor. Merkel, Yeşiller ile gelecekte koalisyon ortaklığı yapılmasından yana görünüyor ve CDU/CSU haleflerini Yeşillere karşı sert tutumları nedeniyle azarlıyor.
Merkel ayrıca Kamala Harris'in ABD başkanlığını kazanamamasından duyduğu hayal kırıklığını dile getirerek 2016'da Hillary Clinton için daha önce beslediği umutları yineledi.
Geleceği tahmin etmek zor olsa da CDU/CSU Merkel'in politikalarına bağlı kalırsa AfD Almanya'nın yeni muhafazakâr gücü olarak ortaya çıkabilir ve bu da Merkel'in kendi partisinin gerilemesine yol açabilir. Ne de olsa Almanya'da zaten bir Yeşiller partisi var ve bu da ikinci bir partiyi gereksiz kılıyor.
Kitap ilerleyen günlerde Türkçe baskısıyla da raflarda olacak.
Kaynak: Brussels Signal
*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Makalede temsil edilen görüşlerin sorumluluğu yazara aittir, söz konusu yazı ve görüşler Hamaset'in editoryal politikasını yansıtmayabilir.