Anadolu coğrafyasındaki geleneksel yapının izini sürdüğümüz yazı dizisinin ilk bölümünde doğum ile ilgili gelenekler ele alınmıştır. Bu noktada ilk yazımız, gebe kalma sürecine etki eden geleneksel yapının boyutunu gözler önüne sererken ikinci yazımızı ise, doğum olayı gerçekleştikten sonraki toplumsal süreci göstermeyi amaçlamaktadır.
TUZLAMA GELENEĞİ
Aileye ve topluma yeni bir birey katılmasının görev ve sorumlulukları, Türk halkının önemle üzerinde durduğu konulardan biridir. Doğum sonrasındaki süreci ele aldığımızda öncelikli olarak gerçekleştirilen işlem tuzlama olarak karşımıza çıkmaktadır. Tuzlama geleneğinde asıl amaç bebeğin kötü kokmasının engellenmesi olarak ifade edilse de geleneğin tarihsel arka planında tuzun Türk milleti için ifade ettiği anlam yatmaktadır. Tuz, Türk kültür coğrafyasında nazardan koruma amaçlı kullanılan temel maddelerden biri olması yönüyle Anadolu coğrafyasında sıklıkla kullanılmıştır. Bu noktada tuzun yenidoğan bebekle ortak bir paydada buluşması ise onun her türlü kötü ruh, düşünce ve niyetten korunması amacıyla ortaya çıkmıştır. Modern tıp, tuz kullanımının yenidoğan bebeğe zarar verdiği gerekçesiyle bu uygulamanın geçersizliğini öne sürmüştür. Ancak Türk insanı, Anadolu’nun muhtelif bölgelerinde bu uygulamayı devam ettirerek geleneğin sürmesine gayret etmişse de modern tıp ve teknolojik gelişmeler bu uygulamada azalmalar yaşanmasına neden olmuştur.
AD VERME GELENEĞİ
Doğum zincirinin önemli bir halkasını da ad verme geleneği oluşturmaktadır. Bu noktada İslâm öncesi Türk kültürünün etkilerine yaygın bir şekilde rastlanır. Türk milletinin ata ruhunun kutsallığına verdiği değer, ataerkil toplum yapısıyla birleştirilmiş ve ad verme geleneği dede tarafından gerçekleştirilmiştir. Baba tarafından dedeye atfedilen bu sorumluluk zaman zaman onun isminin verilmesi şeklinde de gerçekleştirilebilmektedir. Anayurttan atayurda büyük ve zengin bir geleneksel yapıya sahip olan Türk milleti atalar kültü ile İslâmî akideleri birleştirmiş ve bebeğe yeni ismi dedesi tarafından kelime-i şahadet getirilerek söylenmiştir.
GÖBEK BAĞININ GÖMÜLMESİ
Anne karnındaki bebeğin annesiyle arasındaki bağın maddî boyutunu ifade eden göbek bağı, gömülmesinin gerekli olduğu inancı ile birlikte bu sürecin önemli bir aşamasını oluşturmuştur. Göbek bağı gömme geleneğinin Anadolu coğrafyasında yaygın bir şekilde sürdürülmesi kişiye yapılan meslek atfının önemli bir boyutunu oluşturmaktadır. Daha net bir ifadeyle, göbek bağının gömüldüğü önemli mekânların ileriki dönemde kişinin meslek seçiminde büyük rol oynadığına inanılmaktadır.
HÖLLÜK GELENEĞİ
Doğum sürecinin önemli bir bölümünde höllük kullanımı karşımıza çıkmaktadır. Anadolu coğrafyasında iklimin sert olması doğal çözümlere başvurulmasına neden olmuş ve anne ile bebeğin her türlü hastalıktan bu şekilde korunması sağlanmaya çalışılmıştır. Höllüğün kırmızı topraktan seçilmesi Anadolu coğrafyasında dikkat edilen hususlardan biridir. Bahsi geçen toprağın genellikle Mayıs ayında torbalanarak biriktirilmesi bölgede yaşayan halkın ihtiyaç anında hizmetine sunulasına neden olmuştur. Höllük toprağı öncelikle elenir ve genellikle bir kürek vasıtasıyla ısıtılarak kullanılır. Bebeğe üç-dört kat bez sarılır ve höllük toprağı ile bebek kundaklanır böylece iklimin sert etkisi mümkün olduğunca azaltılmaya çalışılır.
AL BASMASI İNANCI
Kötü ruh- kara iye anlayışının Türk tarihinin her devrinde etkin bir şekilde görülmesi, Anadolu coğrafyasında doğum minvâlindeki geleneklerde al basması inancı şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Türk kültür coğrafyasında albız, albastı, alkarası veya alkarısı şeklinde ifade edilen bu kara iyenin bir kadından türediğine inanılmıştır. Bu inanca göre, alkarısının tırnakları uzun, yüzü büyük, saçları simsiyah ve ayaklarının ters olduğu düşünülmektedir. Al inancını genellikle lohusa kadın ile bağdaştıran Türk insanı, doğumdan sonraki kırk günlük sürecin bu kara iye ile karşılaşmak için uygun olduğu kanaatini taşımaktadır. Alkarısının erkek çocuğu olan kadından uzak durup kız çocuğu olan kadınlarla ilgilendiğine dair inanç, Anadolu coğrafyasında yaygın bir şekilde bulunmaktadır. Hatta bahsi geçen kara iyenin erkekten korktuğuna inanılmaktadır. Buna benzer inançlar çeşitli koruma yöntemlerine neden olmuş ve sıklıkla bir erkek ceketi lohusa kadının bulunduğu odaya asılmıştır. Anadolu coğrafyasında sıklıkla rastlanan al ocağı terimi ise sağaltım yöntemlerinin başında gelmektedir. Al karısı tutup hapsetmeyi başaran aile artık bir tedavi merkezi olarak görülmekte ve bahsi geçen kötü ruh ile karşılaşan kişiler buraya başvurmaktadır. Modern tıbbın gelişim göstermesi kara iye inancında çeşitli değişiklere neden olmuş ve bilim insanları doğumdan sonraki zor süreçlerin psikolojik etkisinin toplum tarafından alkarısı olarak düşünüldüğünü ifade etmiştir. Al basması inancı, bilimsel verilerle desteklenerek bir sinir sistemi bozukluğu olarak ifade edilse de Türk insanı, Anadolu coğrafyasında bu inancını sürdürmektedir.
Doğum olayının gerçekleşmesinden sonraki kırk günlük süre anne ve bebek için büyük önem taşımaktadır. Bu önemin toplum nazarındaki karşılığı geleneksel bir yapı ile bezenmiştir. Bu durumun ilk aşaması yine kötü ruh/ iye inancı ile ilgili olmuş ve kırk basması durumu ortaya çıkmıştır. Kırk gün boyunca lohusa kadın ile uğraşan kötü ruhlar, kırkıncı günün sonunda yapılan geleneksel işlemler ile büyük ölçüde uzak tutulmuştur. Kırklama adı verilen bu gelenek çeşitli şekillerde sürdürülmektedir. Bu noktada en önemli geleneklerden biri ise suya dua okunmasıdır. Bahsi geçen okunmuş su ile önce bebeğin ve annenin sonra da bütün ev halkının yıkanması büyük önem taşımaktadır. Kutsal aile ocağının her türlü kötü niyet ve ruhtan korunmasında dualı su çok önemli bir konumda kabul edilmiştir.
DİŞ BUĞDAYI GELENEĞİ
Doğum olayındaki önemli bir aşamada diş buğdağı/hediği olarak karşımıza çıkmaktadır. Diş buğdayı uygulaması bebeğin ilk dişinin çıkmasının ardından yapılmıştır. Bu noktada kullanılan temel malzeme ise buğdaydır ki geleneğin tarihsel altyapısı büyük önem taşımaktadır. Ekonomik yaşamını tarım ve hayvancılık üzerinde şekillendiren Anadolu insanı buğdayı sıklıkla kullanmaktadır. Bu nedenle geleneksel yapıya dair güçlü bir bağa sahip Türk insanı özellikle geçiş törenleri olarak bilinen doğum, düğün, ölüm eksenli geleneklerde buğdayı sıklıkla kullanmıştır. Bu durumun yanı sıra Türk milletinin toprağa atfettiği önem, en temel besin maddelerinden biri olan buğday vasıtasıyla ortaya çıkmıştır. Toprağın kutsallığı, ana olarak tasvir edilmesi, koruyuculuğu gibi inançlar diş buğdayı uygulamasının tarihsel arka planını ortaya çıkarmaktadır. Uygulama genellikle buğdayın kaynatılarak pişirilmesi ve üzerine şeker dökülerek ikram edilmesi şeklinde gerçekleştirilmektedir.
Anadolu coğrafyasında yaşayan Türk insanının sahip olduğu gelenekleri anlatmayı amaçladığımız bu yazıda doğum minvâlinde gerçekleşen ve her birimizin sıklıkla duyduğu, şahit olduğu geleneklerin tarihsel arka planlarını ortaya koymaya gayret ettik. Türkistan’dan Anadolu coğrafyasına kadar çok geniş bir alanda hâkimiyet süren Türk milleti, geleneklerini büyük ölçüde sürdürmeye devam etmektedir. Yaşanan teknolojik gelişmeler gelenek zincirinin bazı halkalarında değişimlere neden olsa da özellikle yaşı büyük insanlarda bulunan bağlılık, bahsi geçen yapının günümüze kadar gelmesini sağlamıştır. Doğum olayının her aşaması büyük öneme sahip olurken Anadolu coğrafyasına aile ocağına atfedilen kutsiyetin ilk adımı da bu şekilde başlamıştır. Kutsal aile ocağının kurulması ve sürdürülmesi noktasında geleneklerine sıkı sıkıya bağlı Türk insanı, özellikle bebeğin gelişi ile birlikte bu kutsallığı geleneksel yapıya yansıtmıştır. Doğum minvâlinde gerçekleştirilen uygulamaların büyük bölümünde kötü ruh/kara iye inancı hâkimdir ve geleneklerin hem yapılma şekilleri hem de yapılma niyetleri bu inanca çözüm bulma amacı taşımaktadır.
Konuya dair birkaç okuma önerisini aşağıda bulabilirsiniz.
Kaynakça
Semra Şen, “Türklerde Ad Verme Törenleri, Adların Önemi, Ad Verme ile İlgili Gelenek ve İnançlar”, Atatürk Üniversitesi, Güzel Sanatlar Enstitüsü Dergisi, Erzurum 2006, S.6.
Eva Csaki, “Türk Kültüründe Ayrıntılar Tuz”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî Araştırma Dergisi, 2001, S.20.
Metehan Özen-Bilge Özgör, “Höllük; Bir Anadolu Gerçeği”, İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 2006, C.y, S.13.
Özlem Demren, “Türk Kültüründe Bir Korku Kültü Olarak Sivas’ta Alkarısı ve Albasması İnanışı”, Antropoloji, Aralık 2018, S.36.