Ne izlenen filmler ne görülen fotoğraflar ne de okunup duyulanlar yerli zihinlerden türemediği için insan, ister istemez Afganistan’dan onların sunduğu şekilde bir cehalet, karanlık, merhamet uyandıracak sahneler bekliyor. Bazen bu tür yakıştırmalar, celladın keyfi için yerlinin de zihnine sirayet edebiliyor.
AFGANİSTAN'A YÜKLENEN KİMLİK: MEDENİYET BEKLEYEN, YARDIMA MUHTAÇ, ACİZ
Çoğu ne görürse görsün, değişip değiştirmeyip yine o sahnelere takılı kalarak döngüyü devam ettirmeye meyilli. Hiçbirimiz için zihnimizde arınık, yeni bir resim oluşturmak eskiyi tekrar etmekten daha konforlu değil. Nasılsa erkek kılığında gezerek hayata tutunmaya çalışan Afgan kızlar yazıldı. Batı yoluna düşüp karanlıklara gömülen Afgan gençler var. Bütün bu tablolar burayı medeniyet getirilmesi beklenen bir yere dönüştürmese de, en iyi ihtimalle yardım eline muhtaç aciz bir kimliğe büründürdü.
“Batılı” gelip çantasına, uçağına sığdırabildiği birçok şeyi, işine gelen hikâyeleriyle birlikte götürebilir. Bunu garipsemek de onlarla aramıza çizgi çekmemeye neden olur ancak. Aklında olanları onaylamak, kendi büyüklüğünü ve seçkinliğini hissetmek için Afganistan’a bakanlar ise olabileceklere dair inancı da yok ediyor.
Sıradan burkalı bir kadın, özgürlük ve modernlik ahkâmlarına yardımcı oluyor. Çünkü “yabancı” kendi hayatında ne tür şiddete uğrarsa uğrasın, Afgan kadınları görünce ya şanslı hissetmeli ya merhamet duymalı. Onlar hep başka bir yerde doğmuş olmayı dileyen yahut kaçıp kurtulmak isteyen mağdurlara dönüşmeli. Afganistan’ın herhangi bir şehrinde bir kadın için sokakta yürümenin, Avrupa’nın birçok şehrinde yürümekten daha zor olma ihtimali, dışarıda olan kadının, evinde olandan koşulsuz daha avantajlı olma ihtimali vurgulanmalı (!) Diğer yandan kendini bilinçaltının kirliliklerinden arındırmaktan, eşit görmekten, durumu şartlara göre önü ve arkasıyla analiz etmekten yoksun insan, dünyayı kurtarma iddiasına düşünce de dokunuşlarıyla mesafeleri daha da uzaklaştırıyor. Büyük iddialarımızla günlük zaaflarımız çeliştiğinde “oralı” da hâliyle bizi gerçekliğimizle tanıyamıyor.
KÂBİL’İN SIRADAN GÖRÜNTÜLERİ
Bilinenler Afganistan’ı hakkıyla anlatmıyor elbet ancak ben de bir anlatma iddiası taşımadan Kâbil’i yazmayı, değişip uzaklaşan zamanı yakalamanın yollarından biri addettim. Kâbil’de geçirdiğim günlerin her biri, kâh zar zor gözümün önüne getirebildiğim çocukluk zamanlarının kâh sadece iyi insanların hâkim olduğu bir dünyanın kopyası. Henüz kimse ona ihanet etmemişken bile geleceğe yürüyen şehirlere ve insanlara, kendi halinde meydan okuyan Kâbil, özellikle arkasına bakarak yürüyenleri, kolayca içine alır. Bu yüzden beni de en çok içine alan, en çok kabul eden şehir o olmuştur.
KÂBİL SOKAKLARINDA HAYAT GÜN IŞIMADAN BAŞLAR
Kâbil sokaklarında hayat gün daha ışımadan başlar. Okul saatinden önce başlayan sınav hazırlık ve dil kursları daha sabah ezanı okunmadan yola düşürür. Sabah 4-6 saatleri kursların, dershanelerin en çok talep gördüğü vakitlerdir. Hemen her muhitte bir dil kursu vardır. Darice ve Peştucadan sonra birilerine göre “salt buradan kurtulma teşebbüsü” bana göre istidadın, ilginin tezahürü olarak Türkçe, Arapça, İngilizce de öğrenilir. Öğrencinin üniversiteyi kazanmak için çıkmak zorunda olduğu maraton zamanı fazlasıyla kıymetlendirir.
El arabalarını rengârenk malzemelerle kocaman dükkânlara çeviren esnaf da kar kış bilmeden erkenden köşelerine yerleşir. Kapı önlerinde kendilerinden çok da küçük olmayan kardeşlerini sırtlayan kız çocukları, su kuyularının başında burkasının penceresinden kendisine dair en küçük ipucu vermeyen kadınlar, beyaz başörtüleri minik omuzlarından dizlerine sarkan siyah jileli okullu kızlar… Başka coğrafyalarda bu sahneler stresli, dalgın, isyankâr ve memnuniyetsiz ifadelerle bütünleşebilirken burada işinde gücündelik, yaptığı işin farkındalık dikkat çeker. Dünyanın farklı yerlerinde alışveriş sırasında sizi kandırabilecek satıcılara yahut taksicilere karşı gelişen tedirgin savunma reflekslerinizin hepsi boşa çıkar. Plastik bir poşete ihtiyaç dahi rızk vesilesine dönüşmüştür Lise Meryem’in pazarlarında.
KÂBİL’DE BEYAZ YAKALILAR DEĞİL, EKMEĞİNİ TAŞTAN ÇIKARANLAR HAKİMDİR
Bütün günlük sahnelerdeki ortaklık, kahramanların hiçbirinin büyük iddialar taşımayan sadeliği ve karşılaştığı herkese elinde ne varsa sunabilecek cömertliği olsa gerek. Kâbil’de beyaz yakalılar değil ekmeğini taştan çıkaranlar hâkimdir. Telaş, sadece yaşamak ve eğilip bükülmeden bir sonraki güne taşınmak için olduğundan, hırs, rekabet ve görünür olmak önemsizdir. Bu kıymeti görmek, beni elimi kameraya götürüp yüzlerine tutmaktan sakındırdı. Nasılsa istediği an bunu yapabilecek cürete sahip çokları vardı. Didinip uğraşmanın boş ve gereksiz olduğunu insanlar çok öncelerden keşfetmişlerdi… Bu sükûneti, lanetli ellerini bir türlü üzerlerinden çekmeyen savaş sevicilere borçlu olamazlar. Bir gün eve dönemeyebileceklerini var saymak hayatlarını şekillendiren esas olsaydı, onları sokağa çıkaran azim ve umut da olmazdı. Oysa bir yerde okul varsa eğer üç vardiyalı eğitime sebep olacak, talep de vardı.
Birçok güzellik dile geldikçe kendi duygusunu yok ederken, birçok kare etkileyici bir fotoğrafa sığdırılmaya çalışılırken aksine aslından uzağa kaybolup gidiyor; bu şehir en çok da tarif edilmezliğiyle sırrını muhafaza ediyor.