Kasım 2024, profesör ve aktivist Edward Said'in doğumunun seksen dokuzuncu yıl dönümü; kutlu olsun! Said, dünyada ve ülkemizde “Oryantalizm” adlı kitabı ve Filistin – İsrail sınırında İsrail tarafına taş atarken çekilmiş fotoğrafı (gerçek olmadığını iddia edenlerde var) ile meşhur. Ama ben onu bunlarla tanımadım.
Yıllar önce “aydın kimdir, olaylar ve ideolojiler karşısında nasıl tavır almalıdır?” gibi sorulara yanıt ararken, “Entelektüel” adlı kitabını okumuştum. “Sürgün, Marjinal, Yabancı” alt başlığıyla yayınlanan kitapçık 1993 yılında Reith'de verdiği konferansın konuşma metinlerinin derlemesi. Bu yazı için kitaplığımdan indirdim, tekrar bir göz attım. Hangi satırların altını çizmişim?
Kitabın önsözünde, bu konferansta konuşacak olmasından rahatsızlık duyanları anıyor: “Gazeteci ve yorumcular sık sık benim Filistinli olduğumu, bunun da herkesin bildiği gibi şiddet, fanatizm ve Yahudilerin öldürülmesi demek olduğunu söylüyorlardı. Yazmış, söylemiş olduğum hiçbir şeyden bahsedilmiyor, her nasılsa bunun cümle âlemin malumu olduğu varsayılıyordu.” Peşin hüküm, kaba itiraz... Ne kadar tanıdık? Ne kadar benzeş?
Edward Said daha sunuşta entelektüelin görevinin tam da bu olduğunu, serbest düşünceyi ve şeffaf iletişimi baskı altına almak isteyen klişeleri, indirgemeci-yaftacı yaklaşımları kırması gerektiğini söylüyor. Ama nasıl? “Şovenist milliyetçiliği, şirketleşmiş düşünce müsveddelerini ve sınıf, ırk ve toplumsal cinsiyet imtiyazlarını” sorgulayarak...
Said, görüşlerine değil ama “tavrına” hayran olduğu Sartre'la mutabık: entelektüel, özerk ve bağımsız olmalı! Mesela Sartre: yaşamı boyunca hiçbir örgüte üye olmadı, hiçbir siyasi partiye ya da kalabalığa katılmadı. Nobel edebiyat ödülünü de Fransa devlet nişanını da reddetti. Basına, halkına, parlamentoya, Cumhurbaşkanına, Fransa'ya rağmen ülkesine karşı bağımsızlık savaşı veren Cezayir'i destekledi. Taraf tuttu ama “taraftar” olmadı.
Edward Said'e göre de “entelektüel için tapılacak ve yanılmaz kılavuzluğuna güvenilecek herhangi bir tanrı yoktur!” Hiçbir kahramana, hiçbir siyasi tanrıya inanmamalıdır: “siz bir tanrıya sorgusuz sualsiz taptığınız için bütün iblisler öteki taraftadır... Gerçek entelektüel laik bir varlıktır.” Laik; yani sözlük anlamından kopartırsak -en geniş manada- hür!
Ve sürgün, marjinal, yalnız... Benda'nın tanımını ödünç alan Said tekrarlıyor: “gerçek entelektüeller kazığa bağlanıp yakılma, sürgüne gönderilme, çarmıha gerilme riskine girmek durumundadırlar.” Sayfa kenarına not almışım: kafası odunla parçalanan Sabahattin Ali, vatanından kaçmak zorunda bırakılan Nazım Hikmet...
“Entelektüel iktidara karşı hakikati söylemelidir.” İktidara karşı hakikati söylemek! Edward Said, iktidarla yalan, entelektüelle hakikat arasında doğrudan bir ilişki kuruyor. İktidara negatiflik yakıştıran bir ilişki. Korkutmak iktidara, cesaret entelektüele; susturmak iktidara, konuşmak entelektüele... Siyaset meydanında onlarca mermer büstü, politik tanrısı olan, günlük siyasi dertlere, kutuplaşmalara çok fazla kapılan bir ülkenin insanlarıyız. Edward Said, “Oryantalizm” ve “Filistin sorunu” dışında, başka şeyler de söylüyor...
* Makalede temsil edilen görüşlerin sorumluluğu yazara aittir, söz konusu yazı ve görüşler Hamaset'in editoryal politikasını yansıtmayabilir.