17 Nisan merhum Sekizinci Cumhurbaşkanımız Turgut Özal’ın otuz birinci ölüm yıldönümü. Kendisini rahmetle anıyorum. Sağcı değilim fakat kendimi, cumhuriyet tarihi kadar uzun bir tarihe sahip olan “devlet partisi” Cumhuriyet Halk Partisi’nin karşısında konumlanmış ve “askeri-bürokratik oligarşiyle” mücadeleye kalkışmış “merkez sağ partilere” daha yakın gördüm: Terakkiperver Cumhuriyet Fırka (1924), Serbest Cumhuriyet Fırkası (1930), Demokrat Parti (1950), Anavatan Partisi (1983) ve 2002 model AK Parti çizgisine... Daha doğru ifadeyle, sıradan bir yurttaş olarak Cumhuriyet tarihini okurken “bu çizgiyi” her zaman daha haklı ve doğru buldum.
Merhum Özal bu çizginin/merkez sağın en önemli liderlerinden birisiydi. Siyasi kariyerine çalışkan ve başarılı bir teknokrat/bürokrat olarak başlamış, muarızlarının inadına, Türkiye’nin sivilleşmesi, demokratikleşmesi, modernleşmesi, dünyayla bütünleşmesi yolunda küçümsenmeyecek büyüklükte adımlar atmıştı. Tabu kırmayı, risk almayı seven, bağırıp çağırmayan, kutuplaştırmayan ılımlı bir siyasetçiydi. Ama hemen her sıradan politikacı gibi tehlikeli istekleri de vardı: basını ve muhalefeti kontrol altında tutmak istemiş, “ayağına dolaşan(!)” hukuk, anayasa gibi şeylerden rahatsızlık duymuştu.
Birçok şeye geç kalmış bir ülkenin dönüştürülmesi, Özal’ın deyimiyle “transformasyonunda” bazı sakatlıklar da yaşanacaktı elbette. Bunları Özal’ın “politik günahları” hanesine yazmalı hiç çekinmeden. İş bitirmek adına kurumları ve kuralları aşındırdı: “Anayasayı bir kere delmekle bir şey olmaz, benim memurum işini bilir…” Ekonomideki dönüşümün yaşattığı sarsıntı sınıflar arasındaki uçurumu hızla derinleştirdi, köyden kente göç şehirleşme sorununun ve toplumsal yozlaşmanın temellerini attı. Kapalı bir ekonomiyi ve toplumu dünyaya açmak istemiş, bunun yaratacağı travmayı, sosyal-psikolojik-ahlaki maliyeti pek de iyi hesaplayamamıştı. Bugünkü yozlaşmanın kökenlerini 12 Eylül darbesinin yarattığı cehalete ve Özal’ın dönüşümüne götürenlere hak vermemek mümkün görünmüyor.
Nihayet Demirel’in siyasete dönüşüyle birlikte Özal da popülizm yaparak (oy uğruna) frene bastı, tuttu en büyük yanlışını yaparak Çankaya’ya çıkıp oturdu. Çok geçmeden vefat etti. Özal’ın koyduğu çıtanın altında kalan, onun mirasını ve vizyonunu takip ettiremeyen yarı şaşkın, yarı yeteneksiz politikacılar yüzünden “doksanlı yıllar” heba edildi. Türkiye iki büyük ekonomik kriz [1994/2001] ve bir askeri darbe [1997] duvarına çarptı. Her şeye rağmen Turgut Özal Türkiye tarihinde altmış yılda yapılmayan birçok şeye imza attı ve Türkiye’nin modernleşmesi, modernleşirken sivilleşmesi için çabaladı. Mekânı cennet olsun.
Aslında ben bu kısa değerlendirmede merhumun -beni de derinden etkilemiş- üç kuvvetli özelliği üstünde durmak istiyorum: çalışkanlığı, dindarlığı ve liberalliği… Onu tanıyanlar, onunla çalışanlar, hatta ona karşı olanlar bile onun bu üç özelliğinin altını çizerler sıklıkla. Özal her ne kadar merkez sağın bir temsilcisi desek de savunduğu başka değerler ve pratikler itibariyle Türk siyasetinde öncesi ve sonrası olmayan özgün bir isim. Çalışkandı. Rakamlara inanıyor, her şeye rasyonel yaklaşıyordu. Televizyon ekranından izleyicinin gözüne doğru uzattığı kalem “hesap adamı olmayı, çalışkanlığı, iş bitiriciliği” simgeliyordu aslında.
Türkiye’de hiç kimse Özal kadar “rakamlarla” konuşmamıştır sanıyorum. Dindardı. Ama bu dindarlığını hiçbir zaman kamuoyunun gözü önünde yaşamadı. Hatta bir “Melami” gibi saklamak için özel bir gayret gösterdiği bile söylenebilir. Sıklıkla dua eder, seyahatlerinde yanında taşıdığı ufak bavulunda seccadesini ve küçük bir Kur’an mealini eksik etmezdi. Liberaldi. Özal her zaman üç hürriyete vurgu yapıyor, “inançlara, düşünceye ve piyasaya özgürlük” diyordu. Ona göre Türkiye’nin zenginleşmesi ve huzur içinde olması için “hürriyete” ihtiyaç vardı.
Turgut Özal üzerine okurken/düşünürken istemeden soruyor insan: bugün en az Özal kadar çalışkan, rasyonel, birleştirici, sakin, ılımlı ve açık fikirli yönetim kadrolarına ne kadar da ihtiyacımız var, değil mi? Ruhu şad olsun…
*Makalede temsil edilen görüşlerin sorumluluğu yazarlara aittir, söz konusu yazı ve görüşler Hamaset’in editoryal politikasını yansıtmayabilir.