Mansa Musa’nın 1324 yılında Mekke'ye yaptığı hac seferi, trajik bir şekilde sonuçlanmıştır. Musa, yanında götürdüğü altınları harcamadaki cömertliği ve kafiledekilerin yaptığı büyük alışverişlerle Mali İmparatorluğu’nun adını ve zenginliğini İslâm dünyası ile birlikte Bütün Avrupa’ya da duyurmuştur.
Avrupa’da büyük bir yankı uyandıran bu haber, bu zengin ülkeye ve hükümdarına yönelik merak ve araştırma ilgisi oluşturdu. Zaman geçtikçe, altının Timbuktu’dan geldiği bilgisi yaygınlaştı. Bu bilgi Timbuktu’nun Avrupa’daki imajının şekillenmesinde mühim yer tuttu. Dünyanın dört bir yanında yeni pazarlar, yeni kaynaklar ve yeni ticaret rotaları arayışı içinde olan Avrupalı kâşifler, Timbuktu efsanesinin Avrupa’da büyümesinin ardından tüm dikkatlerini Afrika ve özellikle Timbuktu üzerine çevirdiler.
KARA KITA’YA İYİLİK Mİ YAPTI, KÖTÜLÜK MÜ?
Mansa Musa Afrika’yı dünyaya tanıtmakla iyilik mi etti, kötülük mü; karar vermek zor ama hac seferi ve harcadığı para karşısında iştahı kabaran Avrupalılar, yıllarca nerede olduğunu bile bilmedikleri Timbuktu’nun, “evleri altından inşa edilmiş bir şehir” olduğu efsanesine inandı. Avrupalıların Afrika içlerini tanıma ve oraya ulaşma düşüncesi giderek güçlenmeye başladı. 14. yüz yılda Mayorka’da (Mallorca) açılan haritacılık okulunun başlıca hedeflerinden biri ticarî amaçla Afrika içlerini tanımaktı. Afrika onlar için enteresan olduğu kadar mühim kaynaklara da sahip bir yerdi. Bu kâşiflerden bir kısmı Timbuktu’ya varan ilk Avrupalı olmak arzusundaydı. Ancak çok azı hedeflerine ulaşabildi. Bu da Timbuktu’nun “Altın Şehir” imajına, “Uzak ve ulaşılmaz bir şehir” imajını da ekledi. İngilizce’deki “To Timbuktu and back”, “It's a long way to Timbuktu”, “I'll knock you clear to Timbuktu”, “Go to Timbuktu” gibi tabirler bu imajın dile yansımasıdır.
Dünya’nın hiçbir bölgesinde altın ve gümüş Afrika’daki kadar bol değildi. Altın ve gümüşe karşı aşırı ve tatmin edilemez arzuları olan Avrupalıların Afrika içlerini keşfetme maceraları, 18. asırdan sonra sistemli bir keşif faaliyetine dönüştü. 1788’de Londra’da "Afrika İçlerinin Keşfini Destekleme Cemiyeti" kuruldu. Cemiyetin gayesi Timbuktu’yu bulmaktı. O zaman Afrika sahillerinin ve Mısır’ın ötesinin haritası neredeyse yoktu. Sonunda coğrafi keşifler ve denizciliğin gelişmesiyle birlikte soluğu Afrika’da alacaklardı ve sömürgeleştirmenin temelleri bu dönemde atılacaktı. Kara kıtanın kaderi, keşifler ve işgallerle değişecek, tüm doğal zenginlikleri bugün gelişmiş(!) olarak adlandırdığımız ve insan hakları savunucusu sandığımız Batı ülkelerinin eline geçecekti... Mali imparatorluğu, Musa'nın ölümünün ardından dağılma sürecine girdi. Bir taraftan saltanat kavgaları yaşanırken diğer taraftan bölgeye göz diken sömürgeciler dört bir yandan saldırıyorlardı. Uzun yıllar boyunca Portekizlerle yapılan mücadelenin ardından imparatorluğun büyük bir kısmı Portekizlerin hâkimiyeti altında kaldı. Daha sonra araştırmaya mevzu olan bölgeler 1894’te Fransız sömürgesi hâline geldi ve 22 Eylül 1960 yılına kadar böyle kaldı.
MALİ NASIL SÖMÜRÜLDÜ?
Mali’nin Avrupalı sömürgecilerin işgal ve talanına uğraması ise Fransa’nın 1624 yılında Senegal’de ticaret merkezleri oluşturmasıyla başlamıştır. 1664 yılında Fransız Doğu Hindistan Şirketi’nin kurulmasıyla, Fransız sömürgeciliği daha sistematik hale gelmiştir. 1670’lerde 3 buçuk milyon kilometrekarelik bir alanı bulunan Fransız Koloni İmparatorluğu, 1920’lere gelindiğinde 11 buçuk milyon kilometrekareye ulaşmıştır.
FRANSA’NIN AFRİKA STRATEJİSİ
Fransızlar Batı ve Orta Afrika’nın büyük bölümünü yüzyıllarca sömürdüler. Fransa yaklaşık 200 yıl boyunca kıtada “doğrudan yönetim” biçimleri kurdu, kendi kültür ve değerler sistemini yerleştirmeye çalışarak asimilasyon politikaları izledi. Kolonilerin Batı Afrika’da olanlarını “Fransız Batı Afrikası”, Orta Afrika’da olanları ise “Fransız Ekvator Afrikası” olarak yapılandırdı. Afrika’daki kolonilerini daha kolay yönetebilmek için kabileleri, aşiretleri birbirine düşürme stratejisi izledi. Gün geldi, bu koloni bölge ve ülkelerde yetişmiş Afrikalı elitler “kolonyalizmin iyi olduğunu” ve bağımsız olmamaları gerektiğini savundular. Ne yazık ki kolonyalizm Afrikalıların iliklerine kadar öyle işledi ki bağımsızlığa karşı çıkan “AvroAfrikacılık” akımı ortaya çıktı, yani “Avrupasız yaşamanın mümkün olmadığı” savı ve bu yöndeki siyasi eğilimler...
20. yüz yılın ikinci yarısında artık ne dünya ne de Afrika eskisi gibiydi. Birinci Dünya Savaşı sonrasında emperyal güçlerin yerini demokratik cumhuriyetlerin alması Afrika için bir umut ışığı oldu. Fakat bu umut ışığının özgürlük ve bağımsızlığa yol gösterecek gücü kazanması ancak İkinci Dünya Savaşı sonrasında mümkün olabildi.
ŞARTLI BAĞIMSIZLIK
Mali 1960 yılında “Fransız Uluslar Topluluğu”nun bir üyesi olarak bağımsızlığını kazandı. Fakat bu noktada belirtelim ki, Fransa Afrika’daki kolonilerden çekilirken iki konuyu zorunlu tutmuştu. Bunlardan ilki, Fransızcanın ülkelerin resmi dili olması, ikincisi ise zorunlu eğitim. Tabi ki eğitim de Fransızca olacaktı.
Mali gibi diğer eski sömürge ülkeler sonraki yıllarda, kamu alımları ve kamu ihalelerinde Fransız çıkarlarını korumak ve Fransız şirketlerine öncelik vermek zorunda kaldılar. Hükümet ihalelerinin verilmesinde Fransız şirketleri hep önceliğe sahip oldu. Diğer yandan, Fransa 1961’den beri 14 Afrika ülkesinin ulusal rezervlerini elinde tutuyor. Fransız hazinesi, uzman tahminlerine göre Afrika’dan yıllık 500 milyar dolar kazanç elde ediyor.
Bir hatırlatma da Fransa’nın eski para birimi Frank ile ilgili. Afrika kıtası tedavülden kalkmış paraların geçtiği bir kıtadır. Frank diye bir para birimi artık Fransa’da bile yok fakat Afrika’da hala tedavülde. Fransa, merkezi Paris olan, alım gücünün Paris’ten belirlendiği, Chamalieres’de basılan Frank para biriminin eski sömürgelerinde tedavülde olmasına dayanan sistemin devam etmesini istiyor.
MADEN ŞİRKETLERİ FRANSIZLARA AİT
Son olarak Mali’nin çok yüksek düzeyde altın ve uranyum rezervine sahip olduğunu yazalım. Mali’deki maden işletmelerinin hemen hepsi Fransız şirketlerine ait. Fransa ihtiyacı olan nükleer enerjinin hammaddesi olan uranyumun önemli bir kısmını Nijer, Orta Afrika Cumhuriyeti ve Gabon’dan ithal ediyor. Mali bu uranyum kaynaklarının tedariki açısından çok önemli bir konumda bulunduğu için Fransa buradaki etkisini kaybetmemeye çalışıyor. Öte yandan, son yıllarda Rusya’nın da Orta Afrika Cumhuriyeti, Nijerya gibi ülkelerle, uranyum kaynaklarıyla ilgili kurduğu temaslar Fransa’nın çıkarlarını zedeleyebilecek bir değişim dinamiği.
Son 50 yılda Afrika’da 26 ülkede toplam 67 darbe gerçekleşti. Bu ülkelerin 16’sı Fransa’nın eski sömürgeleri. Bu da son 50 yılda Afrika’da eski Fransa sömürgelerinde tam 45 darbe anlamına geliyor. Fransa, Sahil (Sahel) başta olmak üzere sömürge döneminde “Fransa Sudan’ı” adını verdiği Mali’yi hep yamacında tutuyor ve siyasetiyle son derece yakından ilgileniyor.
Mali 1960’dan itibaren 4 defa askeri darbe yaşadı. İlki 1968'de, ikincisi 1991'de, üçüncüsü 2012'de ve nihayet dördüncüsü 2020'de gerçekleşti.
“ALTIN ŞEHRİ”NDE YOKSULLUK HÜKÜM SÜRÜYOR
Bir zamanlar dünya altın ihtiyacının yarısından fazlasını karşılayan, muhteşem zenginliğiyle adından söz ettiren Timbuktu da dâhil olmak üzere 20 milyonluk nüfusu olan Mali halkının yüzde 36’sı yoksulluk sınırının altında yaşamını sürdürüyor. Oysaki Mali, halen dünyada altın rezervinin en önde olan ülkelerden biridir. Peki, nasıl olur da başlıca geçim kaynağı altın madenciliği olan bir ülkede yoksulluk hüküm sürer?
Çünkü Mali, şu an bugünkü zenginliği ve güzellikleriyle herkesin ilgi odağı olan Fransa’nın sömürüsünden hala kurtulabilmiş değildir. Altın ve gümüşe karşı olağanüstü ve aşırı doyumsuz olan ve bu uğurda insan kanını bile hiçe sayabilecek kadar gözü kör, medeniyetsiz ve zalim Avrupa ve özellikle de Fransa, Mali’nin altınlarını çıkararak kendi ülkesine götürüyor. Bunun sonucunda altının çıkmadığı bir ülke olan Fransa, 2021’de 2.436,1 ton altın rezerviyle dünyada 4. sırada yer almaktadır.
Şu an Mali tıpkı Mansa Musa’nın tahta geçtiği 1312 yıllarındaki Avrupa gibi. Şu anki Avrupa ise tıpkı o dönemdeki Mali gibi!
Mali fakir bir ülke midir? Siz cevap verin…
Konumuza dönecek olursak Timbuktu, bugün her ne kadar tedrisata devam edilse de eski günlerdeki ışıltısından çok uzak, evlerin mahzenlerinde binlerce yazma eserin bulunduğu, fakir bir şehirdir. Nedense Türkler Afrika tarihine pek alâka duymaz. Hâlbuki bu kıtanın bir kısmı yakın zamana kadar Osmanlı ülkesine dâhildi. BBC Timbuktu’ya gelip dokümanter film hazırlıyor; muhabiri evlerdeki kütüphanelerde yazma astronomi ve matematik kitapları görünce çok şaşırıyor. Fakat Türkler halen Timbuktu’nun nerede olduğunu bile bilmezler!
HARİTALARA FİGÜR OLDU
Mansa Musa’nın efsanevi hac yolculuğu, dünya tarihini değiştirecek pek çok olayı da beraberinde getirdi. Avrupalı tüccarlar hiç bilmedikleri bu bakir kıtaya gözünü çevirdi. 1488’de Portekizli kâşif Bartolomeu Dias kıtanın kıyılarını dolaştı ve Ümit Burnu’nu keşfetti. Dias’ı, 1497 yılında Vasco da Gama izledi. Yapılan keşifler sonucu kıtanın detaylı bir haritası çizildi. Mali İmparatoru Mansa Musa’nın bir portresi ölümünden iki yıl sonra, bu asırda çizilen ilk haritanın sahibi Angelino Dulcert’in 1339 tarihli haritasında yer almaktadır. Abraham Cresques tarafından 1375 yılında çizilen Catalan Atlası’nda ise Musa, Sahrâ’nın merkezinde tahtında oturmuş vaziyette; başında tacı, bir elinde altından yapılmış saltanat asası, diğer elinde ülkesinin zenginliğini sembolize eden bir altın top ile gösterilmiştir. Ayrıca onun, zengin altın kaynaklarına sahip Sudan bölgesinin en büyük ve en zengin siyahi ülkesi Mali’nin sultanı olduğu belirtilmiş, harita üzerinde o bölgedeki ticaret yollarıyla Tagaza, Timbuktu, Mali ve Gao’daki madenler işaretlenmiştir. Bütün bunlar Avrupalıların dikkatini çekmiş, onların keşif ve sömürge duygularını kamçılamıştır...
“ZAMANSIZ” ÖLÜMÜ ERKEN ÇÖKÜŞÜ GETİRDİ
Tarih kitaplarında, dünyanın gelmiş geçmiş en zengin insanı ve aynı zamanda çok dindar bir hükümdar olarak tanıtılan Mansa Musa, bütün yetkilerini oğlu Mega’ya (Maghan) bırakıp tekrar Mekke’ye yerleşmek istediyse de bu arzusunu gerçekleştiremeden vefat etti. Mansa Musa’nın ölümüne dair net bir bilgi bulunmamakla birlikte genellikle en muhtemel tarih olarak 1337 verilir. 50’li yaşlarındayken doğal nedenlerden öldüğünü biliyoruz. Musa’nın ölümü gerek hanedan gerekse ülke için pek çok sorunu da beraberinde getirdi. Yerine geçen oğlu Megā (Maghan) babası gibi başarılı olamadı ve Mali İmparatorluğu zayıflama sürecine girdi. Henüz iki kuşak geçmemişti ki hanedanlıkta büyük bir iç çekişme başladı. Bu çekişme, tüm ülkeyi perişan edecek büyük bir iç savaşa dönüştü. Ve Musa’nın efsanevi serveti daha iki kuşak geçmeden iç savaşlar ve işgallerle eriyip gitti.
BİLGİSAYAR OYUNU "CİVİLİZATİON IV"DE BAŞROLDE
Döneminde efsanevi bir servete ve güce sahip olmasına karşın bizim olduğu kadar dünya için de yeni bir isim Mansa Musa. Tarihi bir lider olmasına karşın dünya sahnesinde kendine yer bulamayan ve ismi dahi bilinmeyen Musa’yı bilgisayar oyunu tutkunları çok ama çok yakından tanıyor. Afrikalı lideri, bilgisayar oyunu Civilization IV’de Mali İmparatoru olarak başrolde yer alıyor. Egemen kültür, Batılı liderler dışında tarihin önemli figürlerine tarih kitaplarında değil ama bilgisayar oyunlarında rahatça yer veriyor.