Yazar: Jonathan Freedland* Çeviri: Ayhan Yıldırım
Vaat Edilmiş Toprakların (!) Trajedisi
İsrail-Filistin çatışması denilince çoğumuzun aklına Ortadoğu, Siyonizm, intifada, MOSSAD, Filistin askısı, mültecilik gibi bir yığın hatıra, bir yığın çağrışım gelir. Çoklarımız olayı kabaca siyah ve beyaz görür tavrımızı ona göre belirleriz. İsrail işgalci, Filistin ise toprakları elinden haksızca alınmış milyonlarca Filistinlinin özlem duyduğu bir anayurttur. Müslümanlar için Filistin Mescid-i Aksa’yı barındıran mukaddes bir beldedir.
İsrail Devleti’nin ilk kuruluş fikrini ortaya atan Siyonist Yahudiler, Avrupa’da dışlanan, horlanan ve Nazi kamplarında katliama maruz kalan bir milletin yüzyılların baskısından ve tacizinden kurtarılarak emin bir beldede, yani İsrail’de güven ve huzur içerisinde yaşayabilmesini temin etmek için Amerika’da ve Avrupa’daki tüm imkânlarını seferber etmişlerdi. Amaç yüzyılların baskısından kurtulup özgür ve müreffeh bir anayurtta yaşamak arzusuydu.
Peki, Siyonizm düşüncesi etrafında hâlelenen Yahudi bilginleri, aydınları ve Yahudi örgütleri arasında fikri ayrılıklar, politik ve dini farklılıklar yok muydu, herkes sabit bir düşünce etrafında kenetlenerek kendilerini farklılıklara kapatmışlar mıydı? Bu sorunun cevabını da içeren bir kitabı geçtiğimiz zaman diliminde sol eğilimli Haaretz Gazetesi köşe yazarlarından Ari Shavit kaleme aldı. Kitabın adı My Promised Land (Benim Kutsal Ülkem)**. Aslında kitap bir bütün olarak İsrail’in özgeçmişini konu alıyor.
İsrail’de ve Amerikan Yahudileri arasında oldukça ilgi ve tepkiye mazhar olan kitap üzerinde tartışmalar halen devam ediyor. My Promised Land’de Shavit asıl olarak Liberal Siyonizm’in yaklaşımlarını ve İsrail’in devlet politikalarını Liberal bir bakış açısıyla değerlendiriyor ve oldukça açık ve dobra bir dil kullanan Shavit kimi zaman da Netanyau gibi konuşabilme çelişkisine düşebiliyor. İşte bu yüzden kitap İsrail’de ve Amerikan Yahudileri arasında oldukça hararetli tartışmalara yol açtı.
İsrail ve Filistin çatışması üzerindeki tartışmaların vuku bulduğu zehirli ortamda Liberal Siyonistler de nasiplerini aldılar. Hem İsrail’i savunup yanında olan hem de onun değişmesini arzulayan bir Liberalin, iki kamp tarafından da nefret edilmesi kaçınılmaz kaderidir. Şahin Siyonistler onu, haddini aşıp düşmanın menfaatlerine yarar bir şekilde Siyonizm davasına ihanete tevessül etmekle suçlarken Anti-Siyonistler ise onu temsil ettiği pozisyon gereği davranmayıp savunulmaması gerekeni savunmakla itham ediyorlar. Liberal Siyonistler, işte bu yüzden hem “hipokrit” hem de “apolojist” olarak ya da ikisiyle birlikte yaftalanıyorlar.
Kitap piyasaya çıkar çıkmaz bildik zırhlarını kuşanan laptop savaşçıları sağ cenahtan ve sol cenahtan kitaba saldırmaya başladılar. The jerusalem Post’tan ve Dünya Yahudi Kongresi eski yöneticilerinden Isi Leibler, kitabı öz eleştiriden ziyade öz yıkıcılık yapmakla itham etti. Shavit’i bu kitabı yazmaya iten asıl motivasyonunun Yahudi devletini tağşiş ve tahkir etmenin kendi DNA’larının asli bir unsuru olan Liberal ünlülerin onayını kazanma arzusu olduğu eleştirisinde bulundu. Diğer taraftan Norman G. Finkelstein, Shavit’in My Promised Land adlı kitabını sarsmak için başlı başına bir kitap kaleme aldı. Finkelstein Old Wine, Broken Bottle (Eski Şarap, Kırık Şişe) adlı bu kitabında, Shavit’in görüşlerinin, üzeri allı pullu kibirle örtülü ikiyüzlülük ve aptallıktan oluştuğunu ifade ediyor.
Onun bir cahil hatta hariçten gazel okuyan bir ukala olduğunu belirterek eğer dünyada tuhaf kişiler yarışması düzenlense Shavit’in o yarışmada bile ikinci geleceğini söylüyor.Tabi Shavit’in kitabını kimsenin takdir etmediğini söylemek doğru değil. Aynı zamanda söz konusu kitap Thomas Friedman, Leon Weiseltier, Jeffrey Goldberg, David Remnic vb. gibi birçok ünlü kişi tarafından da takdir ve övgü aldı. Aslında bu takdirleri zikretmemiz eleştirmenlerin işini zorlaştırmaz aksine yukarıdaki isimlerin kitap hakkındaki takdirlerinin aslında basit bir grup dayanışmasından kaynaklandığını anlamalarına ve liberal Siyonist aslanların(!) gururla birbirlerine nasıl sokulduklarını görmelerine yarar.
Tabiatları kıstırılmış Liberal Siyonistlerin tavsif etmeye çalıştığımız konumları aslında oldukça yeni bir şey. Fakat başlarındaki bir türlü giderilemez sıkıntı bugünlerde, biraz daha yoğunlaştı gibi. İsrail’in geçmişte yaptığı bazı harekâtların aşağıya doğru seyri ve İsrail İşçi Partisi’nin bir dizi mağlubiyeti Liberal Siyonistler üzerindeki baskının bir miktar azalmasına sebep olmuştu. ABD’deki Liberal Siyonlar, İsrail’deki uzun vadeli değişimleri yansıtan nedenlerden dolayı nesli tükenmeye yüz tutmuş bir türe dönüştüler.
Peter Beinart, bir dönem The New York Reivew’ de yayımlanan çok tartışmalı “Amerikan Yahudileri Organizasyonunun Başarısızlığı” adlı makalesinde, Amerikan Yahudiliğinin İsrail konusunda “Likud” dostu sert bir çizgi belirlediğini, bunun da İsrail iç politikası bağlamında ultra-liberal bir çizgiye meyleden genç kuşaklar arasına bir soğukluk yerleştirdiğini belirtmişti. Netanyahu’cu “AIPAC” liderliğindeki sağ liberal ve giderek İsrail’den ilgisi kesilen yeni bir kuşak ile sol liberal cenahlara ayrılan liberal Siyonistler sürekli içe doğru büzülüp küçülen bir kara parçası şeridi üzerinde konuşlanmış gibiler.
“Genesis: Truman, American Jews, and the Origins of the Arab/Israeli Conflict” adlı kitabında John B. Judis, Amerikan Liberal Siyonizminin kurucu babalarından olan eski Anayasa Mahkemesi yargıcı Louis Brandeis’in kendi kimliklerinin iki yönü olan Yahudilik ve liberal değerleri birbiriyle bağdaştırdığı için yeni doğmakta olan Filistin’in anayurt olacağı bir Yahudi yurdu davasına sımsıkı sarıldığını belirttiğini ifade ediyor. Aslında onlar Siyonizme destek olarak sadece taciz edilmekten ve baskılara maruz kalmaktan dolayı Avrupa’dan kaçan Yahudileri desteklemiyor, aynı zamanda kollektif bir yaşam deneyimini de desteklemiş oluyorlardı.
Brandeis ilerleyen yıllarda çoğu kimsenin de olduğu gibi yeni ortaya çıkan Kibbutz hareketinden özellikle etkilenmişti. Judis, Brandeis’in 1910’lardan sonra “Yahudilerin Filistin’de kendisinin Amerika’da tesis etmek istediği kooperatif demokrasiyi kurmakta olduklarını” söylediğini yazıyor. Bir zamanlar Yahudiler ile liberal sol arasında köprü görevi gören Zion’un bugün onları birbirinden ayırdığı görüşünü dile getirmek acı bir ironidir.
Liberal Siyonizm’in bilgeleri My Promised Land’i coşku ve hevesle karşılamaları çok da sürpriz değil. Kitap onların inancını çok mükemmel bir şekilde dile getiriyor. Liberal Siyonistleri karakterize eden sağ ve sol Siyonizm’inden dolayı iki taraftan birinin kitaba köpürmesi çok doğal. Bu durum Liberal Siyonizm’in doğasında yer almakta. Hatta şöyle de diyebiliriz, Liberal Siyonistlerin bir kısmı İsrail’in yeni yerleşim bölgeleri edinmesini savunurken diğer taraf kendi güvenlikleri için buna karşı endişelerini dile getiriyorlar.
Siyonist Liberaller ikisini birlikte aynı anda yürütmeye çalışıyorlar.
İşte bu yüzden Shavit kitabının girişinde bu hususa dikkat çekerek Liberal Siyonizm’i karakterize eden bu ikiliği kendisine düstur edinip kitapta ya sağ liberal ya da sol liberalleri muhatap almayı değil de ikili yapıyı da göz önünde bulundurmaya çalışacağını bildiriyor:
“İsrail bir tarafta başka bir toplumu işgal eden tek Batı devleti iken, diğer taraftan da varlığı tehdit edilen tek Batı ülkesidir. İşgal ve tehdit açmazı İsrail’in durumunu farklı kılmaktadır. Bizim işgalimiz ve varlığımıza yönelik tehdit içinde bulunduğumuz durumun iki önemli sütunudur.”
Varlığımıza yönelik tehdit İsrail’in askeri üstünlüğüne bakıldığında belki pek anlamlı gelmeyebilir fakat burada önemli olan İsrail’in kendi varlığına yönelik bir tehdit algılamasıdır. İsrail bu algıyı tarih ve coğrafya gibi gerekçelere dayandırıyor. Zaten eğer bir ulus kendini güvensiz hissediyorsa orada ulusal güvenlikten bahsedilemez. Shavit kitabında işgal ve tehdit gerçeklerini anlama noktasında zaafı olan değerlendirmelerin, İsrail’in hikayesini tam yansıtamayacağı görüşünü dile getiriyor...
Kitap, girişinde verilen söze uygun olarak işgal ve tehdit ikiliğini göz önünde bulunduruyor. İsrail’in varlığının tehdit edilmesi hususunda İran’ın Nükleer amaçlarının yol açtığı tehditle ilgili sadece bir bölüm ayrılmış. Bu bölümde İsrail’in İran’ın nükleer heveslerinden duyulan tehdit Netanyahu’nun ateşli bir konuşmasına yer verilerek tasdik edilmiş. İlginç biçimde bir asırdan fazla bir zamanı kapsayan kitapta söz konusu bu bölüm aslında AIPAC’ın kampanya dökümanı olabilecek bir özelliğe de sahip.
Söz konusu bölüm aynı zamanda Shavit’in Haaretz Gazetesi’ndeki arkadaşlarıyla arasının açılmasına yol açan bir bölümdür de diyebiliriz. Ayrıca Shavit bu bölümde ABD’nin İran’la İŞİD’e karşı gizli bir iş birliğine girmesini ve İran’ın nükleer müzakerelerini tahlil ederken benimsediği sert retorik, Netanyahu’nun konuşmalarına benziyor. Shavit’in bu tür şahinliği doğal olarak barışsever güvercinleri kışkırtacaktır.
Shavit yine İsrail’in yeni yerleşim yerleri açma politikasını eleştirerek bu durumun İsrail’i doğrudan darağacına götürdüğünü, Ofra’daki yerleşim yerlerinin hukuki bir zemine dayanmadığını, bu durumun İsrail’i lekelediği, meseleyi bütün bedene yayılan ve İsrail’in yaşamını tehdit eden bir kansere dönüştürdüğünü belirtiyor. Ayrıca Ofra’da yapılanların bir kolonyalizm olduğunu ve İsrail’in dünyada kolonyalist olarak gözükmesine yol açtığını ve Batı’nın da bu yüzden her geçen gün daha fazla İsrail’e sırtını dönüp ondan uzaklaştığını söylüyor. Yine bu yüzden ABD ve Avrupa’daki bilinçli Yahudilerin bu durumdan utanç duyduklarını belirterek aslında İsrail’in kendisiyle kavga ettiğini ifade ediyor.
Shavit ayrıca daha önce Haaretz ve The New York Review’de yayınlanan bir hatırasını da naklediyor. Shavit genç bir yedek asker olarak Gazze Tutuklama Kampı’nda yerine getirdiği on iki günlük bir görevi anlatıyor.Hatırasını anlatırken de her ne kadar kendisinin bu benzetmeden hazzetmediğini belirtse de bir arkadaşının Gazze Tutuklama Kampını; Nazi Toplama Kampına benzettiğini belirtiyor. Hatta ilerleyen sayfalarda Gestapo ve Antikon benzetmeleri yapıyor. Kampın doktorundan bahsederken “Mengele” değildi diyerek olumsuzlama yoluyla benzetme yapmış oluyor. Aslında bu Finkelstein’in tarzına benzetilebilir. Belki de Shavit bir tür “Hasbara” yapıyor (İsrail yanlısı propaganda) diyebilirsiniz.
Shavit’in Gazze Tutuklama kampındaki hatıralarını naklederken ortaya koyduğu suçlamalara karşı muhafazakâr Siyonistler hemen “Yorim u Vochim’i” (ateş edip ağlamak) tabirini kullanarak kendilerini aklamaya çalışıyorlar. Yani İsrail, Filistinlileri kerhen (!) vuruyor ve vicdanen ağlıyor!..
*Tercüme Kaynak: The New York Review of Books
** Türkçe Edisyon: Ari Şavit, Vaat Edilmiş Topraklarım: İsrail’in Yükselişi ve Trajedisi, (Çev. Serpil Açıkalın Erkorkmaz), Tekin Yayın,
*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Makalede temsil edilen görüşlerin sorumluluğu yazarlara aittir, söz konusu yazı ve görüşler Hamaset ’in editoryal politikasını yansıtmayabilir.